Cumhuriyet’in kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk de devrin tüm liderleri gibi fotoğraf sanatına büyük bir ilgi duymuştur. Bu yüzdendir ki, kendisinin birçok fotoğrafı mevcuttur. Hiç kuşkusuz ki, “Cumhuriyet Devrimleri”ni anlatmanın en kolay yolu fotoğraf ve filmlerdir.
Mustafa Kemal Atatürk de bunun bilincinde olduğu için gittiği yerlere sık sık fotoğrafçılar davet etmiş, hatta aşağıda kimliklerini paylaşacağımız isimler kendilerini, “Atatürk’ün fotoğrafçısı” diye tanıtır olmuşlardır.
Cemal Işıksel
1904 yılında İstanbul’un Vefa semtinde dünyaya gelen Cemal Işıksel, ilköğretimini babası Beyazıt Müderrislerinden (Ord. Prof.) Nevşehirli Hasan Fehmi Efendi’nin memuriyeti dolayısıyla İstanbul ve Eskişehir’de yaptı. Orta, lise ve yükseköğrenimini ise Ankara’da tamamladı. Fotoğrafçılığa lise eğitimi sırasında babasının aldığı fotoğraf makinesiyle başladı. Dönemin önemli gazetelerinden olan Vakit Gazetesi’nde foto muhabirliği yaptı.
Kendisi, Mustafa Kemal Atatürk ile tanışmasını şöyle anlatıyor:
“1925 Mart ayı son günleriydi. Fethi Okyar Büyükelçi olarak Paris’e gidiyordu. Atatürk uğurlamaya istasyona geldi. Makinemi sehpaya yerleştirmiş bekliyordum. İstasyon binasından perona girerken kapıda karşıladım.
‘Bir dakika Paşam,’ dedim.
‘Peki, çocuk, çabuk ol,’ dedi.
1933 Mayıs ayında Çiftliğin yıldönümünde yine Atatürk’ün fotoğraflarını çekiyordum. Bir aralık gülerek bana döndü, ‘İlk seferinde bu kadar kolay çekemiyordun, değil mi çocuk,’ dedi.
Sekiz yıl önce istasyonda nasıl çalıştığımı hatırlayarak beni hayretler içerisinde bıraktı.”
Etem Tem
1901 yılında doğdu ve 15 Ocak 1971’de vefat etti. Atatürk’ün Büyük Taarruz sırasında Kocatepe’deki “Anıt Fotoğrafı”nı da çeken isim olan Etem Tem, Nazım Hikmet’in “Kuvâ-yi Milliye Destanı” adlı şiirinde:
Düşündü birdenbire kayalardaki adam
kaynakları ve yolları düşman elinde kalan bütün nehirleri
Kim bilir onlar ne kadar büyük
ne kadar uzundular?
Birçoğunun adını bilmiyordu
yalnız, Yunan’dan önce ve Seferberlikten evvel
geçerdi Gediz’in sularını başı dönerek.
***
Dağlarda tek
tek
ateşler yanıyordu
Ve yıldızlar öyle ışıltılı, öyle ferahtılar ki
şayak kalpaklı adam
nasıl ve ne zaman geleceğini bilmeden
güzel, rahat günlere inanıyordu
ve gülen bıyıklarıyla duruyordu ki mavzerinin yanında
birdenbire beş adım sağında onu gördü.
Paşalar onun arkasındaydılar.
O, saati sordu.
Paşalar: “Üç” dediler,
Sarışın bir kurda benziyordu.
Ve mavi gözleri çakmak çakmaktı.
Yürüdü uçurumun basına kadar,
eğildi, durdu.
Bıraksalar
İnce, uzun bacakları üstünde yaylanarak
ve karanlıkta akan bir yıldız gibi kayarak
Kocatepe’den Afyon ovasına atlayacaktı.
dizelerine ilham olmuştur.
