İşte, Titanik’e binen Yahudilerin kaderi hakkında bazı ilginç gerçekler…
Eli Moskowitz, Ynet haber sitesinde İbranice yayınlanan “The Jews of The Titanic” isimli makalesinde şöyle yazıyordu: “White Star Line şirketinin listesine göre, gemide birkaç yüz Yahudi vardı.” Gurshon Cohen, Abraham Hyman ve Jenie Drapkin de dahil olmak üzere bazı Hasidik ailelerin çocukları da bulunmaktaydı. “Bazıları birinci mevkideki kamaralardaydı, ancak çoğu, göçmenler için ayrılan ve insanların hayatta kalma şansının en düşük olduğu üçüncü mevkideydi. Üçüncü mevkideki Yahudilerin kesin sayısı hala bilinmiyor.”
Yahudi yolcuları, isimlerine göre tanımlayan listeler olmasına rağmen, Moskowitz, (bazıları gemiye binmeden önce isimlerini değiştirip sahte kimlikle kaydoldukları için) daha fazla Yahudi’nin olabileceğini öne sürüyor: “(Rusya’dan) ayrılmanın tek yolu sahte belgelerle seyahat etmekti.”
Bu süre zarfında (1880’lerden 1920’lere kadar), tahminen 2,7 milyon Yahudi, artan dinî zulümden, kanlı Kişinev pogromlarından ve korkunç Kantonist kararnameden* kurtulmak için Rusya’dan kaçtı.
Ortak dil, kültür ve dinleri nedeniyle Yahudiler gemide birbirlerine sıkı sıkıya bağlı bir topluluk oluşturmuştu. Birlikte yemek yediler, dua ettiler. Kendilerine tahsis edilen yerler bile aynı idi. Moskowitz ile tarihçi-yazar Charles Haas’a göre, Titanik’in kardeş gemisi Olympia’da yer alan belge ve objeler, Titanik’teki Yahudiler için özel olarak ayrı bir koşer menü ve yemekler olduğunu kanıtladı. İki gemi aynı kapları paylaşıyordu, geriye kalanlarsa “etli” ve “sütlü” etiketli tabaklardı.
Yemek servisi sırasında sunulan standart menünün alt kısmında dahi, ayrı koşer seçeneği yazılıydı. Haas’a göre, Charles Kennel, Titanik’in hem Yahudi aşçısı hem de yemekleri denetleyen hahamıydı. O da dindaşlarının çoğunluğu ile aynı kaderi paylaşacaktı.
Titanik’in batışının yol açtığı büyük can kaybı birçok nedene bağlansa da, zamanla öne çıkan gerçek, geminin herkese yetecek kadar filika taşımıyor olmasıydı. Titanik’in tam kapasitesi 3.547 kişi olmasına rağmen gemideki filikaların toplam kapasitesi 1.178 kişiydi. Ayrıca kaza sırasında kadınlara ve çocuklara öncelik tanındığı için toplamda ölen erkek sayısı da çok yüksekti. Birinci ve ikinci mevki yolcularının filikalara erişimi bot güvertesine çıkan merdivenler ile daha kolaydı, fakat üçüncü mevki yolcuları için bu daha zordu. Alt kısımlarda kalan birçok koridor yüzünden filikalara giden yolu bulmak çok zordu. Ayrıca üçüncü mevkiyi geminin diğer alanlarından ayıran ve geminin arka kısmından ikinci kısma geçişi sağlayan kapılar kilitliydi. Bu nedenle üçüncü mevkidekiler arasındaki can kaybı son derece ağırdı. Gemideki 710 kişilik üçüncü mevki yolcusunun sadece dörtte biri ölümden kurtulabildi. HIAS (Hebrew Immigration Aid Society – İbrani Göç Yardım Derneği) kayıtlarına göre sadece 27 Yahudi hayatta kalmıştı.
Boğularak ölen tahmini 1.500 kişinin sadece 340’ının cesedi bulundu. Ölen Yahudilerin çoğunluğu bulunamadığı için, haliyle bu kişiler dinî kurallara göre gömülemedi. Moskowitz, hayatta kalan, ancak kocasının cesedi asla bulunmayan Zvia Meisner’in durumu hakkında da yazmış. Meisner, kocasının ölümünün şüpheli durumu nedeniyle yeniden evlenemeyen bir “agunah” kadın olarak, hahamlardan “şüpheli statüsü”nü satın aldı ve bu özel durum nedeniyle yeniden evlenmesine izin verildi.
Ünlü maden patronu Benjamin Guggenheim
Ünlü maden patronu Benjamin Guggenheim da dahil olmak üzere, bir dizi varlıklı Yahudi, o gece hayatını kaybedenler arasındaydı. Jewish Chronicle’a göre, Guggenheim’a can yeleği ve kadınlarla birlikte filikaya binme fırsatı verildi, ancak Guggenheim bu teklifi reddetti ve “Benim korkaklığım yüzünden kurtarılmamış tek bir kadın kalmamalı” dedi. Gazete, Guggenheim’ın “görevlilere, kadınları filikalara bindirmede vs. yardım ettikten sonra dudaklarında bir gülümseme ile öldüğünü” ekledi. Cesedi asla bulunamadı.
