Panoraması bir karış toprak göremeyeceğiniz kadar yeşil, insanları sıcakkanlı, inekleri semiz, her köşesi temiz; deniz ürünleri, bira ve viski cenneti: İrlanda!



Fotoğraflar: Aslıhan Karay Özdaş

Bir yabancı henüz tanışmamış olduğun arkadaşındır.”
İrlanda atasözü

Panoraması bir karış toprak göremeyeceğiniz kadar yeşil, insanları sıcakkanlı, inekleri semiz, her köşesi temiz; deniz ürünleri, bira ve viski cenneti: İrlanda!

İrlanda’ya yakınlığım Boğaziçi Üniversitesi’nde İngiliz Edebiyatı okurken başlamıştı, ne önemli yazarlar bu memleketten çıkmıştı!

Çocukluk kahramanımız Gulliver’imizin babası Jonathan Swift, “Bir İrlanda centilmeni olmak İngiliz centilmeni olmaktan çok başka şeydir,” diyen Oscar Wilde, Pygmalion’un yaratıcısı Bernard Shaw, şairlerin şairi William Butler Yeats, ‘anlaması bir ömre sığmayan Ulysses’in James Joyce’u…

Sevdiğim yerlere defalarca gitmeyi severim...

İlk gidişimden sonra, İrlanda’yı beş kez ziyaret ettim. Öyle çok sevdim! Her ziyaretimde ayrı güzellikler buldum, her seferinde kendimi bu yemyeşil ülkeye ve iyi insanlarına daha yakın hissettim.

Uzun seyahatleri, iyi bildiğimiz yerleri kısa anlatmak nasıl da zor! En iyisi ben, bu işi kolaylaştırayım ve çok etkilendiğim pek çok yer arasından, ilk önce parmak kaldıranları sırasıyla seçeyim.

Mihmandarımız Deniz

Yakın arkadaşımız, anne tarafından Halikarnas Balıkçısı’nın torunu Deniz’in, babası İrlanda asıllıdır. Bizim İrlanda seyahatlerimizin mihmandarı da Deniz’dir. İlk gidişimizde beraberce yaklaşık on beş gün boyunca İrlanda’yı dolaştık.


Dublin

Dublin’de, alt kısmı bar, üst kısmı otel, eskiden Pazar sabahları severek seyrettiğimiz kovboy filmlerine set olabilecek, şehrin tam merkezinde, görülmesi gereken tüm noktalara yürüme mesafesinde çok sevimli, çok canlı bir yerde kaldık. Akşamları geç saatte otelin kapısı kilitleniyor, giriş çıkışlar bardan yapılıyordu. Sahibi eski bir rugby oyuncusu, hem eninden hem boyundan dolayı eğilip bükülmeden kapılardan geçemeyen Neil, bizleri daima misafirleri gibi ağırladı; en özel içkilerinden ikram etti.

Trinity College Kütüphanesi ve Marsh’s Library

Dünyanın en ünlü kütüphanelerimden, 1700’lerin ilk çeyreğinde inşa edilmiş, 65 metre uzunluğunda ve çok eski, değerli 200.000 kitap ile dolu Trinity College Kütüphanesi’nin ‘Uzun Oda’sı, özellikle sosyal medyada sıklıkla rastladığımız görsellerinden daha ihtişamlı, daha büyülü; kitapların heybetinden, insanın kendini Gulliver gibi devler ülkesinde bir cüce gibi hissettiği yer. Bir de az bilinen, çok eski bir kütüphaneden bahsetmeden geçmem imkânsız. İrlanda’nın ilk halk kütüphanesi, 1707 senesinde açılan Marsh’s Library. Uzun senelerdir orada çalışan, kütüphane sorumlusu bize hangi ülkeden geldiğimizi sorunca, Türkiye’deniz demiştik. Bize ‘Kütüphane’nin ilk Türk ziyaretçileri olduğumuzu söyleyince de çok şaşırmıştık. Kütüphanenin bazı bölümlerinde, olası kitap hırsızlıklarını önlemek için, 1770’lere kadar kullanılmış kafesler ve geniş bir el yazmaları koleksiyonu var.


Trinity College Kütüphanesi 

Ben teknoloji dışında yeni şeyleri sevmem, sevemem. Geçmişin ruhunu hissedebildiğim, hayal kurabildiğim mekânları, eşyaları severim. Bu sebeple de İrlanda’nın yeni yüzü ile hiç ilgilenmedim. Size eskileri anlatmaya devam edeyim.

Publar

Tam estetik anlayışıma uygun, zarif ve şık ‘The Bank’ pub restaurant Dublin’deki Viktoryen izleri taşıyor. 1894 senesinde yapılmış bir banka daha sonra renove edilmiş. Alt katında bankanın devasa kasalarını görmek, üst katında piyano eşliğinde kahve içmek, leziz yemekler yemek, zeminin, duvarların ve tavanın güzelliğini seyretmek için ideal bir mekân.

