Haber resmi: Akdamar Kilisesi


Fotoğraflar: Aslıhan Karay Özdaş


Şen ve güleç Van Gölünün / Küçük kıyı köyünden / Suya girer gizliden / Her gece bir nevcivan”
Hovhannes Tumanyan

Masalları severim, efsaneleri de. Hele Doğu’nunkileri… Sıcak, büyülü, egzotik… Sadece bu sebeple bile, eninde sonunda Doğu’ya bir yolculuk yapmam olağandı.

Evvelden beri istediğim bu yolculuğun planını uzun uzun düşündüm. Doğu’ya kışın gitmek ve her turist gibi sınırlı zamanda çok yer görmek istiyordum… Gezilerine en yakın arkadaşlarım Dr. Filiz ve Dr. Ekrem Selçukoğlu’nun katıldığı ve her seferinde çok mutlu oldukları, Birlikte Gezen Dostlar’ın kurucusu Dr. Erhan Ateş’in yaptığı programı görünce, tereddütsüz kararımı verdim. Bana anlatılanlardan, ne kadar titiz, mükemmeliyetçi olduğunu bildiğim gibi, dünya görüşümüzün benzediğini de biliyordum. Tarihe, bilime, insana, doğaya, sanata, lezzete, iyiye, aydınlığa olan yaklaşımını… Gruplarını bu ilkeler üzerine kurduğu ve yönlendirdiği için de fevkalade seyahatlere imza attığını da.


Ahtamar Adası


Rotayı okuyunca bana hak vereceksiniz; benim gibi, ne kadar olağanüstü bir seyahat yaptığıma şaşıracaksınız. Ve belki de gidemediğim tüm Dr. Erhan Ateş / Birlikte Gezen Dostlar seyahatlerine gidenlere imrendiğim gibi, bana imreneceksiniz.

Şark oturup beklemenin yeridir. Biraz sabırla her şey ayağınıza gelir” diyen Ahmet Hamdi’nin sesi kulaklarımda yankılanırken de, sonunda sanatını, zanaatını pek sevdiğim Urartu topraklarına kavuşacağım diye helecan içinde hazırlanırken de, diğer yandan Ahmet ile Gülbahar’ı düşünüyordum ve “Her şeyin çaresi var, bu aşkın sonu yok” diyordu Yaşar Kemal’in Ağrı Dağı Efsanesi’nin âşıkları…

İstanbul’dan Muş’a
Yolculuğumuz, İstanbul’dan Muş’a uçarak başladı. Mevsimlerden kıştı, bizi karşılayan Muş bembeyaz, uçsuz bucaksız bir rüyaydı.

Yerel rehberimiz Engin Pişkin’in verdiği bilgiler eşliğinde otobüsle ufak bir şehir gezisi yaptıktan sonra, öğle yemeği yiyeceğimiz lokantaya vardık. Otobüsten iner inmez üzerinde, “Atatürk’ü ve Cumhuriyeti çok seviyoruz” yazan bir okul ile karşılaşmak, tüm grubumuzu çok mutlu etti. Biz, hepimiz Atatürk’ü ve Cumhuriyeti çok seviyoruz!


Manda Kaplıcaları


Tertemiz mekânı, güler yüzlü ve hızlı servisi ile Muş merkezinde ayran aşı çorbası, kebapları, tatlısı gayet lezzetli ve fazlasıyla doyurucu bir yemekten sonra çok merak ettiğimiz Manda Kaplıcalarını görmek için Güroymak’a (Norşin) doğru yola çıktık.

Sonsuzluğa uzanıp giden beyaz, insana huzur veriyor, sıcacık otobüsümüzde rehberimiz bizi gerek kültürel gerekse tarihsel konular hakkında bilgilendiriyordu.

Güroymak, buzda çiçek tarlası
Güroymak’a varınca otobüslerden indik. Su kenarlarına kristalden danteller örmüş karların içinde yürüdük. At arabalarının, mandaların fotoğrafını çektik. Hayatımda gördüğüm en güzel manzaralardan biri ise buz tutmuş gölün üzerindeki beyaz ufacık çiçeklerdi; kar tanelerinin bir araya gelmesinden oluşmuşlardı. Hepsi aynı boyda, çok muntazam: buzda çiçek tarlası!

Bu sırada öğrendik ki, manda kaplıcalarına giden yol kardan dolayı kapalı imiş ve açılması biraz vakit alacakmış. Böyle olmasına tam üzülecek iken, bambaşka bir sürpriz ile karşılaştık. Norşin Köyü’nde bir eve konuk olduk.


