İstanbul’a, Araştırmacı yazar Haldun Hürel “Yorgun Kraliçe” demiş. Prof. Dr. İlber Ortaylı “Yorgun Başkent” olarak düzeltmiş. Nice efsanelere konu olan, rüzgârı bile nereden estiği belli olmayan bu kentin harika semtleri var…Ve isimlerini bu semtlerden alan “yorgun” vapurları… Paşabahçe, Dolmabahçe, Fenerbahçe vapurları... Semtleri konu alaydık satırlara sığmazdık, kitaplara bile… Ama gelin, İstanbul’un adeta simgesi olan bu vapurlar hakkında birkaç cümle edelim… Kim bilir, her an karşımıza çıkabilirler… Şöyle bir selam çakarız….


Dolmabahçe Vapuru
Dolmabahçe semtinin eski adı İason’dur. Yunan Mitolojisine göre, Karadeniz seferinden dönen Kral İason burada karaya çıktı. Bizans döneminde ise küçük bir gezinti koyu idi. Osmanlıların İstanbul’u fethinden sonra 1. Ahmet bu koyu doldurttu. Park haline gelen koy, önceleri Hünkâr Bahçesi, daha sonraları ise Dolmabahçe adını aldı.
Dolmabahçe Sarayı’nın ilk yapımı 17. yüzyıla rastlar. İlk adı Beşiktaş Sahil Sarayı’dır. 19. Yüzyılda yıkılan bu saray, Sultan Abdülmecit tarafından Balyan ailesine yaptırıldı. Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün 4 yıl boyunca çalışmalarını sürdürdüğü ve son nefesini verdiği Dolmabahçe Sarayı, Türkiye’nin en büyük sarayı konumundadır.
Galata Köprüsü, Adalar Yalova arasında yolcu taşıyan Dolmabahçe Vapuru ise, 1950’li yıllarda İskoçya’da inşa edildi. 2 Nisan 1953’de ilk seferini yapan vapurun, saatte 18 mil hız yapabilen 2 adet motoru bulunmakta. Rakamlarla ifade etmek istersek, 944 groston ağırlığı, 77 metre boyu, 13 metre eni, 4 metreye yakın da derinliği bulunmakta. 1993 yılı Dolmabahçe gemisi için bir dönüm noktası oldu. Kazan dairesindeki ağır çatlaktan dolayı, hizmetini tamamlayarak Hasköy Tersanesine bağlandı ve Aliağa’da söküldü.
Üst güvertesindeki hasır koltuklar ve bar, bu geminin özelliklerindendi. Kış Bahçesi adı verilen bu salon, yolcu sayısının artması ile iptal edilerek tahta sabit sıralarla çevrildi.


Fenerbahçe Vapuru
Dolmabahçe Vapurunun bir de ikizi var: Fenerbahçe Vapuru. Fenerbahçe Vapuru günümüzde Koç Müzesi’nin gözde bölümünde yer alıyor. Ziyaretçilerini bekleyen vapur, adını, İstanbul’un Anadolu yakasında bulunan, hakkında sayfalar yazılmış Fenerbahçe semtinden alıyor. 1562’de kullanıma açılan bir deniz fenerinin ardından, (eski ismi Osmanlı kaynaklarına göre Kelemiç olan bu semt) artık Fener Bahçesi olarak anılmaya başlandı. Fenerbahçe Burnu’nda yer alan ve bulunduğu semte adını veren Fenerbahçe Feneri, İstanbul’un ilk deniz feneri olma özelliğini taşıyor.
Fenerbahçe Vapuruna gelince, ilk seferine 14 Mayıs 1953 yılında çıktı. Uzun yıllar Sirkeci Adalar Yalova Çınarcık arasında sefer yaptı. 22 Aralık 2008’de ise “Veda Turu” isimli son seferini gerçekleştirdi. İskoçya Glasgow’da inşa edilen vapur, iki adet 1.500 beygir gücünde iki motora sahip. 77 metre boyunda, 18 deniz mili hız yapabiliyor. Sualtı seviyesinde bir salonu, iki katlı yolcu salonu ve bir de teras bölümü bulunuyor. Yapıya ilişkin tüm aksamı orijinal olan gemi, kaptan köşkü ahşap olan tek şehir hatları vapuru olma özelliğine sahip.
Fenerbahçe Vapuru, 27 Mayıs 1960’taki askerî darbenin ardından 1961’de başlayan Yassıada Mahkemeleri’nin resmî vapuru olarak da çalıştı. Mahkemeler devam ettiği müddetçe her sabah Dolmabahçe önünden mahkeme görevlilerini, aileleri ve avukatları alıp Yassıada’ya götürdü ve her akşam, tekrar İstanbul’a dönüp aynı iskelede bıraktı. Fenerbahçe Vapuru Rahmi Koç Müzesi’ndeki yerini aldıktan sonra birçok etkinliğe de ev sahipliği yaptı.


