Geçtiğimiz yıldan itibaren, Galeri Direktörü, Sanat Danışmanı ve Sergi Küratörü olarak önemli sorumlulukları üstlenen Aslı Sabuncu ile UNIQ ArtVision Galeri’de, 16 Ekim tarihinde açılan ‘Spirits in Stones’ - ‘Taşlardaki Ruhlar’ adlı sergi hakkında Şalom Dergi için söyleştik.

Taş oymacılığı, Zimbabwe halkının el işi-taş işçiliğine paralel olarak Shona medeniyetinin bir özelliğiymiş. Zamanla antik şehir merkezlerinin terk edilmesine rağmen, Shona halkı günümüze dek kişisel eşyalar oymaya devam etti. Kendilerini Tanrı Mwari’nin yarattığına inanan Shona’ların, kabilelerine ait bir yaratılış hikâyeleri de bulunuyor. Geçmişlerinin tüm detayları bilinmemekle birlikte, yaklaşık olarak 1000’li yıllardan bugüne Zimbabwe nüfusunun çoğunluğunu oluşturuyorlar.

“Kimileri için, Afrika’nın kalbinde küçük bir ülkenin çağdaş sanata büyük bir katkı sağlıyor olduğu gerçeğini kabul etmek güç olabilir. Shona halkının ve atalarının ruhlarını yansıtan bu heykellerin çağrışımsal doğaları kesinlikle etkileyici, uyarıcı ve ilham verici. Bu heykelleri izleyen hiç kimse onlara karşı kayıtsız kalamaz…’’

Lord Chelwood, Kensington Times, 1984

Aslı Sabuncu’ya öncelikle, kendisini bize tanıtmasını rica ettik…

28 yaşındayım. Sekiz yaşında, annemin de desteğiyle Sanat Tarihi okumaya karar verdim. Akşamları birlikte BBC’de belgesel izlerken, ona, büyüdüğümde Mısır Bilimcisi olmak istediğimi söylemişim. O da beni karşısına oturtmuş ve tek tek arkeolog, sanat tarihçisi, antropolog gibi uzmanların, ne yaptığını anlatmıştı. Ailemle birlikte, küçüklüğümden beri, neredeyse her hafta sonu, bir müzeyi ziyaret ederdik. Müzelerin kilitli odalarını ve depolarını çok merak ederdim. O yüzden, Sanat Tarihi ile arasında kaldığım tek meslek, Müzecilik oldu. Marmara Üniversitesi’nde Sanat Tarihi okudum. Bilgi Üniversitesi’nde Pazarlama İletişimi yüksek lisansı yaptım. Bu sırada Liverpool, Roma Sapienza, Glasgow gibi köklü üniversitelerden, Modern Müzecilik, Sanat Suçları, Arkeoloji gibi çeşitli eğitimler aldım. Profesyonel anlamda ilk olarak 2012 yılında, Mabeyn Gallery’de başladığım galeri asistanlığından, Ertuğrul Ateş’in asistanlığına geçtim. Bunları, Karbon Gallery’de Eş-Direktörlük takip etti. Bu süreç içerisinde 10 karma, 22 kişisel sergide görev aldım; sayısız sanatçı ile çalışma şansım oldu. 2018 yılının sonundan itibaren, bu galeride, Otto Nagel ile birlikte çalışıyorum.

Art Vision Galeri’nin hikâyesini bizimle paylaşır mısınız?

Otto Bey, gençlik günlerinden beri, mimariyle birlikte, tasarım ve sanata da oldukça meraklı olmuş. Mimarlığa ilk başladığı 1960’lı yıllardan itibaren de sanat koleksiyonerliğine başlamış. Özellikle Yunanistan’da yaşamaya ve çalışmaya başladığı dönemde çok ciddi bir sanat çevresi oluşturmuş. Hatta anlatmayı çok sevdiği şöyle bir hikâyesi de var: Almanya’daki şirketi 1987 yılında oldukça zor bir dönem geçirirken, iş hayatını tekrar canlandırmak için Yunanistan’da bir villa kiralıyor ve tüm sanatçı arkadaşlarından bu evi bir nevi ‘donatmalarını’ istiyor. Continent/Carrefour’un sahibi Umberto Guido’yu davet ediyor ve gördüğü eserlerin Otto Bey’e ait olduğunu düşünen Guido çok etkileniyor. Böylece uzun yıllar sürecek iş birlikleri başlıyor.