Ünlü alışveriş merkezi Macy’s’in sahipleri Isidor ve Ida Straus da o gece ölenler arasındaydı. “Önce kadınlar” politikası Ida Strauss’u kurtarabilecek olsa da, kocasını son saatlerinde terk etmeyi reddetti.
Macy’s’in sahipleri Isidor ve Ida Straus
Isidor’un kardeşi Nathan Straus’un da onlarla birlikte Titanik gemisinde olması gerekiyordu. Aslında Nathan ve Isidor çok kısa bir süre önce eşleriyle birlikte İsrail’i gezmişlerdi. Seyahat sırasında Nathan, özellikle Kudüs’te yaşayan Yahudilerin yoksulluğu ve muazzam dindarlığı karşısında şaşkına dönmüştü.
Gemi turuna katılmak için kardeşiyle birlikte dönmek yerine İsrail’de kaldı ve bu insanlara yardım etmek üzere planlar yapmaya karar verdi, böylece felaketle sonuçlanan bu yolculuğu “kaçırmış” oldu. O süre zarfında Nathan inançlarını takip etti ve Kudüs’ün yoksulları için aşevleri kurdu.
Nathan, hayatını borçlu olduğunu düşündüğü Kudüs Yahudilerine her zaman yardım etti. Orada, Straus Tıp Merkezi’ni, çocuk refah kurumları ve pek çok okul kurdu. Natanya şehrinin ismi onun adının onuruna verilmiştir.
Hayatta kalmayı başarabilen, şanslı bir üçüncü mevki yolcusu ise Abraham Joseph Hymnann’dı. Hymnann, kazadan sonra Manhattan’a gitti. Hemen her köşe başında koşer şarküterilerini gördükten sonra İngiltere’ye döndü ve bir koşer şarküteri açtı ve dükkâna “The Titanic” adını verdi.
Yahudi toplumu Titanik’in batışını, kolektif bir trajedi olarak gördü. Yidiş söz yazarı Solomon Small, Titanik’te ölenlerin anısına, o dönemde Amerikan Yahudilerinin duygularını yansıtan “Der Nasser kever” ya da “The Watery Grave” adlı orijinal bir şarkı kaleme aldı. Şiir, Ida Strauss’u onurlandıran bir dörtlükle sona ermişti.
Kantor / Hazan Yossele Rosenblatt, Titanik’in batışına ithafen bir “El Malei Rachamim” kaydetti. Ayrıca şarkıya İbranice sözlerle, “denizde boğulan ve ebedi yuvalarına giden Titanik halkı için” ekledi. Albümden elde edilen 150.000 dolarlık gelir, Titanik’te sevdiklerini kaybeden ailelerin fonuna bağışlandı.
Gemiden çıkarılanlar müzeye kondu
* Kantonist kararname:
Rus Çarı’nın Kanton Kararnamesi korkunçtu. Buna göre, Yahudi çocukları (bazıları 8 yaşında, çoğu 12 yaşındaydı) zorla evlerinden alınıp, 18 yaşında başlayıp 25 sene sürecek olan askerlik hizmeti için eğitim kamplarına alınmaktaydılar. Ancak Çar daha sonra Hitler tarafından taklit edilen bir şey daha yaptı. Yahudilerin kendi kurbanlarını seçmelerini sağlayacaktı, böylece Yahudi halkını da ahlaki olarak yok edecekti. Buna göre, her Yahudi cemaatinin doldurması gereken bir kotası vardı. Kontenjan dolmaz ise, doldurulmasını sağlamak için çeşitli yöntemler mevcuttu. Yöntemlerden biri, topluluk liderlerinin aile üyelerinin alınması ya da çoğu durumda kesin ölüm olan Sibirya’ya sürülmeleriydi. Yoksa, tüm kasaba sürgüne gönderilir ve yok edilirdi.
Bu gaddarca önlemler, o kasabadaki Yahudi müesses nizamın otoritesini, kaçışı olmayan bir ikileme soktu. Yerel makamlara 300 çocuğu teslim etme emri veren bir kararname düşünün. Bunlar, hangi 300 olacaktı? Ve o çocuklar nasıl seçilecekti?
Kulağa çok ürkütücü gelse de bazı topluluklar çocukları kurayla seçti. Diğer topluluklar hasta, sakat, yetim ya da yoksulların çocuklarını yani savunmasız olanları gönderdi. Yahudi cemaati içinde, chappers (“gaspçılar”) olarak adlandırılan bir gangster yeraltı dünyası oluştu. Kotayı doldurmak için çocukları sokaktan alıp kaçırıyorlardı. Ebeveynler bir çocuğu sabah okula gönderseler, onun akşam eve dönüp dönmeyeceğinden emin değillerdi.
Yerleşik insanların çoğu dindardı. Bu nedenle, çocukları ellerinden alınan fakir aileler, toplumu yönetenlere karşı nefret ve sonunda dine karşı bir nefret geliştirdiler. Pek çok büyük haham, olanları izlemeye dayanamadıkları için görevlerinden istifa etti ve şehri terk etti. Pek çok büyük haham, yapılan adaletsizliklere karşı çıktıkları için şehirlerinden kovuldu.
Kaynak:
aish.com
wikipedia.org
google.com