Haber Fotoğrafı: Osmanlı'da fuhuş


İnsanlar birkaç bin yıldır para ve mal alışverişinde bulunuyorlar ve görünüşe göre maddi zenginlik üretebilen herhangi bir toplum, çok geçmeden fahişeliği de üretiyor. Rudyard Kipling’in ilk olarak, fuhuşu “dünyadaki en eski meslek” olarak tanımlamasının ardındaki gerçekliğe değinildiğinde, her ne kadar dinî ritüellerle anlamına bir ulvilik kazandırılmış olsa da, gerçek para karşılığı “fahişeliğe” (seks ticaretine) M.Ö. 3 binlerde, Babil’de rastlandığı görülür. Her Babil kadınının, evlenmeden önce en az bir kez bir tapınakta bekâretini Tanrıça’ya sunarak saygı kazanması bekleniyordu. Ancak en tipik fahişeler, tapınaklarda kalıcı olarak kendini satarak, kazançlarını tapınaklara gelir kaynağı olarak sunan din hizmetkârlarıydı.
Antik Yunan’ın “pornai” (Proto-Hint-Avrupa dili “pernemi”: satmak) dediği fahişelerin, eski Roma genelevlerinde de belli bir cinsel “lütuf” karşılığı para aldığı görülür. Bugün artık bütün kültürler ve tüm siyasi sistemlerde sokaklara dökülmüş marjinal bir olgu olan fahişelik, hep devlet kontrolünden kaçma eğilimindeki ekonomik bir faaliyet olarak, İngilizlerin Viktorya döneminde başlar.


Kapatılan evlerden kalanlar

Langa Fatma
Osmanlı’nın yönetim şekli yanında dinî inançları nedeni ile “zina” haram idiyse de erkeklerin eğlendiği meyhanelerde dans eden kadınlar, erkeklerle beraber de olurdu. 1821 yılında dünya genelindeki veba salgınının İstanbul’u da vurması, Melek Girmez Sokağı’ndaki “umumi” evleri hedef aldı. Onlarla birlikte meyhaneler de yerle bir edilerek, yerine, günahlarını affettirmek için olacak, Hidayet Camii yapıldı. Ancak, elbette ki bu bir engel olamazdı. Zengin paşaların sefası için kadın bulmak kolaydı ancak orta sınıfın çözümü ne olacaktı? Nitekim, 1884 yılında II. Abdülhamit’in padişahlığında, “soba yakmanın pahalı, kadınla yatmanın ucuz olduğu bir dönemde” diyor kayıtlar, Fatih’in Edirnekapı semtinde ilk resmî “umumi” evi açıldı. Bu genelevin işletmecisi de Langa Fatma adındaki bir kadındı. Müşterilerini elit tabakadan seçtiği için Fatma’ya kimse dokunamıyordu, aynen aşağıda bahsedeceğimiz Lüks Nermin gibi.
Dönemin genelevleri dört sınıfa ayrılmıştı. Kadınlar hangi genelev sınıfına dahilse yetkililere o tutarda ödeme yapılıyordu. Bu paralar, kadınların tedavisi ve diğer hastane masrafları için kullanılıyordu. Sırayla her sınıftan ayda 3 mecidiye, 1 lira, 1,5 lira ve 2 lira... Orada çalışan kadınların da ilginç ve naif lakapları vardı: “Kartopu”, “Şöhret”, “Vuslat”, “Kaymak Tabağı”, “Servet”, “Candayanmaz Zisan”. Bu, birkaç mahalleye sıkışmış ünlü “ev”lere Saray çevresinden, bürokratlardan, yazar-çizer takımından, büyük esnaf kesiminden insanlar gelirlerdi. Yani, eski fuhuş belirli bir kesime hizmet veriyordu, henüz halka inmemişti.
Langa Fatma’nın vefatı ile kapatılan “işyeri”nin ayarında bir yenisi nedense açılamadı, ta ki o yılların diliyle “Lüküs Nermin” ve “Çanakkaleli Melahat” 1940-60 yıllarına damgalarını vurana kadar.


Beyoğlu Bld. Bşk. Haydar Ali Yıldız: "Zürafa Sokaktaki evler kültür sanat merkezi olacak."


