(Haber fotoğrafı: Afganistan Kraliçesi Soraya Tarzi (1919-1929) kızlarıyla birlikte, Prenses Indiana'nın Roma'daki düğün partisinde)
Son günlerde ABD Başkanı Biden’ın, askeri güçlerini Afganistan’dan çekme kararı, özellikle de çaresiz insanların can havli ile havalanmakta olan uçaklara tırmanış sahneleriyle dünyanın dikkatini yeniden bu bölge üzerinde yoğunlaştırdı. Durum muhtelif ortamlarda politik, stratejik, insani açılardan değerlendiriliyorsa da…
“Dünyanın sonu”
İlk okuduğum romanlardandı, “Çingene’nin Aşkı”. Gururları nedeniyle bir türlü bir araya gelemeyen Roman çiftteki kıza falcı, bir yol ayırımına geleceğini, sola saparsa sevdiğine kavuşacağını ama sağa saparsa da onu ebediyen kaybedeceğini anlatıyordu. Romanın sonunda kızın inatla ve bile-bile ayırım yolunu seçmesi beni ne hayal kırıklığına uğratmıştı! İnsanların çoğu zaman göz göre göre de yanlış yolu seçebileceğini ancak ileri yaşlarda idrak edebildim. Yine, yaşamı yeni tanımaya çalıştığımız yıllarda her zamanki gibi çok yaygındı ve çocukluğumun kâbusuydu mesela gerek iklimsel, gerekse coğrafi veya politik nedenlere dayalı “dünyanın sonu” senaryoları. Yine de umursamaz, hep derdim ki dünyanın stratejik geleceğini tayin eden onca aklı başında büyük ve güçlü ülkeler, ellerinde her türlü imkân varken illa ki bir çare bulacaklardı canım! Kim bile-bile kendini, geleceğini yok edecek yolu seçerdi ki? Ama seçermiş demek ki!
İşte Ortadoğu, işte Afrika’nın açlığı, işte göçler, işte küresel ısınma, yetmedi pandemiler, işte Afganistan!… Bu güne kadar kim, hangi yaramıza ne ile ne zaman, nasıl çare bulmuş ki? Ne ses getirmişti bir ara hep bir ağızdan, dünya halkları olarak söylediğimiz “We are the world!” şarkısı. Sonuç? Hepimiz açıkça gördük/görüyoruz ki, kısa süreli bile olsa, çıkarlar söz konusu olduğunda, insan karşılığında neyi/neleri feda ettiğini umursamaz. Demek ki, bir ve tek gerçek var, “We are the World değil, we are homo homini lupus!”
Jimmy Carter'ı deviren esir krizi
Batı’nın mantığı: Yesinler birbirlerini!
Afganistan’daki savaşlar birkaç yüz bin cana ve trilyonlarca dolara mal oldu, ancak Taliban şimdi yeniden iktidara geldi ve Batı’nın önde gelen güçlerinin tek yapabildiği, diplomatlarını Kabil Havaalanı’ndan tahliye etme yarışına girmek. İngiltere Savunma Bakanı Ben Wallace, ABD liderliğindeki 20 yıllık bir savaşın ardından Batı’nın buralardan çekilmesi ve Taliban’ın yerleşmesinin, El Kaide militanlarının Afganistan’da bir yer edinmesine olanak sağlayacağından korktuklarını ifade ederken, “Dünya çapında radikal İslamcıların, bu olanları zafer olarak algılamasından, bunun da diğer teröristlere ilham vermesinden korkuyoruz” dedi. Öte yandan “The Guardian” Biden’ı alaya alıyordu:
“Franklin Roosevelt olmak isterken, Jimmy Carter oldu! Muhafazakâr bilgelik budur işte! Afgan fiyaskosu Biden’ı yemekle kalmayacak, 2021 Kabil, 1979’da Tahran’ın Carter’a yaptığını yapacak. (Humeyni devrimi esnasındaki esir krizi Carter’ın sonu olmuştu. 52 Amerikalı esirin 444 günlük esareti Carter için büyük bir hezimetti) Bu arada Batı’nın olaylara müdahale etme görevi olduğu masalı da Afganistan ve Irak’ın enkazına gömüldü.”
