İngiltere, kraliçesinin kocasını, 99 yaşındaki Prens Philip’i Nisan ayında kaybetti. Duyar duymaz haberi kiminle paylaştıysam “Allah taksiratını affetsin! Daha ne olsun be Lena? 99 yaşında!!!” diyordu. Çok doğru, 99 yıl… Bir asır… ama göçen aynı zamanda asırlık bir değer! Çınar ağacına bile, tarihe tanıklığına binaen “asırlık çınar ağacı” demiyor muyuz?

Kız çocuğu olarak hep krallı, prensli-prensesli hikâyelerle büyüdüm diye midir, oldum olası sempati ile bakmışımdır kraliyetlere. Gençliğimde yabancı bir dergiden kesip saklamışım mesela bugüne kadar, Prenses Margaret’in düğün fotoğrafını! E-5’in çocukluğumdaki adı Londra Asfaltı iken, “Batı yönünde dümdüz yürürsek, demek ki o büyülü hülyaya, Kraliçe Elizabeth’in oraya varırız” sanırdım.


Willem-Alexander,Kraliçe Máxima & Prenses Beatrix Kurtuluş günü konserinde.


Pembe bir dünyaydı benim için Kraliyet dünyası. Ama bu konuda yalnız değilim. Her ne kadar çağdaş ve sosyal düzen toplumları aleyhindeyse de kraliyetlerin, Hollandalılar mesela nasıl seviyorlar kraliçelerini! Birkaç kez yerinde izleme şansını yaşadığım 4 Mayıs Kurtuluş Günü arifesi, geleneksel Amstel Kanalı üzerindeki açık hava konserine gelişini beklerken, Beatrix, elimi uzatsam tutacak mesafeden geçtiğinde (o kadar da korumasız!) işte o çocukluk heyecanımı yaşadım. Yetmedi, finalde çiçeklerle bezeli teknesinde ağır ağır uzaklaşırken kanallar boyu doluşmuş halkı hep bir ağızdan II. Dünya Savaşı’nın simgelerinden Vera Lynn’in “We zullen elkaar weer ontmoeten” (We’ll meet again) şarkısı ile Amsterdam’ı inlettiğinde gözlerimden yaş bile geldi.

Edinburg Dükü Philip
Cenazeyi izliyoruz televizyondan, Windsor kraliyet şatosu koca bir alan! Binalar, parklar, pırıl pırıl arabalar, yüzlerce personel, hizmet kıyamet… Ne paralar dökülüyordur diyoruz, öyle böyle değil, üstelik de bunlardan kaç tane var Elizabeth’in mülkiyetinde! Törenden sonra, millet dağılmaya başladı. “Nerede toprağa verilecek?” derken, hiç birimiz dikkat etmemişiz ki, daha katedralin içinde iken katafalkın üzerindeki tabut özel bir mekanizma ile, açılan bir delikten katedralin altındaki crypte (gömüt)’e indiriliyor.


Tabutun crypt'e indirilişi

“Royal Vault” (Kraliyet Mahzeni) de denilen ve Kral Henry VIII dâhil 24 kraliyet mensubu ile bir zamanlar annesi Prenses Alice’in de Kudüs’e nakledilmeden önce yirmi yıl kadar yattığı bu koca gömütte, Elizabeth’in ölümüne kadar kalacak. Ondan sonra karısı ile birlikte yine Windsor mülkü dâhilinde 5-6mil ötedeki Frogmore mozolesine, kayınvalidesi Kraliçe Victoria, kayınpederi, ve onun tabutunun yanına asılmış baldızı Prenses Margaret’in külleri ile birlikte ebediyen dinlenecekler.

Noktanın konduğu yere gelene kadar, görüntüdeki o şaşaa, o zenginlik, dinginlik, evlatlar, torunlar, davetler, seyahatler, Kraliçenin o ünlü tören faytonu… aynı bir peri masalı değil mi? Oysa hepsinin bir bedeli var. Ve o bedel, bazen herkesin, mesela Prenses Diana gibi, mesela Meghan Markle gibi, çağdaş insanların ödemeyi göze alamayacağı kadar yüksek.


Soy fotoğrafı

Mavi kan ve çürümüşlük
Kendinden, kişiliğinden feragate adanacak bir disiplinde yetişir/yetiştirilir mavi kanlılar ancak, bu çağda o performansa ulaşmak artık çok ender. Mavi kanlılar dedim değil mi? Ne demek mavi kanlılar? Asil soya mensup olanlara hep öyle denilir. Şunun için öyle denilir: soylular, her türlü hastalık ve özellikle vebadan korunmak için gümüş tabletleri yutar, gümüş çatal-bıçak takımları kullanır, ancak gümüşün fazlası deri rengini bozartan, “argyria” adlı bir cilt hastalığına yol açar.

