ŞİİR


Şiir yaşamın her zerresinde… Elimde yeni şiir kitabı: “Rüya Zamanı”

Geçen ay yayınlandı, Salih Bolat’ın bu onuncu kitabı…

Sorularım var, tabii ki…

Yorum ona:

Yine şiir?

Yeni bir kitap?

Nasıl bir duygu bu?

 

Son kitabı “Rüya Zamanı” muhtemelen kalbinde olduğunca elinde, Salih Bolat’ın yanıtı hemen şöyle geliyor:

“Bir yazarın, şairin yeni bir kitabının yayınlanması, sanırım yeni bir çocuğunun doğması gibi bir duygudur. Hatta ondan daha fazla bir duygudur, diyebilirim. Çünkü ‘Rüya Zamanı’ benim onuncu şiir kitabım olmasına rağmen, ilk kitabım çıktığında duyduğum heyecanı duyduğumu söyleyebilirim. Ama onuncu çocuğu doğan bir insanın aynı heyecanı duyduğunu söylemek biraz kolay olmaz sanırım. Biraz abarttım mı, bilemiyorum…”

Şiiri soruyorum… Şiirle ilişkisinin kıvılcımları ne zaman ve nasıl düştü içine? Bu tutkulu ateşin kaynağı neydi, diye merak ediyorum…

“Şiirle ilk ilişkim, sanırım ortaokul Türkçe ders kitabındaki şiirlerle oldu. Bir de, bir arkadaşımın şiir defteri vardı. Yerli ve yabancı, dünya edebiyatının en bilinen şairlerinin şiirlerini topladığı kalın bir defter. O defter birkaç gün bende kaldı. Çok büyülenmiştim. Lise yıllarında yoğun olarak şiir yazmaya başladım ve bir defterde tutuyordum şiirlerimi. Kitap yayımlamaya karar verdiğimde yirmi yedi yaşındaydım. Yani, örneğin Rimbaud’nun şiiri çoktan bıraktığı ve Nazım Hikmet’in ‘835 satır’ adlı kitabını yayımladığı yaştaydım. İki şiir defterimden birini attım, diğerinden de bir kısmını yayımladım. Bir gün bir toplu şiirler kitabı yayımlama düşüncem yoktu gerçekte.”

Şiir muhtemeldir ki şairimizin her hücresinde… Ama yine de onun için ne anlama geldiğini soruyorum, Salih Bolat’a…

Şiir benim için gerçekliği anlama yoludur. Aslında gerçeklik zaten bir şiirsel düzen içindedir. Şiir yazabilmek için, bizim gündelik yaşamın bize dayattığı verili, akılla kuşatılmış, işlevsellikle belirlenmiş gerçeklik algısından uzaklaşmamız gerekir. Şiir, benim için, bizi kuşatan gündelik gerçekliğin buz dağında sözcük darbeleriyle soluk alacağımız gedikler açma yoludur. Şurda gördüğünüz ağaçların gökyüzüyle ilişkisi, birkaç kuşun ağaçlara girip çıkarkenki heyecanı, gölgede bekleyen kadının uzaklara bakması şiir değil de nedir?”

Şiirle harmanlanmış neredeyse her şairin yaşamının vazgeçilmez bir konu, imge veya izlekleri vardır… Ya Salih Bolat’ın izlekleri?

Şunu söyleyebilirim; bir şairin baştan sona, yani yaşadığı hayat boyunca belli

izlekleri olur. Kim ne derse desin, niceliksel olarak, biçimsel olarak şiir serüveninde

farklılıklar görülse de, özde aynı şeyleri yazar. YvesBonnefoy’nun, ‘ben ömrüm

boyunca çocukluğumu yazdım’ dediğini okumuştum bir yerde. Melih Cevdet Anday

da eni konu ‘ölümsüzlük’, ‘zaman’, ‘sonsuzluk’ gibi izlekleri sürdürmemiş midir?

Behçet Necatigil’in şiir yelpazesi çok renklilik gösterse de, o yine de ‘evlerin şairi’

olarak bilinmez mi? Ya Edip Cansever? İstediği kadar dramatik dili, geleneksel dili,

dizeci anlayışı kullanmış olsun, ‘Otellerin’, ‘yalnızlıkların’, ‘yabancılaşmanın’ şairi

demez miyiz? Başka örnekler verebilirim. Demek benim şiirimde de başlangıçtan bu

yana belli izlekler olmalı ki, sende bu kanıyı uyandırmış, diye düşünüyorum. Doğa,

benim vazgeçmediğim bir atmosferdir. Ama bunu ‘tabiat’ olarak anlamak yanlış olur.

Ben tabiattan, pastoral güzelliklerden söz etmiyorum. Doğa benim için nicelik değil,

niteliktir. İmgesel dil yaratmanın vazgeçilmez bileşenidir.”

‘Rüya Zamanı’nına dönüyorum. Üç bölümden oluşuyor: ‘Söylence’, ‘İz’ ve ‘Kız kardeşim Gülhatmi’. Bu üç bölüm içinde, ‘Söylence’ bölümü sanki diğer bölümlere göre biraz daha politik bir tavır yansıtıyor. Yanılıyor muyum?