Hâsılı, Batı dünyası kaygılı, ama kimse küçük parmağını dahi kıpırdatma niyetinde değil, kıpırdatmaya kalktığında da yüzüne-gözüne bulaştırdı zaten. Anlaşılan “yesinler birbirlerini” mantığı…
Taliban savaşçısı
Sömürgeler arasında ping pong topu
Aslına bakacak olursak dünya tarihi yaşındaki Afgan topraklarının kaderinde hep bir yaşam mücadelesi yaşanmış. Afgan tarihi hep Pakistan, Hindistan, İran, Tacikistan, Özbekistan gibi çevre ülkelere bağlı yaşanmış. Yine de Afganistan, yani Afganların ülkesi, tarihte eski İpek Yolu gibi birçok ticari ve göç yollarının üzerinde, üstelik Hindistan’a giriş kapısı olarak önemli bir konum arz etmiş.
18. yüzyılın sonuna kadar Persler, Yunanlılar, İskitler, Türkler ve hatta Moğollar, petrol ve doğal gaz açısından zengin bu kurak, dağlık, çorak, çok fazla geleni-gideni olmayan, çok fazla da bilinmeyen bu toprakları birbiri ardına istila ediyor. Orta ile Güney Asya arasında stratejik bir konuma sahip olması nedeniyle bu bölge, 19. ve 20. yüzyıllarda Viktorya dönemi İngiltere’si ile Çarlık Rusya’sı Orta Asya’daki etki alanlarını genişletmek isteyince, İngiliz ve Rus rekabeti altında kalıyor. İngilizler için burası, özellikle de Rusların Türkmenistan’a kadar indiği sırada, onların Hindistan’daki varlıklarını korumalarına yarayacak bir tampon kuşak, diyor Svetlana Gorshenina (tarihçi ve sanat tarihçisi, CNRS - Centre National de la Recherche Scientifique - “Ulusal Bilimsel Araştırmalar Merkezi”nde araştırma direktörü).
Büyük Oyun (Great Game)
Rudyard Kipling’in popülarize ettiği “Büyük Oyun” terimi yaygınlaşarak özellikle de gazetecilik diline geçmiş olup aslen dünyanın her yerinde her an yaşanan, şimdi de tam da burada sergilenen büyük nüfuz mücadelelerini simgelemekte. Bu çerçevede, Afganistan gibi özellikle de konumu ve siyasi yapısı itibariyle çok sağlam bir duruşu olmayan 3. dünya ülkelerinde, el altından müdahalelere çok kolay rastlanır.
Mohammed Daoud Khan (1953-1963'te Başbakanlık yaptı)
II. Dünya Savaşı boyunca tarafsız kaldıktan sonra ülke, 1973’te Afgan Krallığına ateist bir komünist düzeni getirmek isteyen Prens Mohammed Daoud Khan’ın liderliğindeki bir darbeyle sarsılır. Prens, yanlısı olduğu Sovyet manipülasyonu ile kuzeni Kralı devirerek 1978’de radikal bir kesim tarafından öldürülene kadar ülkenin başında kalır. 1979 itibariyle ülke, Ruslarla Amerikalıların elinde adeta ping pong topu olurken, radikal İslamiyet’in direnişi de organize edilir.
Önceleri Amerikan etkisindeki Pakistan’ı güya korumak, ama aslında istila etmek için Rus birliklerinin Kabil’e girişi ve on yıl kadar kaldıktan ve 30.000 kayıpla çekilmesinin ardından ülke, anti-komünist mücadeleye katılan çeşitli İslamcı gruplar, haşhaş ekimi ve uyuşturucu kaçakçılığı etrafında örgütlenen bir yeraltı ekonomisi zemininde amansız bir savaşın ortasında kalır, ta ki Molla Ömer liderliğinde otokratik ve karanlık bir İslamcılığın içine sürükleyecek Taliban (kelime anlamı ile öğrenciler takımı) gelene kadar 1996-2001... Yani, özetle kadınların çalışmasının yasaklanması ve burka giyme zorunluluğu, (yazılı ve görsel basından hatırlayacaksınız) başta ünlü Bamiyan Budaları olmak üzere, İslam öncesi dinî temsillerin yok edilmesi, haşhaş ekiminin yasaklanması… Bu süre zarfında ülke, ABD ve müttefiklerine karşı 11 Eylül dâhil birçok ölümcül saldırının faili olan terör örgütü El Kaide’nin sığınağı olur.