Gel gör ki, kraliyetlerin tek sorunu argyria değil ki! Varlıklarını korumak için toprak ve hâkimiyet derdi peşinde koşmanın yanı sıra, bu soyluların yaşamları, içten içe bir çürümüşlükle kaynamaktaydı. Otoritenin tek kişi üzerinde olduğu bir yönetim biçimidir Kraliyet veya siyaset bilimindeki adı ile Monarşi. Onu diğer yönetim biçimlerinden ayıran en önemli özellik, Devlet Başkanı bu yetkiyi yaşamı boyunca elinde bulundurmakla kalmaz, öldükten sonra kendi soyundan birine (oğlu, kardeşi) devreder. Tarih sahnesinde, ister Hükümdar, Kral, İmparator, Şah, Çar, Padişah, Prens, Emir, Kağan, Hakan diye adlandırılsın, çoğu zaman Tanrı’nın temsilcisidir, hatta Mısır firavunlarında görüldüğü gibi, cezalandırma ve bağışlama yetkilerini elinde tutan Tanrı’nın kendisidir!

Bu hükümranlıklar, hâkim bir soyun nesillerinin seçkinliğini ve kanlarının safiyetini korumak için 20. yüzyıl ortalarına kadar aile içi evliliklerle hep birbirlerinin akrabalarından türeyen hanedanlar oluşturdular ve Firavun Tutankamon’un yamru-yumru ayaklarından tutun da, Habsburg Hanedanının çenesine, hemofili kalıtımına kadar geniş spektrumlu hastalık taşıyıcı soylar yetiştirdiler. Tutankamon’un üvey annesi Nefertiti, aynı zamanda kayınvalidesiydi. Belirgin bir dişlek olan kral Tut, aynı zamanda burkuk ayaklı ve yarık dudaklıydı. 18 yaşında ölmeden önce, büyük bir ihtimalle skolyoz bile olmuştu!

Aile içi evlilikler ve hastalıklar
Önceleri Avusturya ve İspanya Kraliyetleri, daha sonra da İngiliz, Alman, Fransız, Rus ve özellikle kutsal Roma İmparatorluğu tahtlarına oturan Habsburg Hanedanı mensupları ise “Habsburg Jaw”(Habsburg çenesi) diye bilinen Prognathism (üst veya alt çenenin belirgin olarak öne çıkması, alt dudak sarkması, hatta zaman zaman dilin ağza sığmaması) mağduruydular.


İspanya Kralı Charles II (Habsburg çenesi)


Genetik deformasyon yanında erkek mensuplarının fertilite sorunları nedeni ile yüzlerce yıl Avrupa’nın en etkin hanedanlarından biri olan Habsburg Hanedanı, 18. yüzyıl içinde eridi ve kraliyet sahnesinden çekildi. İspanya’nın son Habsburg Hanedan mensubu Kral Charles II’nin de anne ve babası dayı-yeğendi. Birkaç nesillik akraba evlilikleri sonucunda çenesi çok belirgin derecede sarkıktı ve zor konuşabiliyordu. Dört yaşına kadar konuşamadı, altı yaşına kadar da yürüyemedi, dolayısıyla okula da gidemedi. İki evliliğinde de çocuğu olmadı. Son yıllarında gittikçe melankolikleşti ve işi atalarının mezarlarını açtırmak tutkusuna kadar vardırdı. Otuz sekiz yaşında öldüğünde ciğerleri erimiş, bağırsakları çürümüş, testisleri kömürleşmiş, kalbi karabiber tanesi boyunda olmuş ve kafatası su doluydu.

Portekiz Kraliçesi Maria her ne kadar büyük idari değişimlerle öne çıkan ve Portekiz’i ilk kraliçelik ile yönetilen ülke haline getirdiyse de, o da aile içi evlilik meyvesiydi. Babası klostrofobik, kendisi de obsesif bir yapıdaydı. Ailesinde akıl hastaları, melankolikler, manik depresifler vardı. Yetmedi, dayısı ile evlendirilince, kendisi de ellili yaşlarda demans oldu. Çığlıklarının, kapatıldığı manastırın duvarlarında yankılandığı kayıtlıdır.