Etem Tem, bu ölümsüz fotoğrafını şöyle anlatmaktadır:
“O sabah Kocatepe’de bulunuyorduk. Taarruz, şafak vakti saat beşte başlamıştı. Mustafa Kemal Paşa, günler ve geceler süren yorgunluğuna rağmen ayakta, vaziyeti adım adım takip ediyor, direktifler veriyordu. Bir ara kumandanlardan ayrıldı. Tek başına, kayalıklar arasında dalgın ve düşünceli dolaşmaya başladı. Zaman zaman sahra dürbünleriyle düşman cephesine bakıyordu… Bir aralık o kayalık tepenin ucuna geldi. Hafifçe eğilmişti. Başparmağı dudaklarının arasındaydı. Hemen objektifimi çevirdim, adeta nefes almayacak kadar bir sessizlik içinde deklanşöre bastım, resmini çektim. Saat 11’di… O gün 7×11 boyunda sekiz on rulo film çektim.”
Ferit İbrahim (Özgürar)
Türkiye’de ilk “foto muhabiri” vesikasını alan Ferit İbrahim Özgürar, İstanbul’un tanınmış bir ailesine mensup, Asiye Hanım ile Şam Askerî ve Mülkî Kaymakamı İbrahim Bey’in 1882 yılında, Üsküdar’da dünyaya gelen oğullarıdır. Küçük yaşta yetim kalan Ferit İbrahim, 16 yaşlarında annesi Asiye Hanım’ın hediye ettiği fotoğraf makinesiyle fotoğraf sanatıyla tanıştı. Beyoğlu’nda açmış olduğu fotoğraf stüdyosuyla devrin tanınmış simalarının fotoğrafını çekti. Ferit İbrahim, Cumhuriyet ve Osmanlı tarihinin önemli fotoğrafçılarından olması haricinde önemli bir ressamdır da. Bu özelliğini, stüdyosunda fotoğrafını çektiği kişiler için hazırladığı fon perdelerinde de sergiledi. Böylece Osmanlı ve Cumhuriyet tarihinin ilk içerik ve fonla fotoğraf çeken fotoğrafçılarından oldu. 1925 yılında dönemin İçişleri Bakanı Cemil Bey (Uybadın) vasıtasıyla Mustafa Kemal ile yolu kesişti. Ferit İbrahim 1953 yılında hayatını kaybetti.
Selahattin Giz
1914 yılında Selanik’te dünyaya geldi. Kendisine sünnet hediyesi olarak amcasının aldığı bir fotoğraf makinesi ile Cumhuriyet Gazetesi’nde 43 yıl boyunca foto-muhabiri olarak görev yaptı. Faik Şenol, Faruk Fenik ve Müeddep Erkmen ile birlikte Basın-Foto adlı bir ajans kurdu. Kendi deyişiyle “Sefil’den Safir’e kadar” her türlü insanı görüntüledi ve her türlü olayın fotoğrafını çekti. Cumhuriyet’in kurucusu Atatürk’ü de bu doğallık içinde pozlamayı tercih etti.
Selahattin Giz, Atatürk ile anısını şöyle anlatıyor:
“Atatürk denizi çok severdi. Rahmetli Florya’da bulunduğu zaman, imkân buldukça gider, resimlerini çekmek için kollardık. Akşamları genellikle deniz köşkünden çıkar, kürek çeker, sandalla dolaşırlardı. Sıcak bir gündü. Erken saatte gittim. Akşamüstü belki çıkarlar diye bekliyordum.
Alışkanlığının dışında, erken saatte, güneşin çok dik olduğu bir saatte sandalla çıktılar ve halka doğru geldiler. O kadar sıcak bir gündü ki, halk denize girmiş kimse dışarı çıkmıyor.
Gayet zayıf, eti derisine yapışmış bir şipşakçı vardı. O gün zavallı hiç iş yapamamış. Atatürk sandalla geldi, sandalı kumun üzerine çektiler, yaver işaret etti ve halk da geldi, burada, resimde gördüğünüz gibi o fotoğrafı çektik. Şipşakçı da çekti.
