“Küçük şeyler meğer ne kadar büyükmüş.”
Bunu Prof. Dr. Üstün Dökmen’den öğrendim. Kitaplar, televizyon programları ardı ardına geldi. Ve Üstün Dökmen’i daha yakından tanımak istedim. Telefonun öbür ucunda bekliyordu adeta. İçtenlikle cevap verdi. Mütevaziliği elden bırakmadan, örneklerini doğru bir dille ve anlaşılır kılarak.
Bana da sadece yazması kaldı…

İlk ve orta öğretimini Erzurum’da, lise ve yüksek öğrenimini ise Ankara’da tamamlayan Prof. Dr. Üstün Dökmen 2008 yılında Türk Yazarlar Birliği tarafından “Küçük Şeyler” kitabı ile deneme dalında ödüle layık bulundu. Üstün Dökmen, “Üstün Dökmen Yaşam Boyu Gelişim ve Eğitim Akademisi”nin de kurucusudur. Halen Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi öğretim üyesidir.


Üstün Dökmen bir koltukta birçok karpuz sığdırıyor. Bunlardan hangisinde ailesinin etkisi ve desteğ
i var?
Hepsinde, annemin ve babamın etkisi, eşimin desteği var. Altı yaşımdayken roman ve tiyatro yazmaya karar verdiğimi söyledim. Annem, edebiyat öğretmeniydi ve avukattı, bana Fuzulî’nin bir şiirini söyledi. Fuzulî, “İlimsiz şiir temelsiz duvara benzer, gayet itibarsız olur” demiş. Anneciğim, “Üstün, bir bilim öğren, onda derinleş, sanatla sonra uğraş” dedi. Sözünü tuttum; psikoloji ve eğitim alanında profesör oldum. Artık bir süredir hedefim tiyatro ve roman yazmak. “Komşu Köyün Delisi” benim tiyatromdur. On bir romanım yayımlandı. Son romanımın adı “Direksiyon”. Sondan bir önceki “Ay Kapanı”.
Babam dökümcüydü; hem sanatçı, hem zanaatkârdı. Heykelleri de vardır, yaratıcı bir insandı. Mutfağa girer duyulmadık yemekler yapardı. Anasız babasız büyümüştü, çok sevecen çok yardımsever bir insandı. Annem ve babam yaşam tarzımın temelini atmışlardır.
Eşim Prof. Dr. Zehra Dökmen ile huzurlu bir yaşam birlikteliği, uyumlu bir aile ortamı kurmayı becerdik. Kendisi, televizyon programları yapmam ve topluma konferanslar vermem konusunda beni teşvik etmiştir.

Psikolog, yazar, eğitmen, televizyon programları derken yoğun bir programınız olsa gerek. Tüm bu yaptıklarınız arasında bağlantıyı kurabilir misiniz?
Bir veya birkaç işi, gerçekten seviyorsanız zaman kendiliğinden çıkıyor ortaya. Yüzlerce TV programı yaptım, binlerce konferans ve seminer verdim, otuz küsur kitap yazdım. Ve, ve, çok mutluyum ki, eşime ve çocuklarımıza bol bol zaman ayırdım. Ayrıca, ailemizden saydığımız, veteriner karnelerinde soyadımızı taşıyan kedilerimize ve köpeklerimize de zaman ayırdım. Üç kedimiz, üç köpeğimiz vardı; yaşlılıktan öldüler. Zaman çok. Az uyurum, çok çalışırım, çok eğlenirim; ama ailemle birlikte eğlenirim.


Kitaplarınız birer roman olarak da okunabiliyor, aynı zamanda birer başucu kitabı. Bu başarıyı neye borçlusunuz?
Eğer gerçekten başarılıysam, bunu üç şeye borçluyum: Bir - yaşamı sevmek, iki - işimi (yani psikolojiyi ve edebiyatı) sevmek, üç - çok çalışmak.

Kişisel başarıyı ve günümüzde başarıya ulaşmak için gerekli özellikleri söyleyebilir misiniz?
Bunun için iki temel şart var: a) Uygun çevre, b) Ruh sağlığı; yani sevmek ve çalışmak.
a) Çok fakir, kısır ortamlardan çıkıp başarılı olan az sayıda kişi vardır dünyada. Ancak buna bakıp çevre şartlarının önemsiz olduğunu söyleyemeyiz. Bugün dünyada üç milyar insanın evinde tuvalet, lavabo, musluk yok. Bunlar nasıl salgınlardan korunacaklar? Günümüzdeki salgın koşullarında uzaktan eğitim gerekiyor. İyi de, ülkemizde ve dünyada pek çok çocuğun bilgisayarı yok, evine internet ağı uzanmıyor. Bunlar nasıl okuyup da başarılı olacaklar? Yani yaşamda başarılı olabilmek için asgarî düzeyde de olsa uygun çevre şartı gerekiyor.
b) Freud’a göre ruh sağlığının temeli sevmek ve çalışmaktır. Eğer ruh sağlığında önemli sorunlar varsa, kişi önce bunu gidermelidir.