II. Meşrutiyet’in ilanından sonraki Trablusgarp, Balkan ve I. Dünya savaşları nedeniyle ülkedeki yoksulluk, işsizlik, açlık ve sefalet artarken kadınlarda, kendilerinin ve ailelerinin geçimlerini sağlayabilmek için fuhuşa yönelim artmıştı. Fuhuş bir “ulusal sorun” haline gelmeye başlayınca, 1930’larda Beyoğlu, İstiklâl Caddesi’ne paralel bir yol olan Abanoz Sokağı’nda Cumhuriyet Zabıtasının denetimi altında art arda “ev”ler açılmaya başladı. Bu konuda çelişkili bilgiler olmakla birlikte, Karaköy’deki Zürafa Sokağı’nın da Abdülhamit zamanında Beyoğlu’nda yaşayan Avrupalılar, bir de limana yanaşan gemilerdeki gemiciler için açıldığı söylenir. Üstelik, ünlü yazar Ernest Hemingway anılarında, Karaköy genelevleri için, “Avrupa’daki refah döneminin en çılgın yılları bile buradaki fuhuşla yarışamaz” demiş.
Şimdi geriye baktığımızda, bu iki konumdaki et pazarlarında sivrilen, -nedense kadın- iki işletmeci adı görüyoruz: Zürafa Sokak’tan Matild Manukyan, Beyoğlu’ndan Lüks Nermin.
İnanılmaz bir yaşam hikâyesi var ikisinin de.
Halk dilinde, genelev işletmecisi kadınlara “Ana” veya Rumca ile Ermeniceden yerleşik “Mama” dendi. “Mama”, muhtemelen ilk zamanlar orada çalışan çok sayıda gayrı-Müslim kadının onlara kendi dillerinde seslenme şekli olduğu için, “ana” sıfatı da, kızlarını bir yandan pazarlarken öte yandan bir çeşit korumalarında ve gözetimlerinde tuttukları, yani bir çeşit analık yaptıkları için olmalı.



Matild Manukyan
İnanılmaz bir hayat hikâyesi var asıl adı ile Eveline Matild Chah Muradyan’ın. Bir kere varlıklı bir ailenin kızı, üstelik de Notre Dame de Sion gibi köklü eğitim veren, o yılların en gözde okullarından birinden mezun. Babası tenor, annesi İsviçreli bir balerin. Gel gör ki, kader seni göklere yükseltmeyi bildiği gibi, yerlere vurmayı da bilir. Varlık Vergisi onların da yaşamına hasar vermiştir. Anne ve babasının ölümünden sonra, kocasından ayrılmış bir erkek evlat sahibi olarak üst düzey terzilik yapmaya çalışırken, babasından kalan bir evde kirasını ödeyemeyen bir genelev işletmecisinin ona ortaklık teklif etmesi ile başlar bu alandaki serüveni. Bir kadın olarak tek başına kısa sürede inanılmaz bir yükseliş göstermesi, elbette ki hem oldukça geniş bir fedai ordusu hem de kuvvetli bir arka, yani iktidarlara kadar uzanabilen bir ilişkiler ağına sahip olması gerekir şeklinde düşündürüyor insanı. Rivayet edilir ki, savcılığa götürüldüğü bir gün, sorgulamasında savcıya: “Bu akşam buradan ya ben ya siz ayrılacaksınız” demiştir, çünkü sorgulandığı bina kendi mülküdür. Nitekim ekip arabaları ile götürüldüğü binadan, iç tasarımını 19 antilop derisinden yaptırdığı Rolls-Royce’una binerek ayrılır.
1990’lı yıllarda tam altı kez vergi rekortmeni olur. Kendi ifadesiyle, o “namusuyla, yani yasalara uyarak, düzgün bir ticaret mensubu gibi vergisini vererek kadın satan bir genelev patroniçesidir” ve öldüğünde ardında İstanbul’da 500 daire, 70 iş hanı, Yalova’da 200 daire, 4 bin metrekarelik arsa, İkitelli Organize Sanayi Bölgesi’nde 1.000 dönüm arazi üzerine kurulu ambalaj ve emaye fabrikası, Antalya ve Alanya’da ikisi dört yıldızlı, biri beş yıldızlı üç otel, Büyükada’da bir köşk, Kalamış Yat Limanı’nda demirli 18 metre boyunda bir yat, BMW, Mercedes ve Rolls Royce otomobil, çok sayıda mücevher ve ziynet eşyası gibi inanılmaz bir servet bırakmıştır. Vergi rekortmenliği tartışıldığında ise arkasında bıraktığı rakiplerini de şu sözlerle eleştirir:980 kadının bir genelev patronuna kazandırdığını, 110 bin işçi bir holdinge kazandıramıyor mu?” 15 Ocak 1994 Cumhuriyet Gazetesi’ndeki: “İTO’da Manukyan Tartışması” başlıklı haberde, İTO Başkanı “Biz, Manukyan’ın yaptığı işe değil, verdiği vergiye ödül veriyoruz” sözleriyle kendilerini savunur. Bilmiyorum, dünyada şöhreti Langa Fatma’dan, Lüks Nermin’den kat kat üstün olan Manukyan gibi “Devlet Üstün Hizmet Madalyası” almış başka genelev patroniçesi var mıdır?
Seneler evvel, bizim apartmandaki üst katımız satılığa çıkarıldığında, koruması ile daireyi görmeye gelen Manukyan’ı daire sahibi Madam Yeran nereden tanısın? Onun (kendi diyalektleri ile) “Ne ‘işlen’ meşgulsünüz?” sorusuna şu cevabı vermiştir: “‘Bilimum’ ticaret.”