Ardından yine Başyaver Celal Bey’den duydum. O gün etrafı seyrederken köşkten o adamın haline acımış. Görmüş, hiç kimse resim çektirmiyor. ‘Hay Allah bir şey yapayım, faydam olsun’ diye sandalı hazırlatmış ve sırf o adama bir kazanç sağlasın diye, sahile gelip halkla resim çekme imkânı sağlamış. O fırsattan yararlanıp ben de resim çektim tabi.”
Ahmet Hamdi Martonaltı
1891 yılında “Ağalar” adlı varlıklı bir ailenin mensubu olarak Ahmet Efendi ile Hasibe Hanım’ın oğulları olarak Manastır’da dünyaya geldi. İlk ve orta öğrenimini burada tamamladıktan sonra 1911 yılında Manastır’ın Debre-i Bâla kasabasında telgraf memuru olarak göreve başladı. 1912 yılında Manastır’ın Sırpların eline geçmesi üzerine ailesi ile birlikte İstanbul’a göç etti. İstanbul’daki Büyük Postane’de telgraf memuru olarak görev yapmaya başladı. 1919 yılı temmuz ayından itibaren Mustafa Kemal’e özel olarak istihbarat verdi ve işgale karşı Kuvâ-yi Milliyecilere destek oldu.
Hamdi Bey’e soyadını kazandıran “16 Mart tarihinde Mızıka Karakolu’nun basılması” hadisesini, Atatürk Nutuk eserinde şu şekilde anlatır:
“Mustafa Kemal Paşa Hazretleri’ne özeldir. Bu sabah Şehzadebaşı’ndaki Mızıka Karakolu’nu İngilizler bastı. Oradaki askerlerle çarpışarak neticede şimdi İstanbul’u işgal altına alıyorlar. Bilgi için arz olunur.”
Ali Rıza Tuncay
1903 yılında Üsküp’te dünyaya geldi. Ankara’da gazetecilik yaptığı günlerde Fevzi Çakmak’ın kızının düğünü sırasında Atatürk’le tanıştı. Ali Rıza Bey, Atatürk’le tanışmasını şöyle anlatmaktadır:
“Sanki rüyada gibiydim. Hele bana ismimi sorduğu zamanı unutamıyorum. Kendisine adımın Ali Rıza olduğunu söyleyince, biraz yüzü asıldı. Şaşırmıştım. Ne olduğunu anlayamadım. Hata yaptığımı düşünmeye başlamıştım. Fakat daha sonra öğrenecektim ki, babası Ali Rıza Bey’i küçük yaşta kaybettiği için, hiç kimseye Ali Rıza diye hitap etmemiş. O kadar büyük saygısı vardı babasına. Bu yüzden bana hiçbir zaman adımla hitap etmedi. Saçlarımın sarı olmasından dolayı beni hep ‘Sarı’ diye çağırdı.”
Frédéric Gadmer
Yahudi banker, koleksiyoner ve fotoğraf sanatçısı Albert Kahn’ın, “Gezegenin Arşivleri” adlı fotoğraf projesi için dünyanın birçok ülkesine 1912-1929 yılları arasında gönderdiği fotoğrafçılarından biridir. Gadmer, Ankara’da kaldığı sırada, Mustafa Kemal Atatürk’ün de eşsiz olan renkli fotoğraflarını çekmeyi başardı. Geçtiğimiz yıl Şalom gazetesinde ilk kez yayınladığımız “Albert Kahn Arşivleri” için, aralarında Rauf (Orbay) Bey ve Mustafa Kemal (Atatürk) Paşa gibi Cumhuriyet’in önemli isimlerinin ve Ankara’nın millî mücadele dönemindeki halinin (autochrome / otokrom tekniğiyle) kendinden renkli fotoğraflarını çekti.