Otto Bey bugün hâlâ, kendisini o günlerde, sanatın kurtardığını anlatır. 90’ların başında Türkiye’ye taşındıktan sonra Türk sanatıyla ve sanatçılarıyla da ilgilenmeye başladı. Kendi sanat girişimini başlatmadan önce uzun yıllar Türk sanatını takip etti. 2010’lu yıllarda Berlin’de tanıştığı Türk sanatçı İbrahim Coşkun’un eserlerini çok beğendi ve bu eserlerin kendi topraklarına dönmeleri gerektiğine inandı. 2015 yılında mimarı olduğu Uniq İstanbul’da bir sanatçı atölyesi kurdu ve İbrahim Bey atölyenin ilk sanatçısı oldu. İlerleyen dönemde Hüseyin Düzgün, Zofia Goss ve Maria Wirth de atölyeye eserleriyle katıldılar. Maria’nın direktörlüğünü yürüttüğü bir kardeş atölye/galerimiz de Berlin’de yer alıyor. Uzun zaman, İstanbul’daki atölyeyi bir galeriye dönüştürmeyi arzulayan Otto Nagel, tanışmamızın ardından Art Vision Gallery’i hayata geçirerek, bu hayalini de gerçekleştirmiş oldu.

Otto Nagel ile nasıl tanıştınız?

Sanatçı İbrahim Coşkun ile bir sergi ziyaretinde tanışmıştık. Otto Bey’in atölyesini galeriye dönüştürmek istediğini bildiğinden, bizi bir araya getirdi; ancak bizi bu amaçla tanıştırdığını ikimiz de bilmiyorduk. O gün, iki saat süren sohbetin ardından, Otto Bey bana hayalindeki galeriyi anlatmıştı. Çalıştığım galeri, faaliyetine ara verince, Otto Bey ile tekrar görüştüm ve 2018’in Aralık ayında, birlikte çalışmaya başladık.

Zimbabwe’de yaşayan Shona kabilesine ait sosyo-kültürel mesajlar içeren taş heykellerden biraz bahseder misiniz?

Taşlardaki Ruhlar’ galerimizin ilk sergisi. Modern Zimbabwe taş heykel kültürü, kökenlerini Rodezya’daki İngiliz sömürge döneminde buluyor. O dönemki adıyla Rodezya Ulusal Galerisi, 1955’te Avrupa sanatını sergilemek üzere sömürge hükümeti tarafından inşa edildi. İlk yöneticisi, hükümet tarafından davet edilen İngiliz müze küratörü olan Frank McEwen, 1956’da Zimbabwe’ye yerleşti. Braque, Picasso ve diğer birçok sanatçıyı tanıdığı için, Avrupa sanat topluluğu ile bağlantı kurdu ve yerel sanatın tanıtılması için yıllarca çabaladı. Bağımsızlıklarına kavuştuktan sonra ülkenin ismini, ülkelerindeki ünlü antik kalıntı alanlarındakiler gibi “Taş Evler” anlamına gelen “Zimbabwe” olarak değiştirdiler. Bu nedenle, önemli bir şekilde, çağdaş ülke hem kelimenin gerçek anlamıyla, hem de mecazi olarak antik taş heykellerle ilgili olarak oluşturulmuş.

 ‘‘Her taşın içerisinde bir heykel saklıdır ve heykeltıraşın görevi o heykeli ortaya çıkarmaktır.’’ Michelangelo

Kendilerinin yonttuğu bu taş heykellerin ruhu olduğuna inandıkları doğru mu?

Evet, öyle bir inanışları var. Günümüzde hâlâ birçok heykeltıraş, ‘Ataların Ruhları’ ortak temasını kullanarak McEwan tarafından belirlenmiş kültürel geçmişle uyum içinde eserler ortaya koyuyor. Heykellerin bir ortak teması da insanların hayvana olan metamorfozuna duydukları inancı vurgulayan yarı insan yarı hayvan figürleri betimlemek. Bu semboller, Afrika dinlerinin İskelet Tanrıları’na dair antik mitlere dayanıyor. Shona halkı gerçekten de ruhların her yerde daimî varlıklarına, kişinin hayatını etkilediklerine ve ruhsal yollar aracılığıyla soylarına arzu ve memnuniyetsizliklerini belirtebilme ihtimallerine inanıyor.

Sergide 70 kadar küçük ve büyük taş heykeller mevcut. Bazısının 750 kiloya ulaştığı, farklı ağırlıklarda olan bu heykelleri galeriye nasıl taşıdınız?