Paşabahçe Vapuru
Paşabahçe, 15. yüzyılın ortalarında Deli İbrahim’in sadrazamı, Hazerpare Ahmet Paşa’nın kendine bir yalı yaptırması ile gündeme gelen bir semt. Paşa’ya ithafen Paşa Bahçesi olarak anılmaya başlandı. Semt daha sonra, Atatürk’ün de isteği ile kurulan Şişe Cam Fabrikası ile gündemden hiç düşmedi. Boğaz’ın Anadolu yakasındaki Paşabahçe semti, bugün konumuz olan “Bahçe” sınıfı vapurlardan birine de adını verdi.
Paşabahçe Vapuru, bir savaş gemisi olarak kızağa konuldu. Geminin inşaatının başlamasından kısa bir süre sonra, 2. Dünya Savaşı sona erdi. 1950 yılında Şehir Hatları’ndan gelen sipariş üzerine yapımına başlanan omurga üzerine, açık denizde yol alabilecek bir yolcu gemisi inşa edildi. Diğer ithal gemiler İstanbul’a römorklar ile çekilerek getirtilmelerine karşın, Paşabahçe gemisi İtalya’nın Toronto şehrinden, toplamda 3.200 beygir güç üreten makineleri ile yola çıktı. 2,5 gün süren yolculuktan sonra Paşabahçe gemisi İstanbul’a vardı. 58 yıl süresiz sefer yaptı. 2010 yılında Haliç Tersanesi’nde bakıma alındı. Dünyanın, yaşayan ve üreten en eski tersanesi unvanına sahip Haliç Tersanesinde, personelinin bilgi birikimi ve tecrübesi sayesinde 1,5 yılda 200 kişinin yardımı ile restore edildi. Sac sistemi, elektrik ve havalandırma sistemleri ile navigasyon sistemleri, kaptan köşkü ve yolcu salonları yenilendi. Gemi, tüm diğerleri gibi, engelli erişimine uygun hale getirildi.
Vapurun boyu 73,84 metre, eni ise 12,98 metredir. Paşabahçe Vapuru’nun duvarında ilk günden beri bulunan av tanrıçası Artemis’in gravürü de tadilat sırasında elden geçirilerek yerini korudu.
Eski adalılar Paşabahçe Vapur’una aileleriyle birlikte binerlerdi. Anılarını anlatanlar, kaptanın kimseyi almadan gitmediklerini de hatırlıyorlar. Günümüzde Paşabahçe Vapuru tekrar sefere çıktı. Nostalji ile teknoloji yan yana…


Feride Petilon

Şair, güfte yazarı, araştırmacı yazar Fethi Karamahmutoğlu 18 yaşında iken Paşabahçe Vapuru ile yolculuk yaptığı sırada şu şiiri yazmakta:
Martılarla bir yolculuk
Paşabahçe Vapuru’nda
Mavi beyaz bir mutluluk
Paşabahçe Vapuru’nda

Darılmışken hayata dün
Tüm insanlar dostum bugün
Yasadığım sanki düğün
Paşabahçe Vapuru’nda

Bu tatlı meltem herkese
Bir güzel düş, bir hoş bûse
Ne olur bu yol bitmese
Paşabahçe Vapuru’nda

Bu şiir daha sonra Rüştü Eriç tarafından bestelendi.

Kaynakça:
https://istanbul.gov.tr

 

