Yıllardır İzmir’e gidip gelirim, Ege kıyı kasabalarını, köylerini ziyaret ederim; ilk defa Ege’nin iç kısımlarını, Manisa çevrelerini tanımak fırsatını buldum. Bu gezide, Sardes Antik şehrini, Kula ilçesinin tarihî sokaklarını, Ege’nin Kapadokyası sayılan Kuladokya’nın peri bacalarını, rengârenk cumbalı Osmanlı evlerini ve bir heykeltıraşın elinden çıkmışçasına nefes kesici volkanik oluşumları keşfederek zaman tünelinde bir yolculuk yaptım.


Yanık ülke bağları 

Kula (Yanık Ülke)’nın tarihi
Bulunduğu volkanik coğrafi durumu nedeniyle Antik devirde, Kula’ya “Katakekaumene” adı verilmekteydi. Yanık arazi anlamına gelen bu ifadeyi, Amasyalı tarihçi Strabon, eserlerinde kullanmıştır. Bu bölgeye geldiği zaman etrafta hiç ağaç yoktur, toprağın yüzü küllerle kaplıdır, dağlık ve kayalık olan ülke adeta yangından çıkmış gibi siyah renktedir. Bir rivayete göre Lidya Kralı Gyges hasta olan kızı için bir yer aramaktadır. Bir zamanlar göl olan bu bölgeyi seçer ve bir kule inşa ederek buraya yerleşir. Sonradan ismi Kula’ya dönüşerek bugünkü ismini alır. Bir süre Germiyanoğlu Beyliği’ne de başkentlik yapmış olan ilçede yıllarca Türk ve Rum halkı bir arada yaşamıştır.

Divlit Yanardağı ve Kula-Salihli Jeoparkı
Kula volkanizması, Ege Bölgesi’nin doğudan batıya uzanan en büyük tektonik çukurlarından “Gediz Oluğu” üzerinde bulunuyor. Çakallar Köyü’nün bulunduğu tepe, Kula volkanizmasının en genç oluşumudur ve bu alanda günümüzden 10-12 bin önce yaşamış insanlara ait ayak izleri bulunmaktadır.
Türkiye’nin ilk ve tek Jeoparkı olan Kula-Salihli Jeoparkı, Avrupa’da 58’inci, dünyada 100’üncü sıradadır. Gediz Grabeni’nin orta kesimi ile İç Batı Anadolu platolarında yer alan jeopark’ın toplam alanı 2.320 km2’dir. İlk defa 2013 yılında Global Jeoparklar Ağı’nın bir üyesi olan Kula-Salihli UNESCO Global Jeoparkı, sadece Türkiye’nin değil aynı zamanda Türki Cumhuriyetlerin de ilk ve tek UNESCO global jeoparkı olma özelliğini taşıyor. Bu kapsamda üzerine düşen vazifeyi özenle yerine getiren Kula Salihli Jeoparkı, Orta Asya’da Türk Cumhuriyetleri’nin jeopark kurma çalışmalarına destek veriyor. Jeopark’ın Gediz Nehri ve volkanik kayaların oluşturduğu 14 kilometrelik bir yürüyüş parkuru var. Parkurun bir kısmını sonbahar manzarası eşliğinde büyük bir zevkle yürüdük.


Peri bacaları - Kuladokya

Kuladokya Peri Bacaları
Sabah vakti sisler içinde gezdiğimiz, görkemli peri bacaları bizi bir düşler âlemine götürdü. Milli Parklar Genel Müdürlüğü tarafından tabiat alanı ilan edilen Kuladokya, İzmir-Ankara yolu üzerinde, Kula’ya 16 km uzaklıkta Burgaz Köyü civarında bulunuyor. Kaç yılında meydana geldiği bilinmeyen bu peri bacaları, şiddetli yağmur ve rüzgârlar sonucu oluşan gizemli ve etkileyici bir doğa harikası.


Kula konağı

Tarihî Kula evleri
18. yüzyıl Osmanlı kent mimarisinin en iyi korunmuş örnek kentlerinden biri olan Kula’da çoğunluğu koruma altına alınmış tarihî evlerin bulunduğu sokaklar adeta bir film seti gibi. Dar sokaklar, birbirinden canlı renklere boyalı cumbalı Türk konakları, taş duvarlı Rum evleri, çukur çeşmeler, camiler, kiliseler, hamamlar görülmeye değer. Osmanlı evleri avlulara açılırken, Rum evleri doğrudan sokağa bakıyorlar ve kapılarının üzerindeki melek işlemeleri günümüze kadar ulaşmış. Yan yana dizili Türk ve Rum konaklarının birlikte oluşturdukları zengin görüntü ve sizi tarihin sayfalarına götürüyor. Konakların mimarisinde de ince ayrıntılara dikkat edildiği göze çarpıyor. Birbirine çok yakın olan evlerdeki pencereler, özel hayata saygı gereği birbirini görmeyecek şekilde konumlandırılmış. Köşelere denk gelen konaklardan at arabaları rahat dönebilsin diye uçlar daha yuvarlak bırakılmış. Bugün 3.000’den fazla tarihî binadan 1.200’ü Kula Kent Sitesi altında belirlenmiş, Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından koruma altına alınmıştır.