Heykeller öncelikle Gökhan Gül ve Klip Kuns Galeri tarafından Zimbabwe’den Türkiye’ye getirildiler. Çukurcuma’dan ArtVision Galeri’ye ise 12-13 kişilik büyük bir ekip çalışması ile taşındılar. Ortalama iki günde, üç kamyon ile zaman zaman vinçlerin de yardımıyla yerlerine yerleştirildiler.

16 Ekim’de Zimbabwe Büyükelçisinin de davet edildiği sergi açılışınızdan biraz bahseder misiniz?

Açıkçası, çok keyifli ve başarılı bir açılış olduğuna inanıyorum. Sanatçıların ve sanatseverlerin yanı sıra koleksiyonerler ve iş insanlarının da ilgisi yoğunluktaydı. Zimbabwe’den Türkiye’ye yeni atanmış olan Büyükelçi Alfred Mutiwazuka da davetlilerimiz arasındaydı. Açılışta, Büyükelçi Mutiwazuka, çok güzel bir konuşma yaptı ve tesadüf eseri kendisinin de Shona kabilesine mensup olduğunu söylemesi hoş bir rastlantı olarak akıllarda kaldı. Sergilenen bu heykelleri gördüğünde, kendisini evinde gibi hissettiğini de sözlerine ekledi.

Açılışa katılan, İzmirli bir iş adamının da yaklaşık 250 parçadan oluşan Shona heykel koleksiyonu olduğunu o akşam öğrendik. Aynı şekilde, 90’lı yıllardan beri, Otto Nagel’in de Yunanistan’da mevcut Shona heykel koleksiyonu var. Sanırım, o gecenin en mutlu ismi de yine Otto Nagel’di.

Dünyada ilk Shona sergisi nerede olmuş?

İlk Shona heykelleri sergisi, McEwan’ın çabasıyla 1962’de, Birinci Uluslararası Afrika Kültürü Kongresi sırasında, oldukça kapsamlı bir Afrika sanatı sergisiyle başlamış. Sergide Yoruba maskeleri, İfe ve Benin bronzları, Nijerya’dan gelen pişirilmiş toprak ve Shona heykelleri sergilenmiş. McEwan, heykellerle birlikte, Picasso’nun, Braque’ın ve Brancusi’nin tamamı bu heykellerden ve kültürden etkilenmiş eserlerinin fotoğraflarını sergiledi. Sergi Zimbabwe heykellerine uluslararası seviyede ilgi uyandırdı.

Açıldığından beri, bu sergiyi daha çok kimler ziyaret ediyor?

Sergiye ilgi oldukça yoğun. Sanatseverler ve koleksiyonerlerin ilgisi çoğunlukta olmakla birlikte, mimarların da ilgisi var. Heykelleri projelerinde konumlandırmak isteyen mimarlar ve iç mimarlar var. Ayrıca, bu taş heykeller, otellerin de ilgisini çekiyor. Büyük boyutlu heykelleri lobilerde, soyut formlu olanları bahçelerde ve daha küçük boyutlu olanları ise odalarda görmeyi seviyorlar. En yakın zamandan verebileceğim örnek Swissotel olabilir; orada da Shona heykelleri ile karşılaşabilirsiniz.

Nisan 2019’da galerinizde çok güzel bir etkinliğiniz olmuş. ‘Drink and Draw’ bu yıl da tekrarlanacak mı?

Sanatçı Arezo Khosroshahi’nin direktörlüğünde iki tam gün süren bir atölye çalışması gerçekleştirdik. Cuma akşamı Arezo ve katılımcıları bir araya getirip ön tanışma sağladık. Atölye çalışmasını ise Cumartesi ve Pazar günleri yaptık. Cuma akşamı herkesin enerjisi öyle güzel uyuştu ki, cumartesi günü katılımcı kişi sayısı 8’den 15 kişiye çıktı. Neredeyse herkes yanında birini getirmişti. Hem sanat atölyesi hem de biraz terapi gibi oldu herkes için, “Ben resim yapmam, yapamam ama merak ettim, eşimle geldim,” diyenler bile atölyeden “Artık her gün resim yapmalıyım!” diyerek ayrıldı. Bu yıl Arezo’nun kişisel sergisine de ev sahipliği yapacağız. 12 Şubat günü yeni sergi açılışımız olacak. Takip eden dönemde de yine bir atölye çalışması yapmayı planlıyoruz tabii.

Sergi 17 Ocak tarihine kadar ziyaret edilebilir.