Foto Süreyya (Süleyman Süreyya Bükey)
1895 yılında dünyaya gelen, Foto Süreyya adıyla tanınan Süleyman Süreyya (Bükey) Bey, Mekteb-i Sultani’yi bitirip Mekteb-i Mülkiye’ye gitti ve 1915 yılında Çanakkale Savaşı’na katıldı. Cumhuriyet’in ilk zamanlarında stüdyo açarak portre fotoğrafçılığı yaptı. Ayrıca devrin önemli fotoğraf mecmuaları Foto, Foto Magazin, Hollywood Dünyası gibi dergilerde foto-muhabirlik yaptı.
19 Mayıs 1928’de Vakit Gazetesi’ne verdiği ilanda, “Foto Süreyya”yı şöyle tanımladı; “Fotoğraf makinesini almadan evvel lütfen Bahçekapı’da İş Bankası arkasında Süleyman Süreyya Müessesesini ziyaret ediniz. Her yerden ehvendir. Zira Süleyman Süreyya Müessesesi fabrika vekâletine haizdir.” Süleyman Süreyya Bükey, 21 Temmuz 1974 tarihinde hayata veda etti.
Esat Nedim Tengizman
1898 yılında İstanbul dünyaya geldi. 1921 yılında “Başkumandanlık Fotoğraf Subayı” olarak görev aldı. Millî Mücadele sırasında, cepheden haberleri bildirmek, bağımsızlık mücadelesini doğru anlatmak için en büyük etmendi. Atatürk, “Bu ölüm kalım mücadelemizde bir harp fotoğrafçısını yanımızda götürelim” diye emir verince Yedek Subay Esat Nedim (Tengizman) ve Etem (Tem) “Garp Cephesi Askeri Polis Teşkilatı Fotoğraf Zabitleri” olarak Kurtuluş Savaşı’nın ilk yıllarından itibaren Millî Mücadeleyi belgeleme şansına eriştiler.
Tengizman kendisini şöyle anlatır; “Garp Cephesi Askeri Polis Teşkilatı Fotoğraf Zabiti iken 15.2.1337 (1921) tarihinde Başkumandanlık Fotoğraf Zabitliği vazifesiyle Gazi Paşa Hazretleri Maliyeti Devletlerine aldılar. Terhis olduğum 14.9.1339 (1923) tarihine kadar Atamla beraberdim.”
Fotoğraf arşivinin önemli bir kısmı, İstanbul Üsküdar Çiçekçi semtinde oturduğu köşkün 1979 yılında yanmasıyla, ne yazık ki günümüze ulaşamamıştır. Savaşlarda türlü badireler atlatan Tengizman’ın yaşamı, 1980 yılında İstanbul’da geçirdiği bir trafik kazası sonrasında noktalandı.
Jean Weinberg
Ünlü bir Rumen fotoğraf sanatçısı olan Weinberg’in, Pera olarak bilinen Beyoğlu’nda “Foto Français” adında bir fotoğraf stüdyosu bulunmaktaydı. 29 Ekim kutlamaları sırasında, Mustafa Kemal Atatürk tarafından Türkiye’nin “ilk foto muhabiri” unvanı verilen Cemal Işıksel’in tripoduna bilerek tekme atması nedeniyle Atatürk’ün fotoğraflarını çekmesi yasaklanmış ve TBMM’de 11 Haziran 1932 tarihinde çıkarılan “yabancı fotoğrafçıların çalışmasının yasaklanması” hakkındaki kanun sonrasında Mısır'a gitmiş ve burada kraliyet mensuplarının fotoğraflarını çekmeyi sürdürmüştür.
Bu çalışmayı hazırlamamda yardımcı olan Yapı Kredi Yayınları, Levantine Heritage, TBMM Açık Erişim, Atatürk Kitaplığı, Esat Nedim Tengizman Blogu, MustafaKemalim Sayfası, İşte Atatürk Sayfası ve ayrıca Marion kullanıcı adlı Twitter takipçime sonsuz teşekkürler.