Savarona… Bir hayal
O çok şık bir gemi idi. Almanya’nın Hamburg şehrinde ünlü bir şirket tarafından yapılmış ve 30 Temmuz 1930 tarihinde denize indirilmişti. Dört milyon dolara mal olmuştu. İlk sahibi, Amerikalı çok zengin bir ailenin kızı, Golden Gate ve Brooklyn köprüsünü yapan mühendis Mrs. Emily Roebling Cadwalader idi. Geminin adı Savarona idi. Kelime anlamı: Hint Okyanusundaki bir kuş.
Boyu 136 metre, genişliği 16 metre, yüksekliği ise 6 metre idi. Çok lüks idi. Armatürler altındı. İçerisinde spor salonları, sinema salonları, hamamı ve saunası da mevcuttu. Bu denli büyük bir yatı Amerikan sularına almak için Amerikan yönetimi çok büyük miktarda bir vergi talep ediyordu. Acele satılması gerekti ve yatın iki taliplisi vardı. Birincisi Hitler, ikincisi de Atatürk’e armağan etmek üzere Türk hükümeti.
Amerikan Başkanı Franklin D. Roosevelt, Atatürk’e olan hayranlığı nedeniyle, yatın, Türkiye Cumhuriyeti Devleti tarafından satın alınmasını istemekteydi. Birçok prosedürden geçen gemi Türkiye tarafından satın alındı. O sırada, Ertuğrul Yatı iyice eskimişti ve açık denizlerde kullanılamıyordu. Ertuğrul Yatında ağırlanan İngiltere Kralı’nın bembeyaz elbiseleri, aynı günün sonunda, yatın bacasından çıkan dumandan ötürü simsiyah olmuştu. Savarona Yatının alınmasını dört gözle bekleyen ulu önder, ancak 54 gün kullanabildi. İçerisinde, sadece tek bir kez Bakanlar Kurulu toplantısı yapıldı. Romanya Kralı Carol yatta ağırlandı.


Atatürk, vefatına yakın günlerde, “Bu yatı, bir çocuğun oyuncağını bekler gibi bekledim, bana hastane mi olacaktı?” diye hayıflanır. Atatürk, Savarona’daki kamarasından, bir koltuk ile, Dolmabahçe Sarayına taşınır. Yat, Dolmabahçe Sarayı önünde, takip eden günlerde, bu büyük insanı boşuna bekler. 19 Kasım 1938 tarihinde, aziz Atatürk’ün naaşını İstanbul-İzmit arasında taşıyan gemilerin kortejine Savarona da katılır. Atatürk’ün ölümünden sonra Savarona uzun yıllar Kanlıca koyunda hareketsiz kalır. 1951 yılında Deniz Kuvvetleri Komutanlığı’na devredilir ve eğitim amacı ile kullanılır. Atatürk’ün odası müze olarak muhafaza edilir.
3 Ekim 1979 günü Heybeliada açıklarında çıkan yangın sonucunda yat büyük hasar görerek Gölcük Tersanesi’nde onarılır. Daha sonra yangından kurtarılan eşyaların bir kısmı İstanbul Deniz Müzesi’ne nakledilir. 1999 yılında gemi 49 yıllığın kiralanır. 62 milyon dolar masraf edilerek eskisinden daha da gösterişli bir hale gelir.
Yıl 2013, dönemin Kültür ve Turizm Bakanı Ömer Çelik, Savarona gemisini bakanlığın bünyesine aldı. 2019 yılına kadar devlet büyüklerinin tarihî toplantılarına ev sahipliği yaptı. Kuruçeşme’de demirli bulunan Savarona yatı 2019 yılının ortalarında Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından Deniz Kuvvetleri Komutanlığına devredildi. Yat, Pendik’teki İstanbul Tersane Komutanlığına getirildi.
Atatürk’ten bir hatıra olması açısından önemli bir yere sahip olan Savarona gemisi, ilk sahibinden itibaren büyük masraflara ve fikir ayrılıklarına neden oldu. Gelecek nesiller bu yatı görmek istedikleri zaman kıyıda demirlenmiş bir müze olarak ziyaret edebilirler.

Atatürk ve denizcilik üzerine
Üç tarafı deniz ile çevrili olan ülkenin gerek ticaret gerekse kültürel alanda başarıya ulaşması için “denizciliğin” önemli bir rol oynadığını düşünen Atatürk, bu konuda da düşündürücü cümleler sarf etti. İşte birkaç örnek: “Denizcilik sadece ulaştırma işi değil, iktisadi iş olarak anlaşılacak ve tersaneler, gemiler, limanlar ve iskeleler inşa edilecek, deniz sporları kulüpleri kurulacak ve korunup geliştirilecektir. Çünkü, toprakların ucu deniz olan bir ulusun sınırını, halkının kudret ve yeteneğinin hududu çizer.”
“Donanmasız Anadolu olmaz. Donanmadan yana kuvvetli olmak Türkiye’nin savunması için şarttır. Donanmamız, izlediğimiz politikanın da kuvvetli desteği olacaktır.”
“Zaferi, denizi kontrol altında tutan, ihtiyacı olan şeyi, ihtiyacı olduğu zaman, istediği yere ulaştırabilen ülke kazanır.”

Kaynakça:
https://istanbul.gov.tr
http://www,rmk_muesum,.org.tr
https://www.sehirhatları.istanbul
https://indyturk.com
https://www.sozcu.com.tr
https://www.memurlar.net
https://kulturveyasam.com
https://www.milliyet.com.tr
https://ktp.gov.tr
https://onedio.com
https://virahaber.com