Kapak resmi: Hayatının peşinde bir gazeteci ve öncü kadın muhabir Hella Pick (92)


Kindertransport mülteci çocuklarının çaresiz ebeveynleri, evlatlarının hayatlarını kurtarmak için korkunç bir bedel ödemişlerdi. Ayrılık saati geldiğinde, ebeveynler çocuklarını son kez kontrol edip onlara tavsiyelerde bulunuyorlardı. Sonra vedalaştılar, samimi ama üzücü olmamasına azami dikkat ederek… Sosyal hizmet uzmanı Norbert Wollheim, “Kahkahalar, ağlamalar ve son bir kucaklaşma oldu” diye anlatıyor. Yahudi çocuklar ellerinde çantalarıyla, İngiltere’de çocuk mülteci olmak için, trene doğru yürüdüler. Anne ve babaları geride kaldı. Wollheim; “Bu çocukların, aileleri ile son elveda yaptıklarını anlayamadık. Doğru ya da yanlış, sonuçların bu kadar sert veya trajik olabileceğini düşünememiştik” diye devam ediyor.
1938 ve 1940 yılları arasında yaklaşık 10.000 Yahudi çocuk Kindertransport ile İngiltere’ye gitti. Bu, Avrupalı Yahudileri Holokost’tan kurtarmaya yönelik tek başarılı girişimlerden biri olarak görülse de, gerçek çok daha karmaşıktı.


Kristallnacht dönüm noktası oldu
Kindertransport fikri, Kasım 1938’de on binlerce sinagog, ev ve işyerinin yakılıp yıkıldığı Yahudi karşıtı pogrom olan Kristallnacht’tan sonra oluştu. Nazizm döneminde Yahudiler için hayat zorlaşıyordu, ancak Kristallnacht bir dönüm noktasıydı. Şiddetten sonra, Yahudi ebeveynler umutsuzca kendilerini ve çocuklarını daha güvenli ülkelere götürmenin yollarını aramaya başladılar.
Kristallnacht, Almanya’daki Yahudilerin kötü durumuna daha fazla dikkat çekti. Büyük Britanya’da kamuoyu bu olaylardan çok etkilenip, tepki göstermeye başladığında, İngiliz Hükümeti nihayet politikasını değiştirdi, mültecilerin lehine doğru bir karar çıktı.


1938 Evian Konferansı, 32 ülke Yahudi mülteciler için ibir araya geldi

İlk Kindertransport
2 Aralık 1938’de, Berlin’deki bir Yahudi yetimhanesinden, Kristallnacht’ta aileleri yok edilen 200 çocuğu kapsayan ilk Kindertransport geldi. 1940’lara kadar süren nakillerde yetimlere, evsiz çocuklara ve toplama kamplarındaki ailelerin çocuklarına öncelik verildi. Pek çoğu ebeveynleri tarafından gönderildi. Bazı çocuklar yöneltildikleri evlerde, istismara uğradılar ya da hizmetçilik yapmak zorunda kaldılar.


Kindertransport çocuklarının kaderi
Kindertransport çocuklarının kaderi farklılıklar gösterdi. Bazıları İngiltere için Nazilere karşı savaştı. Bazıları savaştan sonra aile üyeleriyle bir araya geldi. Ancak çoğu için, trenlere bindikleri gün, ebeveynlerini son kez gördükleri gündü. Aileleriyle bir araya gelenler için geçiş genellikle zordu ve aile içi asimilasyon, travma ve hatta lisan gibi karmaşık sorunları gündeme getirdi.
2018’de, Alman hükümetiyle Holokost kurbanları için maddi tazminat görüşmeleri yapan Talepler Konferansı üyeleri Almanya’nın Kindertransport’un hayatta kalan her çocuğuna, bir kerelik yaklaşık 2.800 dolar ödeme yapacağını duyurdu.

KINDERTRANSPORT’TAN BEYAZ SARAY’A, BİR İNGİLİZ GAZETECİNİN OLAĞANÜSTÜ YOLCULUĞU

Hella Pick, “Invisible Walls: A Journalist in Search of Her Life” (Görünmez Duvarlar) adlı anı kitabında, İngiltere’ye, bildiği tek İngilizce kelime (hoşça kal) ile gelişini ve çağımızın en etkili olaylarına tanık olan bir gazeteci olarak büyümesini anlatıyor.