İrlandalıların sağlıklarını borçlu olduklarını söyledikleri Guinness ve vanilya notalarının tatlı tatlı ilk yudumu takip ettiği Jameson İmalathanelerine gidip, uzmanlık sertifikası almadan gelmek elbette olmaz! 1198 senesinde açılan ve hâlâ yaşayan İrlanda’nın eski pub’ı ‘The Brazen Head’e gitmemek ise imkânsız!

Publar İrlandalılar için çok önemli. İngilizlere karşı direnişlerini burada organize etmişler. Sosyal hayatın kalbinin attığı, her yaşta ve her meslekten insanın sohbet ettiği, teyzelerin, amcaların, anneanne ve dedelerin bir araya gelerek rutin buluşmalar gerçekleştirdiği yerler.

İrlanda’da trafik hariç her şey, ironik olarak “çok sevgili komşularımız” diye bahsettikleri İngilizlerin tersi. İngiliz pub’larırının aksine İrlanda pub’larının hepsinde çok iyi yemek yemek mümkün.

İngilizlerden çok farklılar

Kapılarını Kraliçe Viktorya öldüğünde siyaha boyayan İngilizlere inat, renk renk boyayışları, “The Irish Breakfast Tea”leri, sempatik ve yardımsever olmaları ile gerçekten de komşularından çok farklılar. Sokakta haritayı açıp baktığımda, etrafımda yardım etmek için on kişi toplanması kadar güzel bir şey hayatımda ilk defa İrlanda’da başıma geldi!

Dublin’de anlatacak çok şey var elbette: en ünlü eğlence merkezi Temple Bar bölgesi, devasa akçaağaçları, heykelleri, şehrin ortasından geçen nehri, geniş, sakin parkları, yazar evleri, klasik ve modern tiyatroları… Ancak zamanımız da kıymetli. İyi değerlendirmeli. Bunun için, Dublin’den biraz uzaklaşmayı teklif ediyorum; trene binip Howth adındaki balıkçı kasabasına varıyoruz.


Howth

Balıkçı kasabası Howth

Howth’da, koydaki fokları seyrettikten, deniz feneri önünde fotoğraf çektikten sonra deniz ürünleri, kızarmış keçi peyniri ve tatlı seviyorsak seçkin bir tatlı degüstasyona ev sahipliği yapan “Deep”te ziyafet sofrasına oturuyoruz. Deniz üstünleri marketini görünce buraya yerleşmeli diye düşünüyor, dönüş trenini beklerken, istasyonun pub’ında ‘cafe cognac’ ile ziyafete cila çekiyoruz.

Cork’da kendimizi şımartmak

İrlanda’yı daha yakından tanımak için biraz daha uzaklara, Cork’a gidip çok güzel bir otelde kalmak, avlusunda kahve içmek, şehri dolaşırken kukla tiyatrosu izlemek ve akşam gördüğüm en orijinal sunumlardan birini yapan restoranda kendimizi şımartmak da isteyebiliriz. Biz öyle yaptık. Tepesi su teresi ile süslenmiş fileto dülger balığını, kocaman bir patates püresi topu üzerine oturtmuşlardı ve böylece masallarda yaşayan kıvırıcı saçlı tonton bir mantar yaratmışlardı!


Ballinalacken

Masal gibi Doolin ve Ballinalacken

Masal deyince, şeker pembesi, saman çatılı evleri, çiçek açmış elma ağaçları, sürekli grup halinde sanki iş toplantısı yapıyormuş gibi ciddi ifadeli, tombulluktan ayakta duramayan danalarının pastoral manzarası ile Doolin’e geliyoruz… Atlantik kıyısında, otelin sahibinin ailesinden kalan, arazisinde 15. yüzyıla tarihlenen bir kalenin olduğu, sanki bir odasından Hercule Poirot’nun çıkacağı hissi veren, arkası büyülü bahçe, önü gotik bir roman tadında Ballinalacken’daki otelde kalıyoruz; ahşap, direkli yataklarda uyuyor ve otel sahibi ile akşam şömine başında tarihi hikâyeleri anlattığı sohbetlere katılıyoruz… Bahçede tavşanlara havuç, okyanusun üzerine düşen güneş ışıklarına selam veriyoruz. Biz Ballinalacken’a bayılıyoruz.

Edebiyat, tarih, doğa, kahve, bira, şampanya, sebze, meyve… Ne seversek sevelim, en güzelini bulacağımız ve en önemlisi muhakkak güler yüzle karşılanacağımız; her gününün yağmurlu olduğu söylenen ve her gidişimde beni tatlı tatlı gülen güneşinin kucakladığı güzel İrlanda!

Tekrar kavuşmak dileğiyle!