Küçükken babamın aldığı, Nadir Nadi’nin “Dostum Mozart”ı okumam ile başlayan, bağ kurduğum kişileri anlamak için çok araştırmak, temel meraklarımdan…
Saint Benoit’da okulun en haylaz öğrencilerinden biriyken, Arthur Rimbaud, Frederic Chopin, Henri de Toulouse Lautrec, Franz Liszt, Glenn Gould, J S Bach ve Boğaziçi Üniversitesi İngiliz Edebiyatı’nda okurken, en yakın arkadaşlarım, sırdaşlarım Oscar Wilde, Egon Schiele olmuştu.
Küçük yaştan gelen, klasik müzik ve baleye olan yoğun ilgim; ortaokul ve lisede AKM’de defalarca üst üste gittiğim, koreografilerini kendi başıma sahneye koyabilecek kadar öğrendiğim eserler, mesela Bahçe Saray Çeşmesi, Don Kişot… Ah Hülya Aksular, Oktay Keresteci, Sibel Sürel’li rüya rüya günler… Onların zerafeti, iyiliği, aydınlığı. Ve Nijinsky, Pavlova, Baryshnikov Hikâyeleri…
Ve elbette efsanevi Nureyev!
Fakat ne kadar da tanımıyormuşum üstün yetenekli bu sanatçıyı!
“Göçebe, asi, vahşi, güçlü, asil ve fatihim çünkü ben Tatar’ım.”
Annesinin adının Feride, babasının ise Hamit olduğunu bilmiyordum mesela... Müslüman Tatar bir aileden geldiğini. Trans Sibirya Demiryolu’nda yol alan bir trende, Baykal Gölü yakınlarında doğduğunu... ‘Yollarda doğduğunu ve bir daha hiçbir yerde durmadığını, sahneden başka bir yere ait hissetmediğini’ söylediğini...
II. Dünya Savaşı seneleri babası asker, uzaklarda… Şimdi Başkurdistan’ın başkenti olan Ufa’da, ahşap bir evin odasını iki aile paylaşırmış ve annesi Feride boşalmış şişeleri temizleyip pazarda satarmış.
İlkokul yıllarının başında, ayakkabıları olmadığından annesi onu sırtında taşıyarak okula götürürmüş. Üç ablasının eskileri ile büyümüş... Kirli, eski elbiseleri ve fakirliği yüzünden sınıf arkadaşları arasında adı “dilenci” imiş. İleriki yıllarda, arkadaşına bir oyuncak dükkânını göstererek, “Biliyor musun küçükken tek bir oyuncağım bile olmadı,” demiş. Küçücük çıplak ayaklarıyla halk dansları yaparmış. “İyi ki” diyor, “8-9 yaşında baleye başlamamışım, o zaman bana öğretilen hiçbir şeyi sorgulayamadan öğrenmek zorunda kalırdım.”
Nureyev ve müzik
“Tüm tutkularım içinde müzik benim en yakın arkadaşım, mutluluğa giden asıl yolumdur.”
Nureyev ile yapılan çok röportaj dinledim; aslında bir müzisyen, piyanist olmak istediğini sıklıkla tekrarlıyordu: “Benim gibi fakir bir çocuğun piyanosu olması imkânsızdı zaten babam ‘yanında taşıyamayacağın bir enstrüman, yani piyano yerine akordeon çal,’ demişti, ama sesini sevmiyordum bu aletin. Küçükken Devletin düzenlediği cenaze törenlerini izlemeyi severdim, Beethoven, Çaykovski çalarlardı.”
Yine aynı senelerde, kulağını radyoya yapıştırıp müzik aracılığı ile bulunduğu yokluk ortamından başka âlemlere gidermiş. Sonraları, coğrafya dersinde haritaya bakıp, ‘işte bir gün ben burada dans edeceğim, Milano’da dans edeceğim’ diye hayaller kurarken, aslında daha önce hiç görmediği yerlerde, çoktan dans etmiş olduğunu anlatıyor röportajlarında.