Taliban'ın patlattığı 1500 yıllık Bamiyan Budaları
İşte burada, uluslararası güçlerin birden uyanacağı tutar ve Taliban’a karşı bir İngiliz-Amerikan iş birliği kadrosunda ve İngilizlerin komutasında ISAF (Uluslararası Güvenlik Destek gücü)’nün devreye girmesi ile geçici bir hükümet kurulsa da bu da yeterli kontrolü sağlayamayınca, yine yetersiz kalacak olan NATO devreye girer.
İşte yukarıda bahsi geçen İngiltere Savunma Bakanı Ben Wallace’ın kaygılarından biri de bu aslında. “Yetersizlik, beceriksizlik imajı verdik” diyor Wallace.
Nedense, bugün Biden’ın geri çektiği Amerikan birliklerinin 17.000 askerlik destek kısmı da 2009’da Obama tarafından bunun için gönderilmişti.
Sonuç tam bir fiyasko
Son yirmi yılda ABD, Taliban’ı etkisiz hale getirmek için Afganistan’a trilyonlarca dolar akıttı. Bu devasa mali çaba, ülkenin stratejik coğrafi konumu ve bazı bölgesel aktörlerin başını çektiği Taliban’ı destekleme politikasını düşünürsek, tam bir fiyaskoyla sonuçlandı. Amerikan askerlerinin çekilmesi ile Taliban, bir haftadan az bir süre zarfında ülkenin tamamına hâkim oldu.
Bölgesel aktörler dedik de, mesela Pakistan 1947’de bağımsızlığını ilan ettiğinde alelacele çizilmiş sınırlar nedeniyle iki ülkenin arasındaki ilişkiler hep gergin olagelmişti. Etnik azınlık olan Peştunların ve bir diğer azınlık olan Belucilerin de bağımsız bir devlet kurma arzuları da tuz-biber olunca, Pakistan burada Peştunları değil de İslami değerleri önde tutan bir kimliği destekledi, yani Taliban’ı finanse etti, giderayak da Amerika’yı ardında bir kaos bırakmakla suçladı.
Gelelim İran’a… Şii bir ülke olarak İran’ın uzun süredir Taliban’la ideolojik farklılıkları vardı ancak İran, Amerika’nın da bölgedeki etkinliğine ket vurmak ve Afganistan’da bölünmeyi sağlamak için oyunu ikili oynadı. Rusya’ya gelince, o da Amerika’nın bölgedeki etkinliğini minimize etme peşinde koşarken, Çin de kendi adına Taliban ile hep iyi ilişkiler içinde oldu. Pekin’in ana kaygısı, Hindistan ve ABD’ye karşı stratejik derinlik kazanmak için nüfuzunu batıya doğru genişletmek: Büyük Oyun.
ŞEY, BEN GİDİYORUM ! İYİ ŞANSLAR !
Şu anda Afganistan hırsların kurbanı… Ancak dikkat, ne düzlemküre (dünya haritasının yassı bir şekilde tasviri) bir tavla veya satranç tahtasıdır ne de ordular hareket ettireceğimiz basit piyonlardır ve askeri strateji zarla oynanmaz! Şüphesiz her zaman riskler vardır, ancak bir yandan bir oyunu kaybederken yeni bir oyuna başlamak, diğer yandan karmaşık bir jeopolitik durum kurmasını veya içinden çıkmasını bilmek gerekir. Afganistan’da bugün asırlık bir Büyük Oyun’un başka bir bölümüne tanık oluyoruz, diyor Fransız tarihçisi Xavier Mauduit.