Buzda çiçek tarlası

Evin içinde iki üç kerevet, bir soba ve hayatta gördüğüm en büyük LCD televizyon vardı. Ev ahalisi neşe ve sevgi ile bizi buyur etti. Benim aklım, evin karşısındaki, içinden mis gibi bir kokular, dumanlar gelen küçük taş yapıdaydı. Dayanamadım, kapıdan içeri baktım. Ah ne göreyim! Hep merak ettiğim tandır ekmeği değil mi gördüklerim? Çok tatlı bir hanım, hamur toplarını açıyor, sonra tandırın duvarına yapıştırıyor; çok kısa zamanda pişiyor ekmekler ve bana ikram ediliyor. Buz gibi havada, sıcacık tandırdan mis kokulu dumanlar çıkıyor; ben elimde belki tarihi binlerce yılı bulan, dünyanın en taze ve lezzetli ekmeğini tutuyorum: Sadece bu anı yaşamak için bu seyahate gelinir, diyorum!



Yollar açılınca atların ve mandaların sıcak banyosu, hamam sefası veya Güroymak spası diye aldandırabileceğimiz keyiflerini görüyoruz yörenin. Benim gibi, fotoğraf çekmeyi sevenleri çıldırtacak güzellikte manzaraya doyamıyoruz.


Ahlat mezar taşları
Sırada Bitlis vardı. Selçuklu motiflerini çok sevdiğim için, Ahlat Selçuklu Mezarlığı’nın benim için özel bir önemi vardır. 12. yüzyıla tarihlenen ve Orta Çağ’ın en büyük Türk İslam Mezarlığı olma özelliği taşıyan alanda yaklaşık 8.000 mezar taşı bulunuyor ve bazıları 3,5 m yükseklikle, anıtsal nitelikte. Üzerlerinde Orta Asya izleri taşıyan bitkisel betimlemeler, kandil, ejder, şamdan motifleri ile yapılmış süslemeler var. Hava kararmaya başlarken ve kar tipiye dönmeye başlarken gördüğümüz bu manzarada, zaman kavramımı tamamen yitirdiğimi, iliklerime kadar 1.000 sene önceyi hissettiğimi söyleyebilirim.

Van
Muş, Bitlis, Tatvan, Nemrut’tan geçirip, yolumuz bizi Van Hilton Oteli’ne getirdi. Akşam lezzetli yemek ve bir kadeh yorgunluk içkisi sonrası, muhteşem bir göl ve dağ manzarasına uyanmak için odamıza çekildik. Oteldeki yerel peynirler, özellikle de Van otlu peyniri nefisti ama bu kısmını hızlıca geçerek, çok yoğun ikinci gün programımıza gelmek istiyorum.

Doğubeyazıt’a varmadan
Doğubeyazıt’a doğru erkenden yola çıktık. Yol üzerinde Muradiye Şelalesi’nde çay ve kahve molası verdik. Şelalenin dağlardan akan suları sanki aniden donmuştu. Pırıl pırıl buzdan yapılmış bir sahnenin içinde bulduk kendimizi. Masmavi gökyüzünün altında, kışın ortasında hiç üşümüyor, bu doğa harikasının da seyrine doyamıyorduk! Bir kere daha, sadece şu buzdan şelaleye karşı bir sıcacık çay içmek için gelinir buraya dedim.


Muradiye Şelalesi


Yine -30 derecede hamam keyfi yapan mandaları gördük. Yavuz Sultan Selim ile Safevi Devleti hükümdarı Şah İsmail arasında 1514 senesinde gerçekleşen Çaldıran Savaşı’nın yapıldığı ovadan geçiyoruz.

Tendürek Dağı’nın sönmüş lavlarının 2644 rakımdan fotoğrafını çektik. Ah Ağrı! Ah masallar, efsaneler dağı, diye diye Doğubeyazıt’a vardık!

Ve İshakpaşa Sarayı
1900 rakımlı tepede sarp kayalıklar üzerine 7.600 metrekareye kurulu İshak Paşa Sarayı’na geldik; kapısının önünde başımız havada, bu ihtişamlı yapı karşısında öylece kaldık. Yapımı 1685 senesinde başlamış ve 99 sene sürmüş sarayın yüzlerce odası var. Türk motifleri, Selçuklu, İran, Avrupa Barok Rokoko Sanatı etkileriyle harmanlanmış. İhtişamlı mimari, sırlarla dolu odalar, gizemli koridorlar, benzemelerden süzülerek gelen ışık… Yaşar Kemal’in Ağrı Dağı Efsanesi’nin mekânı:

Göl kaynar, Ahmet silinir, Gülbahar silinir, küçük ak bir kuş gelip kanadını suyun som mavisine batırır…”

Bu som maviden, görkemli saraydan, zirvelerden yere inmeden önce, sadece bu saray içinde büyülenmek için bile buraya gelinebileceğini düşündüm.