Sanat hayatında müzisyen olarak başlayamamış; başlayamamış ama folklor öğretmeninin baleye yönlendirmesi, babasının haberi olmadan sanki başka yere gidiyormuş gibi yapıp gittiği bale derslerine annesinin göz yumması sayesinde, Vaganova Dans Okulu’nun giriş imtihanını kazanmış ve orada piyano çalışmaya başlamış. Müzik dükkânlarından eski notalar almaya, konserlere gitmeye, etrafında kimse yokken kendi kendine piyano çalmaya da…
Yüksek müzik yeteneği ile müziğin her nüansının dansına yansıması, sonraları orkestra şefliğindeki azmi, aldığı klavyeyi her yere taşıyarak sürekli piyano çalışması, Karajan, Bernstein gibi üstatlardan şeflikte ilerlemesi icin cesaretlendirilmesi... 90 yaşına kadar yaşamak istemesi ve orkestra şeflerinin uzun yaşadığı ile ilgili naif fikri...
90 yaşına kadar yaşayamasa da müzisyenlik rüyasını gerçekleştirmiş: Dansı nasıl ciddiyetle ve azimle ele aldıysa, müziği de aynı şevkle ele alıp Viyana’da Wilhelm Hübner ile dur durak bilmeden çalışmış ve ilk konserinde Haydn’ın No 73 D majör Senfonisini, Tchaikovsky’nin Yaylı Çalgılar İçin Serenad’ını ve Mozart’ın K218 Keman Konçertosu’nu yönetmiş.
Yanından ayırmadığı klavyesinde sürekli Bach çalmış. Pek çok Nureyev balesinde orkestra şefi olan Michel Sassoon, “O çok büyük bir şef olamadı zira müzisyenlerle nasıl iletişim kuracağını bilmiyordu ama sanat hayatına bale yerine müzik ile başlasaydı, eminim en büyük orkestra şeflerinden biri olurdu” diye yazmış.
“Yeteneğim ve vücudumdan başka sahip olduğum hiçbir şeyim yoktu.”
Yıl 1961. Nureyev 23 yaşında. Kirov Balesi ile Paris’te turnede. Londra’ya gidecekler. Özgürlük arayışları, kurallara karşı gelmesi, Fransızlarla kurduğu arkadaşlıklar. ‘Hayır, sen Rusya’ya döneceksin,’ denilince havaalanında, soğuk savaş dönemiyle ilgili yapılan filmler gibi macera ve gerilim dolu saatler sonunda, Fransız bir arkadaşının yardımı ile burada Rudy’nin pek de haz etmediği tabir kullanacağım, “en büyük atlayışını özgürlüğe yaparak”, Fransız polisine, “Beni koruyun” demiş. Hakkında ihbar kararı çıkmış. İlerleyen günlerde yaralanması için dans ettiği sahneye KGB kırık cam parçaları atmış.
Annesi Feride ve Rudy
Benim okuduklarımdan, izlediklerimden gördüğüm, onun sanatsal özgürlüğü için ödediği en büyük bedelin annesini geride bırakması. Belki de yüksek başarı ve çalışma hırsını oluşturan temel unsurlardan en önemlisi de ödemek zorunda kaldığı bu bedel...
Nureyev iltica ettikten sonra annesi ile olan bir telefon konuşmasını şöyle aktarıyor:
“Anneme dedim ki, ‘Sürekli sorular soruyorsun, yüzlerce soru ama bir soru var ki, onu hiç sormuyorsun.’
‘Nedir o?’ dedi annem.
‘Mutlu musun, diye sormuyorsun.’
‘Mutlu musun oğlum?’
‘Evet anne, mutluyum.’”
Doğru! En büyük acısı, röportajlarda yüzüne gölge düşüren sorular sadece annesi ile ilgili olanlar, annesinin bir kere bile sahnede onu dans ederken görememesi...
Nureyev aurası
İltica ettikten tam 26 sene sonra, 1987’de iki günlük turistik vize ile hasta annesini görmesine izin veriliyor.
“…Kız kardeşi annesine sormuş, ‘Nasıl tanıyacağız anne, kardeşimizi bunca sene sonra?’ diye. ‘Onun,’ demiş annesi, ‘öyle bir duruşu, yürüyüşü vardır ki, kimselere benzemez, kendini her yerde fark ettirir.’
Bu karizma, aura Nureyev ile ilgili her yazıda, hatırada var. Sahnede değil sadece, bir davette o neşeli ise herkes neşeli olurdu, o kasvetli ise herkes kasvetli. Kimse gözlerini ondan ayıramazdı,” diyorlar.