Kesinlikle haklısınız. İnsan politik bir varlık değil midir? Ta iki bin beş yüz yıl önce Aristo bu soruya ‘evet’ diyordu. İnsan eğer toplumsal bir varlıksa, aynı zamanda politik olur. ‘Politika’, bugün toplum biçiminde yaşayan insanın, özellikle şehirleşmiş insanın, az ya da çok demokratik ilişkiler içindeki davranış biçimidir. Bireyler şu ya da bu oranda karar mekanizmalarına katıldıklarında, ister istemez politik olmuş olurlar. Elbette şiirin metaforik, imgesel dili içinde böylesine kavramsal belirlemeler, tanımlamalar yapılmaz. Ama zaten insan niçin sanat yapar? Kendi dünya projesini, kendi değerler dünyasını yaşantılar, nesneler, doğa üzerinden estetize ederek insanlarla paylaşmak için değil mi? Bu bağlamda şunu hatırlatmak isterim: Demek saf ideolojiler şiir üretmezler, şiirler ideoloji üretir. Öyleyse ne kadar şiir varsa o kadar ideoloji vardır, diyebiliriz.”

Kanımca şiir evrensel… Bu konuda neler söylersiniz? Şiir yazıldığı dilin yaygınlığı ile mi sınırlıdır? Size göre ‘evrensel şiir’ nedir?

“‘Yerellik-evrensellik’ konusu, aslında sanat-öncesi bir sorundur, bana kalırsa. Çünkü sanat yapıtı, kendi diline uygunluğu tartışılmaz olduğunda, zaten evrenseldir. Eğer bir sanat yapıtı, içerik, anlam ya da biçim açısından yerel kalıyorsa, daha başlangıçta sanat yapıtı sayılması güçleşir. Sözünü ettiğiniz şiirlerin, benim coğrafyamla ilgili olması, o şiirlerin yerel olduğu anlamına gelmez. Eğer bir şiir kendi diline, kendi söylem biçimine uygun değilse, daha baştan şiir olmadığı ortadadır. Evrensellik, bütün coğrafyalarda, bütün zamanlarda değişmeyen, ‘geçerli olan’dır. Şiirdeki herhangi bir nesnenin, toplumun, duygunun yerel olması, o şiirin yerel olduğu anlamını oluşturmaz. Aynı şeylerin uzaklarda, sınır ötesine ait olması de evrensel olduğu anlamına gelmez. Bir ‘şey’, sanat yapıtında ‘içerik’ olamamışsa, o şiirin ürettiği bilgi olamamışsa, şiirin dokusundan kaynaklanmıyorsa, motiftir. Örneğin İlhan Berk’in bir şiirindeki, ‘ağzın bir grev yeri’ imgesinde yer alan ‘grev yeri’, bir içerik değil, bir motiftir.”

Salih Bolat’ın kitaplarının birçoğu ödüllere layık bulundu. Ödüller size ne ifade taşıyor? Bu konudaki düşüncelerini merak ediyorum…

“Ödüllerin bir sanatçıyı motive etmesi gibi bir işlevi olduğu doğru… Özellikle şiir gibi, gençlik kesiminde geniş ilgi duyulan bir türde, kendi şiirlerine dikkat çekmek, şiirlerinin okunmasını sağlamak için ödüllerin önemli işlevi vardır. Ama bazı genç arkadaşların bir ödül aldıklarında, bunu mutlaklaştırdıklarını görüyorum. Bu arkadaşlar artık şair olduklarını, bu açıdan tartışılmaz olduklarını düşünebiliyorlar. Bu bir yanılsamadır. Ülkemizin şiir ortamı ödüller açısından, zengin. Saygın şiir ödülleri var. Benim kitaplarımın çoğu dosya olarak bir ödül aldıktan sonra basılabildi. Ödüllerin önemli bir işlevi de, kitabınızın basılmasına olanak sağlamasıdır. Yayınevlerinin şiir kitabı yayımlama konusundaki cimriliği düşünülürse, bu da az bir olanak değildir.”

Şiirlerinizde doğanın ve nesnelerin çok fazla yer aldığı görülüyor. Bu bir tercih mi?

“Şiirimin içerdiği evrenin hakikat duygusu uyandırması için, genel olarak yapıldığı gibi sadece insanı gerçekliğin öznesi olarak kabul edemem. İnsan çevresi ile birlikte, onu kuşatan doğayla, canlı-cansız (aslında ‘cansız’ denilen doğanın da şiir bağlamında canlı olduğunu düşündüğümü belirtmeliyim) nesnelerle birlikte anlamlıdır. Dediğim gibi, şiir eğer yoğunlaştırılmış anlam ise -ki öyledir, yalnızca insanı estetize edilen gerçeklik olarak kavramak, bırakın şiiri, bütün sanatlara, hatta yaşamı yansılayan bütün dillere aykırıdır. Hani İlhan Berk bir yerde Nazım Hikmet’in şiirleri için ‘vıcık vıcık insan’ eleştirisinde bulunur ya, belki bu biraz abartılı gelebilir, ama burada söylenmek istenen tam da benim söylemek istediğim şeydir. İnsanı nesnelerden, ‘şey’lerden, doğadan, hayvanlardan ayrı, salt ele alırsanız, şiirinizin şematik bir gerçekliği düşme riski her zaman vardır.”

 

DERGİ’miz kapsamında da okurumuzu ‘şair ve şiirleri’ ile aydınlatan yazarımız Salih Bolat’ın yeni kitabı ‘Rüya Zamanı’nı bir kez daha kutluyorum.