İçinde bulunduğumuz pandemi dönemini, psikolojik açıdan çok zedelenmeden atlatabilir miyiz, nasıl atlatabiliriz?
Atlatabiliriz. Dünya, çok pandemi, çok savaş gördü. Ancak psikolojik açıdan çok güçlü olanlar, zor ortamlara uyum sağlayabilenler hayatta kalabildiler.
Bu konu için YouTube konuşmalarımı dinlemenizi, Viktor E. Frankl’ın “İnsanın Anlam Arayışı” adlı kitabını okumanızı dilerim. Viktor E. Frankl, II. Dünya Savaşı’nda Nazi toplama kamplarında dört yıl yaşayıp hayatta kalmayı başarmış bir kişiydi. Frankl kitabında, “Hayatlarında en ufak bir anlamlı amaçları olan kişiler kamplardan sağlam çıktılar,” der.
Direksiyon” adlı son romanımda, yaşamda bir amaca sahip olmanın bir genci nasıl mutlu ve başarılı olmaya götürdüğü anlatılmaktadır.

Bence, anlamlı amaçları olan ve yaşam kalitelerinden karınca kararınca vaz geçmeyen kişiler hayatta kalmayı becerirler.
900 gün süren Nazi muhasarasını teslim olmadan atlatan kişi, Saint Petersburg’ta opera programını aksatmamıştı. Mustafa Kemal Paşa, Gelibolu’da ve Büyük Taarruz öncesinde geceleri roman okumuş, her gün tıraş olmuş, her sabah banyo yapmıştı.
Kıssadan hisse, karantina günlerinde yaşam kalitelerinden, mümkün olduğunca vaz geçmeyenlerin hayatta kalma ihtimalleri yüksek olacaktır. Söz gelişi, evlerimize kapandığımız günlerde, öz bakımımıza, kıyafetimize dikkat etmek, yaşama bağlılığımızın bir göstergesidir. Günlerce yıkanmamak, evde sürekli pijamayla dolaşmak, yaşama havlu atmak demektir.
Sıkıntılı zamanlarda ayakta kalabilmeleri için çocuklarımızı yılmazlık (rezilyıns) içinde büyütmeliyiz. Biz yetişkinler de yılmazlık düzeyimizi artırabiliriz. Önce insanın çok güçlü bir varlık olduğunu hatırlayalım. Çocuklarının ayağı tekerlek altına girdiğinde annelerin bir arabayı tek başlarına bir iki saniye için kaldırabildikleri gözlenmiştir.
Bir de şu: Çaresizliği, umutsuzluğu değil umutlu olmayı öğrenmeliyiz. Umutlu olmak, öğrenilebilen bir şeydir.
Umutlu olmaya şu ufak alıştırmayla başlamaya ne dersiniz?
Bu gece uyumadan önce yatak odanızdaki elektriği söndürüp etrafınıza bakın. Çevrenizde büyük ihtimalle zifiri karanlık göreceksiniz. Sadece on saniye bekleyin; odanız, belli belirsiz de olsa hafifçe aydınlanmaya başlayacaktır. Dolabın siluetini göreceksiniz. Şunu unutmayınız: Yaşamın perde aralığında daima bir ışık vardır, sabrederseniz, pek çok durumda ışık gelir sizi bulur. Gecenin en karalık olduğu nokta, sabaha geçmeden önceki andır.

ÜSTÜN DÖKMEN SÖZLERİ
Pencereniz kirliyse dışarı çıkıp manzarayı parlatmanız boşunadır.
Geçmişin keşkeleri ve geleceğin endişeleri, şu anımızı çalan iki hırsızdır.
Eğer kendinize yön arıyorsanız, yolunu kaybetmiş birine sormayın.
Ormanda ağaçlar tek ve hürdür ama aynı anda ekip halinde kardeşçe yaşarlar. Bir açıdan bakınca, birbirine bağlılar fakat bağımlı değiller. Ağaçlar bunu beceriyor ise, bizler niçin beceremeyelim?
Karşınızdakini gerçekten dinliyor musunuz yoksa konuşmak için sıra mı bekliyorsunuz?
Övgüde, iltifatta mehter adımı gidiyoruz da, olumsuzu söylemekte dörtnalayız.
Siz muhteşem bir evrende yaşayan ve onu beyninde taşıyabilen bir varlıksınız.
Madem böyle muhteşem insanoğlu, o halde niçin böylesine yalnız, mutsuz ve öfkeli… Bir yakınını kaybedenin yüreğinde o ilk gün kırk mum yanar, sonra her gün bir tanesi söner. Kırkıncı gün tek bir mum kalmıştır yanan. İşte o hayat boyu sönmez. Ve insan sadece ölümle kaybetmez sevdiklerini.