İstanbul’da AKM’ye gelip, asansörden indiğinde etrafına yaydığı enerjiyi ve büyüleyici havayı da, o dönemde kendisini gören dansçılardan dinlemiştim.
“‘Kapıları kıran’ demişler benim için, evet her zaman kırdım kapıları ve bunu her zaman iyi bir biçimde yaptım.”
Girdiği her ortamda kendini hissettiren kişilik özellikleri, seyirciyle kurduğu yüksek bağ, hem zor, zorlayıcı, hem kırılgan, duyarlı, zaman zaman çok sert, bazen kırıcı ya da çok nazik ve çok sıcak bir insan.
Barishnikov bir röportajda, vahşi doğada daha önce hiç var olmamış, görülmemiş bir kır çiçeğine benzetiyor Nureyev’i: “Öylesine emsalsiz güzellikte, kökleri öyle sağlamdı ki, kopartmak iskânsızdı. Çok yönlüydü. Müthiş bir merak, üstün bir disiplin, içgüdüsel bir zekâ ile hedefe ulaşma azmi birleşmişti.”
“Ne istediğim bir kerede anlaşılırsa, dünyanın en tatlı insanıyım.”
Hep çalışkan, hem kendine ve hem başkalarına karşı sonsuz talepkâr. Sahneyi kutsal, çalışmayı sonsuz görüyor. Sadece sanat karşısında alçakgönüllü. Sadece sanata saygılı. Çok yüksek konsantrasyon ile uzun süreler çalışması, dansçıları çalıştırması, hataya tahammül edememesi, aklındaki mükemmele ulaşmak için tüm sınırları zorlaması… Taviz vermek Nuruyev’in kelime dağarcığında yok.
Paris Opera Balesi Direktörü
1983’te Paris Opera Balesi’ni yenilemesi için direktörlük teklifine evet diyor. Önceleri de benzer teklifler gelmiş elbette.
“Yapabiliyorken sadece dans edeceğim, dans ediyorum ve bunu iyi yapıyorum, daha sonra yapabileceklerimi şimdi yapmayacağım…”
Yönetici olunca herkes çok korkuyor. ‘Bir Nureyev yerine yüz Maria Callas ağırlamayı tercih ederiz’ denilen Rudy!
“Sizden isteğim vücudunuzla ilgili değil, kafanızla ilgili değişiklikler yapmanız, sizin için en iyiyi ve en iyi koşulları istediğimi bilmeniz.”
Gün ışığı alan yeni çalışma odaları, yeni repertuar, tüm hiyerarşinin yerle bir edilmesi: en genç en yetenekli dansçıları solist yapması.
Her türlü yardıma hazır, teşvik eden, büyük ilham ve heyecan kaynağı, çok yenilikçi bir direktör çıkıyor korkulan Nureyev’ten.
Bir kilim koleksiyoneri, çini sevdalısı
Türkiye’ye olan sevgisinde Tatar olmasının etkisi büyük muhakkak ki. Ege köylerini dolaşıp, kendi annesini, köyünü yâd eder, yerel kıyafetlerindeki köylü kadınları gösterip, “İşte anneme benziyor,” ahşap evleri, sokakları gösterip, “benim büyüdüğüm yerlere benziyor,” dermiş.
Kilimlere olan düşkünlüğü de bilmediğim yönlerinden biriydi Nureyev’in. Yatağının altında en az bir düzine kilim… Evlerinin dekorasyonunda Türkiye’den aldığı kilimleri ve hayran olup, Türkiye’den sipariş ettiği çinileri kullanmış. Kilim motifleri üzerinde dans etmiş, koreografilerine bu motifleri eklemiş. Dansa folklor ile başlamış ve folklorik ögelere, Doğuya olan ilgisini daima korumuş…
“İstanbul bir kültürün sentezidir.”
Türk kültürüne merakı, Topkapı Sarayı’na hayranlığı, tarihin ve doğanın iç içe geçtiği Gemiler Adası’nı almak istemesi, antik şehirleri dolaşması, köylerde rastladığı kişilerle kurduğu sıcak iletişim... Mavi Yolculukları... Tutkuyla istediği Gemiler Adası’nı alamıyor ama ada rüyasına, hayatının son zamanlarında inzivaya çekileceği İtalya’da aldığı ada ile ulaşıyor.