Sardes Antik Kenti
Manisa’nın Salihli ilçesinde yer alan Sardes, Antik Çağ’ın 2.400 km uzunluğundaki ünlü Kral Yolu’nun başlangıcı olan Lidya Devleti’nin başkentiydi. 3 bin yıllık yerleşimin günümüze kadar gelmiş yapıları dükkânlar, kütüphane, Sütunlu Cadde, Sinagog, Gymnasyum, Hamam ve Artemis Tapınağı ve altın arıtma evleri vardır. Sardes’in yaklaşık 5 km kuzeyinde yer alan “Tepeler” ismiyle anılan yaklaşık 85 tane Tümülüs’ten oluşan Lidya Kraliyet Mezarlığı define arayıcıların da ilgi odağı olmuş. Malum Antik devirde krallar altınları ile gömülülerdi.


M.Ö. 1200-546 yılları arasında hüküm süren Lidya Krallığı’nın, Antik dönemde bu denli öneme sahip olmasının en büyük nedeni, Lidyalıların ilk madeni parayı Sardes’te basmış olmalarıdır. Kentin mükemmel kanalizasyon sistemi, günümüzden yaklaşık 2.600 yıl önce, Antik Çağ’ın ünlü matematikçisi Thales tarafından yapılmıştır. Antik Dünya’nın en büyük üçüncü sinagogu hemen Gymnasyum’un yanında yer almaktadır. M.S. 3. yüzyıla tarihlenen sinagog 1.400 metrekarelik bir alan kaplamaktadır. Mozaik yer döşemeleri, mefruşatı ve mermer duvar bezemeleri, değişik zamanlarda yapılmıştır. Bugün mevcut olanlar M.S. 4. ve 5. yüzyıllardan kalanlardır.
Roma İmparatorluğu’nun Hristiyanlığı kabul edişine kadar önemini koruyan Artemis Tapınağı, depremler ve Hristiyanlığın kabulünden sonra oldukça zarar görmüştür. İyon Düzeni’nde inşa edilen tapınağın bugün sadece iki sütunu eksiksiz olarak ayakta durmaktadır. Tapınağın içinde bulunan Roma İmparatoru’nun eşi Faustina’nın heykelinin başı Londra’daki Britanya Müzesi’nde sergilenmektedir.
Sardes şehri 1910 ve 1914 yılları arasında Amerikalılar tarafından kazılmıştır. Bu kazılardan çıkan eserler bugün New York Metropolitan Müzesi’nde sergilenmektedir.
Bugüne kadar sadece dokuma ve halılarından anımsadığım Kula ilçesi bu gezide tanıdığım yeni çehresi ile beni adeta büyüledi. Kapadokya ile yarışır derecede görkemli peri bacalarını, şirin, davetkâr, rengârenk Osmanlı konutlarını, 10 bin yıl öncesinin izlerini gözlerimizin önüne seren dünyanın yüzey şekilleri ve insanların ayak izlerini tanıtan jeoparkı bir çırpıda unutmak imkânsız. Tabi yanık ülke bağlarının şaraplarının tadını da…


Sardes Antik şehri hakkında çok okumuştum ve çok görmek istediğim bir yerdi. Yüzyıllar evvel yapılmış görkemli sanat eserlerinin ayağa kaldırılmasının, ilmik ilmik işlenen özenli bir çalışmayla o devirlerde yaşamış insanların hayatlarını hayal etmenin ne kadar heyecan verici bir olay olduğunu, her yeni bir Antik kent ziyaretimde daha iyi anlıyorum. Arkeologlar, kazılarla ortaya çıkan malzemelere bakarak, parçaları birleştirip geçmişin perdelerini aralamaya ve bizden önce var olan medeniyetlerde kimlerin yaşadığını, hayatlarını, sanatlarını ortaya çıkarmaya çalışırlar.
İngiliz yazar Edward Bulwer-Lytton Arkeoloji bilimini çok güzel tanımlamıştır: “Arkeoloji sadece tarihin hizmetçisi değil, sanatın bir koruyucusudur.”

Anadolu’muzun her köşesi yüzyıllar boyunca birçok medeniyetin beşiği olmuştur. Bazı bölgelerinde yarım saat araba ile yol alırsanız, karşınıza mutlaka Antik bir kent kalıntıları çıkar. Yolunuz Ege’ye düşerse, Manisa ve çevresini gezmeye vakit ayırmanızı öneririm.