Akraba evliliklerinin en çarpıcı örneklerinden biri de İngiliz hanedanından Kraliçe Victoria. Porphiria denilen ve akıl sağlığını tehdit eden bir hastalığın son taşıyıcısı iken, asil kanın safiyetine olan inancından dolayı, onda doğal olarak gelişen hemofilinin, ailesi üzerinden yine kapalı evliliklerle İspanyol, Alman ve Rus hanedanlarına geçmesinin aracısı oldu İspanyol Kraliyetindeki prenseslerde taşıyıcılığın sürdüğü rivayet edilmektedir. Hatta kendisi de bir Habsburg hattı mensubu olan İspanya Kralı Juan Carlos’ta bile, atalarından kalan belirgin bir çene görüntüsü var gibi değil midir?

İspanya Kralı Juan Carlos

Son Rus Çarı İmparator Nicholas II’nin tek oğlu Tsarevits (Prens) Alexei Nicolaevich kraliyet hemofillerinin en ünlüsüdür. Kraliçe Victoria’nın torunu olan annesi Alexandra Feodorovna’dan ona miras kalan hastalığı hep gizli tutulmuş olsa da anne ve babasını politik mücadelelerinde zayıf bırakmıştır. Hastalıkla mücadelede oğlu için her imkânı zorlayan anne, Rasputin denilen tehlikeli papazın tuzağına düşmüş, bu zaafı Rus İmparatorluğunu çöküşe sürüklemiştir.


Prens Philp ile annesi Prenses Alice

Prenses “Alice of Battenberg”
Doğuştan sağırdı Prens Philp’in annesi Alice of Battenberg. Kraliçe Victoria’nın bu torununun kızının, Yunanistan ve Danimarka Prensi Andrew ile evliliğinden Alman hanedanlarına gelin giden dört kız ve Philip ile birlikte beş çocuğu oldu.


Prens Philip'in 3 kız kardeşi Nazilerle evlenmişti

Philip küçükken, aile Yunanistan’dan sürgün edilince İngiliz Sarayına döndüler ve Philip orada yetiştirildi. Ancak, bu kovulma, Alice’in ruhsal dengesini bozdu ve Freud’un bile incelediği bir “paranoid şizofreni” vakası oldu. Tekrar Yunanistan’a dönüp bir manastır kurdu ve rahibe oldu. II. Dünya Savaşı şartlarında varını yoğunu satarak bizzat yardım ettiği yaralılar yanında, Yunanistan’ın Almanlarca işgal edilmesi esnasında Cohen ailesini, kızları ile birlikte evinde saklayıp Gestapo sorgulamasından sağırlığını öne sürerek kurtulması, Holocaust Remembrance Center Yad Vashem tarafından göz ardı edilmeyerek yıllar sonra kendisine “Righteous Among the Nations” (Uluslararası Dürüst) takdiri verildi. Yunan cuntası esnasında ikinci kez sürgün edilen Alice, ondan sonra artık ölene kadar oğlunun yanında Buckingham Sarayında yaşadı. 1969’daki ölümünden 20 yıl sonra da vasiyeti üzere, Kudüs’te, Hz. İsa’nın son duasını yaptığı Getsemane bahçesindeki Rus Ortodoks Kilisesinin bahçesine defnedildi.


Prens Philip annesinin “Righteous Among the Nations” (Uluslararası Dürüst) takdirini alırken, 30 Ekim 1994 - Yad Vasham

Ah şu Amerikalılar!
Modern zamanlarda mavi kanlılar, artık kökten değişen evrensel sosyal yaşam gereği, yavaş yavaş birbirleri ile evlenmek kuralını yıktılar. Gel gör ki, “Şu Amerikalılar İngiliz monarşisinin köküne darı ekecek!” diyordu kem gözler. Önce iki defa boşanmış Vallis Simpson ile evlenmek için tacını reddeden Kraliçe’nin amcası Edward VIII, şimdi de her şeyi ortada bırakıp Prens Harry’yi ve bebeğini alarak Amerika’ya yerleşen Meghan Markle. Üstelik özellikle de Diana krizinden sonra, siyahî kan taşıyan Meghan için Elizabeth, salt Kraliyet düzenini muhafaza etmek için kurallarının sınırlarını geniş tuttuğu halde!


Meghan Markle, eşi Prens Harry ve Kraliçe Elizbeth


“Zordur, kızım çoban olmak,”
derdi babam. “Birini tutarsın kuzuların, bakmışsın öteki kaçmış!” E şimdi, hangi birini zapt etsin, çocuk ağzı dönmediği için kendisine “Lilibeth” diyen, aile arasında ve kocası Philip tarafından da özelinde öyle çağrılan zavallım Elizabeth!

Üzerinde güneş batmayan imparatorluğun sorumluluğu yetmezmiş gibi, her biri ayrı telden çalan bir yandan oğulları, bir yandan kızı, torunları…

“Ağırdır kraliyet tacı” diye bir deyim vardır bizde, Allah gayret-kuvvet versin…