Uyuyan Güzel balesini İstanbul Devlet Opera ve Balesi ile sahneye koymuş. İstanbul’a geldiğinde arkadaşı Yasemin Pirinççioğlu’na şöyle demiş: “Allah burayı özene bezene yaratmış. Ondan sonra Türkler Orta Asya’dan yerel kültürleri süzgeçten geçire geçire bir sentez yaratmış, bu sentezi böyle güzel bir şekilde ortaya ortaya koymuşlar. Kubbeler, minareler, çiniler... Burası birçok kültürün sentezidir.”
Ömür boyu dost, Nureyev ve Fonteyn
“Sahip olduğum tek aile, Margot Fonteyn”
Kalabalıklar arasında yalnız, tüm duygularını ifade edebildiği tek yer sahne; ülkesi sahne, sahip olduğu tek aile Margot Fonteyn...
Margot Fonteyn anlatıyor, “Önce çok koktum,” diyor, “42 yaşındaydım, o ise sahnelerde sıçrayan atlayan genç bir aslandı.”
İşte bu ikili... Beraber dans etmek için doğmuşlar: Fonteyn ve Nureyev... Büyük bir arkadaşlık, muhtemelen aşk, sanat ve ömür boyu dostluk... “Kuğu Gölü’nün sonunda beyaz tütüsü ile sahneden çıkarken, peşinden dünyanın öbür ucuna gidebilirdim” dediği, “sahip olduğum tek aile, azize” olarak bahsettiği Fonteyn. Ne de olsa evrende hiçbir şey kaybolmaz. Ben bir yerlerde dans ediyor olduklarına inanmak istiyorum.
“‘Pas de deux’ bir aşk diyaloğudur, partnerlerden biri sağırsa diğeri ne yapsın.”
Ölen bir adamın mirası: La Bayadère
23 yaşında, Paris’e merhaba dediğinde, 1961’de Kirov Balesi’nin La Bayadère temsilinde Solor idi.
55 yaşında, hayata gözlerini yummak üzere iken, vedası koreografisini yaptığı bale yine La Bayadère idi. Aynı eserle, aynı sahnede, bu akşam Kültür Bakanı tarafından “sanata hizmet nişanı” alıyor.
“Ölen bir adam vardı karşımızda, ama vedasını ölüm ile değil, sanat ile yapıyordu.”
Prömiyer sonunda, çok hasta bir vaziyette zorlukla sahneye geldiğinde, hem kendisi hem izleyiciler son kere sahnede olduğunu biliyorlar… Önce bir sessizlik olmuş. Ayrılığın, vedanın, saygının sessizliği. Sonra, uzun uzun ayakta alkışlar... Gözlerine baktım bir fotoğrafta, hüzünle değil, mutlulukla parlıyor.
Balede Nureyev etkisi
Balede, erkek dansçının etkisini yeniden şekillendirerek, güçlendirerek yaptığı devrim. İngiliz, Danimarka, Fransa ve Rus balelerini ve tüm dünyadan öğrendiklerini, aldıklarını sentezleyerek kendi balesini yaratması.
“Bir adımını görünce Nureyev’e ait olduğunu anlarsınız,” diyor Laurent Hilaire. İlham veren onlarca koreografi… Bale ile halkı buluşturan Muppet Show’lardaki eğlenceli bir misafir, Kral ve Ben’de başarılı müzikal oyuncusu, pek çok filmde aktör Nureyev…
1993 Ocak ayında sonsuzluğa gözlerini açıyor
Üstün yetenekli insanların çok üretken olduklarına, asla duramadıklarına olan inancım daha da kuvvetleniyor Rudi’yi de tanıdıkça. Vefatına yakın zamana kadar inzivaya çekildiği adada her sabah kalkıp dans etmiş.
Bir trende yokluklar içinde hayata başlayan, kendini “Ben bir sanatçıyım” diye tamımlayan, son nefesine kadar her şeyini sanata veren, insanın insana ve dünyaya inancını arttıran Rudy.
“Balelerim yaşadıkça, ben yaşayacağım.”