Lüks Nermin
Lüks Nermin
Langa Fatma’nın açtığı yolun yaklaşık 70 yıl sonraki temsilcisi olarak mesleğe devam eder “Lüks Nermin”. Temsilcisi derken, Langa Fatma nasıl döneminin seçkin kişilerine hitap eden, o güne kadar eşi benzeri olmayan kalitede bir servis veriyor idiyse, Lüks Nermin de bu sıfatı aynı nedenlerle hak etmiştir.
Giovanni Scognamillo, “Beyoğlu’nda Fuhuşun Tarihi” adlı kitabında Lüks Nermin’i şöyle anlatıyor: “Zambak Sokağı’nın 21 no’lu hanesi denildiğinde, eski kuşaktan olanların aklına tek bir isim gelir: Lüks Nermin ve onun az buçuk ‘Fransız tarzı’ geleneğini sürdüren ülke çapında bir randevuevi. Meşin koltuklu, kırmızı kadifeli bir salon; kahve ve lokum ikramları; Fransızcayı İngilizceyi paralayan bir teşrifatçı kız… Kızların sayısı pek kalabalık değildir, beş ya da altı. Fakat ‘servis’te yok yoktur.”


Gerçekten de Nermin yanında çok güzel kızlar çalıştırıyordu. O, üst tabakanın tedarikçisiydi ve o kişilerce korunurdu. Gerçekten de Beyoğlu, Zambak Sokak’taki evi 15 yılda sadece iki defa basılır, hatta ikinci baskından sonra evini baştan aşağı yeniden dekore edip tavanları ayna kaplatır, siyaha boyadığı duvarlarına da ışık düzeneği kurdurur. Nermin’in poliste öyle bir forsu vardır ki, “Siz kim oluyorsunuz da evimi basıyorsunuz?” diye çıkışabilmiştir memurlara. Ancak evde 1.435 dolar ve bir kamyon dolusu kaçak eşya bulununca, Lüks Nermin fuhuş ve döviz kaçakçılığından tutuklanır. Mahkemeye giderken giydiği pahalı elbiseleri ve mahkemedeki yardımcısını tekmelemek, avukatını çimdiklemek gibi aşırı tavırları ile dikkat çeken Nermin’i izlemeye gelen kalabalıkları polis bile zor zapt eder. Derken, 1960 darbesi olur. Devrilen Demokrat Parti mensupları tutuklanmaya başlanır. Artık, Lüks Nermin için intikam saatidir. Serbest kalır kalmaz sabıkların özel hayatlarını ifşa ederken, Ürdün Kralı ile Endonezya Cumhurbaşkanı Ahmed Sukarno gibi yabancı devlet mensuplarına dahi örtülü ödenekten ayrılan para ile hizmet ettiğini söyleyecektir.
Fıkra mı artık gerçek mi, gazetecilerin olayları çarpıtmaktaki mahareti mi, Papa’nın muhafazakâr bir ülkeyi ziyareti anekdot ile anlatılır. Uçaktan inerken Papa’ya gazetecilerin “Genelevlerini de ziyaret edecek misiniz?” sorusuna, -muhafazakâr ülke ya- “Sizde genelev mi var?” diye soruya soru ile mukabele eden Papa’nın, ertesi günkü gazetelerde haberi şöyle çıkar: “Papa uçaktan iner inmez burada genelev var mı?” diye sordu!
İşte misal o misal, Lüks Nermin’in de gazetelere çıkan bu ifşalarının gazeteci çarpıtması değil gerçek olduğunun teyidini, Doğan Katırcıoğlu adlı polis muhabirinin 1990’da çıkan “Olur Böyle Vakalar” adlı kitabından aldık. Endonezya’nın çapkın Cumhurbaşkanı Ahmed Sukarno’nun hoşça vakit geçirmek isteği, dışişleri aracılığı ile Lüks Nermin’e iletilmiş, ancak, (hem de) Yıldız Şale köşkündeki “istirahati”nin ardından bel soğukluğu kapmasının diplomatik bir krize neden olması ile olay Lüks Nermin’in de saltanatının sonu olmuştur.


Endonezya Devlet Başkanı Ahmet Sukarno Türkiye ziyaretinde.

Seni gidi Ürdün Kralı! Seni gidi Ahmed Sukarno! Bak sen neler de oluyormuş resmî ziyaretlerin ardında! Ve de, sizi gidi bu mekânlardan bu tür hizmetler alan topyekûn üst düzey yetkililer!!!