İshakpaşa Sarayı

Rehberimizin son derece ayrıntılı bilgi verdiği saray gezimiz sonrası güzel bir yemek yedik, elbette sofrada olmazsa olmaz ayran aşı vardı. Yemek sonrası el işi, göz nuru, halı ve kilimleri görmeye gittim. Ben seramikle kilim motiflerini çalıştığım için, her bir ilmekle kendimden geçtim; uzun uzadıya inceledim kilimleri… Ve üzerindeki stilize kuş motiflerinden hangisinin Uçan Halı olduğunu sadece ben anladım!

Van’da karlar içinde ateş
Doğubeyazıt ovasını seyrederek, Nuh’un Gemisi’ne selam edip, kardan örtüler, damsız evler, doru atlar arasından otelimize döndük. Gece için bize çok hoş bir sürpriz hazırlamıştı turumuz. Yemekten sonra, otelimizin arka avlusunda, karlar üzerine yerleştirilmiş kocaman bir varil içinde ateş yakmışlardı.

Biz ateşin etrafına toplanmış, muhteşem göl ve dağ manzarasına karşı, Urartu’nun kalbinde sıcak şarap içiyorduk. Her yer aynı anda hem sıcacık hem de buz gibi olabilir miydi? İnsan ait olduğu zaman diliminden bir anda koparak, Tuşpa’da Urartuların yüce tanrısı Haldi için düzenlenen bir ayinde, MÖ 8. yüzyılda hissedebilir miydi?

Tuşpa ve Urartular
Tuşpa yani Van ile yakınlaşmam, Boğaziçi Üniversitesi’nde yüksek lisansımı bitirdikten seneler sonra İstanbul Üniversitesi Tarih Bölümü’nde, ikinci öğretim kapsamında lisans yapmaya karar vermem ile oldu. Dört senelik tarih lisans derecemde çok ders çalıştığımı ve bazı dersleri az bazılarını da çok sevdiğimi itiraf etmeliyim.

En sevdiğim ders olan Mezopotamya Tarihi’nin hocası, daha sonra arkadaşım olan ve arkeolojide adı Urartu ile yan yana yazılan Erkan Konyar’dı. Ders çalışırken, Urartular ile ilgili özel çalışma yapmış, işçiliklerine hayran olduğum takılarını, ölü gömme biçimlerini incelemiştim. Mezuniyetinden sonra Erkan Hoca’dan, kendisinin asistan olarak kazmaya başlayıp 20 sene sonunda kazı başkanı olduğu Van Kalesi’ni uzun uzun dinledim, Urartu kitapları okudum; ezeli ve ebedi bir arkeoloji aşığı olarak Van’a gitmeden Van Kalesi’ni ve Urartuları sevdim.


İyi tasarlanmış bir müze
Van Kalesi’nin karşısına son derece modern, içeri girdiğiniz anda ışıklandırma, sergilenme, canlandırma ile ziyaretçisini şaşırtan bir müze yapılmış. Çok iyi tasarlamış, tek kelime ile harika bir müze yapılmış; muhakkak gidilmeli ve görülmeli. Ayrıca sanal ortamda da müzeyi gezme imkânı var; çok beğenecek, gurur duyacaksınız.

Müzenin içeriğini, Prehistorik Dönem’den Urartu Dönemi sonuna kadar olan eserler oluşturuyor. Tilkitepe ve Kızdamı yerleşmelerinden elde edilen obsidyen ve kemik aletler, 3. 1000’e ait aletler, çömlekler ile 2. 1000’e ait boya bezemeli çömleklerin en önemli grubunu Urartu Dönemi teşkil ediyor. Karagündüz Nekropol kazısına ait mezar buluntuları, Çavuştepe, Toprakkale, Van Kalesi, Anzaf Kaleleri ve Ayanis Kalesi kazılarında ortaya çıkarılmış olan pişmiş topraktan çanak ve çömlekler, bronzdan miğferler, kılıçlar, kemerler, mutfak kapları ile duvar mozaikleri Urartu Dönemi’nin ihtişamı ile bizleri buluşturuyor.

Müzede çok uzun zaman geçirilebilir ama turist olmak demek ziyarete edilen yerdeki vaktimizin sınırlı olması demek olduğu için, tadı damağımızda kalarak, müzeden çıkıyoruz.

Van Kedi Evi ve Arubani Art
Dünya güzeli Van kedilerini görmeye Van Kedi Evi’ne ve sonra da Urartu gümüş sanatı ve Ermeni savat işçiliğinin en güzel örneklerini göreceğimiz Arubani Art’a gidiyoruz. Takı almak için bir kuyumcuya giriyoruz.

Sanatı da zanaatı da binlerce sene önceye uzayan bu takılar öyle güzel ki! Sadece güzel de değil, hepsi efsunlu! Satın alır almaz hemen taktığım bir Urartu kolyesi ile 2.800 sene geriye gidiyor ve Kral Menua’nın kıyısına iskeleler yaptırdığı eski Yunan coğrafyacıların Thospitis Lacus dediği, Van Gölü’nde dolaşıyorum…

Sadece bu takıları görmeye, mavi ve kehribar gözlü pamuk kedileri yerinde sevmeye bile buraya gelinir diyorum!

“Ah Tamara!”
Gezimizin meşhur Van kahvaltısı bizi son günümüzün akşamına kadar tok tutacak berekette idi. Rotamızda su vardı, ada vardı.

En merakla beklenen yerlerden biri Van Gölü’nün içinde, Ermeni şair Hovhannes Tumanyan’ın anlatımıyla efsaneleşen, başkeşişin güzeller güzeli kızı Tamara ile son nefesinde “Ah Tamara!” diye bağıran âşık çobanın hikâyesinden adını aldığına inanılan Ahtamar veya Akdamar Adası...

Van Gölü’nden bizim için hazırlamış tekne ile pırıl pırıl ve buz gibi bir havada vardık Ada’ya. Karlar içinde zıplayan siyah tavşanlar tarafından karşılandık. Seyahatimiz boyunca bizi bilgilendiren yerel rehberimiz Engin Pişkin’den çok detaylı olarak tarihçeyi ve mimari özellikleri dinledik. Adada çaylar, kahveler içtik ve ben oradaki küçücük dükkânda harika bir kitap buldum: Van Kilimleri. Hem ciltli hem baskısı çok iyi. Bize, ‘Badem ağaçları çiçek açtığında görün bir de buraları’, dediler. Baharda gelmeye söz verdik!

Akdamar Kilisesi
Akdamar Adası’nın güneydoğusuna kurulmuş olan kilise, Kutsal Haç adına Vaspurakan Kralı I. Gagik tarafından 915-921 yılları arasında Keşiş Manuel’e yaptırılmış. Kilisenin kuzeydoğusundaki şapel 1296-1336 tarihlerinde; batısındaki jamaton 1763 tarihinde; güneyindeki çan kulesi 18. yüzyıl sonlarında ilave edilmiş. İlk yapıldığında saray kilisesi olan yapı, sonradan manastır kilisesine dönüştürülmüştür. 2007 yılında geçirmiş olduğu restorasyon sonucunda Anıt Müze olarak hizmete girmiş.

Öyle etkileyici bir yer ki, kelimeler, fotoğraflar, videolar yetersiz kalıyor aurasını anlatmaya. Van Gölü’nden tekne yolculuğu sonrası beyazlarla örtünmüş kızıl andezit taşından mimarinin güzelliğini görmek, kış ortasında camgöbeği gökyüzünün altında, ah şu göl manzarasını, efsaneler beşiği dağ manzarasını, kadim tarih sayfalarını düşünerek bir çay içmek için bile gelinir buraya!

Son günümüzde
Yolculuğumuzun son gününde, bizim için, Van’ın tadı damaklarında kalsın diye düşünülmüş olmalı ki, şehir merkezinde pidesi, çorbası, kebabı olağanüstü nefasette olan bir lokantanda bize özel ziyaret hazırlanmıştı. Sadece bu yemekleri yemek için bile gelinir dedim Van’a!



Son durak, gruptaki herkesin ipin ucunu kaçırarak çeşit çeşit peynir, mis kokulu bal, hububat, baharat aldığı; alışverişin büyüklüğünden dolayı çantalara sığmayan kolilerin evlerimize karşılandığı yerel lezzetler satan bir dükkândı. Hâlâ bu dükkândan sanal alışveriş yapıyor ve İstanbul’a getirtiyorum.

Üç güne sığan güzellik
İşte, üç güne tüm bu güzellikler sığdı! Çeşit çeşit efsaneler, manda kaplıcaları, tandır ekmekleri, gizemli çivi yazıları, masalların mücevher gözlü kedileri, tepesi karlı yüce dağlar, Gülbahar ile Ahmet’in nefesi, “sonsuz sularda” kaybolan Tamara ve “şaşkın, cesur, genç âşık”ın sesi, kardan çiçekler…

Bu seyahatin her saniyesi aklımızda, Doğu’nun buz gibi havada insanın içini ısıtan ışığı kalbimizde kaldı…

Zaman zaman o uçsuz bucaksız huzurlu beyazı, Urartu çömleklerini, ayran aşını, Ağrı’nın zirvesini, kekiğini, balını öyle özlüyorum ki, İshak Paşa Sarayı’nın altındaki halıcıdan aldığım Uçan Halı’ya binip, efsaneler diyarına gizli yolculuklara çıkıyorum.

Sizlere de dimağı ve yüreği zenginleştiren bu yolculuğu yapmanızı tavsiye ediyorum.