İngiliz diplomatik muhabirlerinin duayeni Hella Pick, yaklaşık 40 yıl boyunca, savaş sonrası çağı şekillendiren olaylarda ön sırada yer aldı. Pick, yeni yayınlanan anı kitabı “Görünmez Duvarlar”da, hayatının peşinde bir gazeteci ve öncü kadın muhabir olarak, kimliğiyle ilgili güvensizlik duygularıyla sürekli ve devam eden mücadelesini ortaya koyuyor.
Pick’in, kendini bir “yabancı” olarak algılamasının izleri, Mart 1939’da Viyana’daki evinden kopartılan “4672 numaralı çocuk”un Kindertransport ile Londra’nın Liverpool Caddesi İstasyonu’na vardığı zamana kadar uzanıyor.
Bununla birlikte, bugün 92 yaşında olan Hella Pick, “çözülmemiş sürgün ve kimlik sorunları… savunmasızlık ve kendinden şüphe etme” ya da bunlardan kaçma girişimlerinin, meslek hayatındaki başarısında önemli bir rol oynadığının da farkında.
Pick, “Güvensizliğim, iyi yapabileceğimi bildiğim ve her zaman kendimi kanıtlamaya çalıştığım şeylere daha fazla odaklanmama yardımcı oldu” diyor.

Viyana’daki yaşam
Pick’in annesi kendilerini, Avusturya’nın orta sınıfına ait (Yahudi) ailelerden biri olarak tarif ediyordu. Nazizm tehdidi büyürken bile dindar olmayan aile büyükleri, diğer birçok Viyana Yahudisi gibi, “Bir şekilde sakin hayatlarının bozulmadan kalacağı” umuduna tutunmuşlardı.
Ne var ki, Anschluss (Almanya’nın Avusturya’yı ilhak etmesi) ile her şey bir anda değişti. Pick’in annesi Hanna, sahip olduğu hisselerini ve servetini, bir İsviçre bankasına yatıracağı sözünü veren ancak gerçekte bir düzenbaz olan ve her şeyi alıp ortadan kaybolan bir adama kaptırınca yoksul düştü. Gestapo Hanna’yı sorgulamak üzere beş kez içeri aldı. Hanna en nihayet İngiltere’de hizmetçi olarak çalışma izni alıp, 3 ay sonra kızının peşinden sürgüne gitmeyi başarırken, onun annesi Olga kaçamadı, Theresienstadt’ta öldüğü düşünülüyor.


Güçlü irade ve kararlılık
Hella Pick’in ileride, profesyonel kariyerine damgasını vuracak olan güçlü irade ve kararlılık gibi meziyetleri, erken yaşlarında belirginleşmişti. Bu irade daha sonra, genç Pick’in, üniversiteye gitmek için direndiğinde tekrar ortaya çıkacaktı: “Gençliğimde kaderimin öğretmenlik olmayacağını hissetmiştim… Kesinlikle sekreterlik işi yapmak istemedim. Düzgün ve tam eğitimli olmak ve… kendi hayatımı kurmak ve bağımsız olmak istedim.”
Pick’in kararlılığı, geçinmek için ev hizmetinde çalışan annesinin içinde bulunduğu zorlu koşullar göz önüne alındığında daha da dikkat çekicidir.

Gazetecilik mesleğine ilk adım
Hella Pick, gazetecilik mesleğine ilk adımını muhabir olarak West Africa Dergisi’nde attı. İngiliz ve Fransız Batı Afrikası’nda Sömürge Kolonilerinden Çekilme konusunu ele alan tek kadındı ve tecrübe eksikliğine rağmen mükemmel iş çıkardı. Bölgedeki bazı önemli siyasi oyuncular ve geleceğin liderleriyle kısa sürede dostluklar kurdu. Pick, Fransız Afrikalı liderlerle o kadar sık toplantılar yapıyordu ki, bir İngiliz casusu olabileceğine inanan Fransız gizli servislerinin dikkatini çekti.


Gine'nin Başkanı Sekou Toure ile İngiltereye yaptığı ziyaret sırasında

Pick, daha sonra Afrika’dan New York’a taşındı ve burada 30 yılı aşkın bir süreyle kadrosunda kalacağı İngiliz gazetesi The Guardian’ın Birleşmiş Milletler muhabiri oldu.
Daha sonra Washington’da görevlendirilen Pick, bunun, kariyerinin en keyifli süreci olduğunu söylüyor. Sonrasında BM’e geri dönerken, The Guardian onu sık sık ABD’ne gönderdi. Kennedy suikastını ve Richard Nixon’ın 1968’deki zaferini ve altı yıl sonraki rezil düşüşünü anlattı. The Beatles’ın 1964’te New-York’ta devleşmesine tanık oldu.
Pick, kadınların karşılaştıkları bazı engelleri kabul ederken, kadın yabancı muhabirler için bir öncü görevi üstlendiğini reddetmiyor.

İçindeki güvensizlik duygusu
Bunca başarısına rağmen yine de içindeki güvensizlik duygusu kabarmaya devam etti. “Washington’daki ilk altı ayımda üstlendiğim konuların bolluğuna baktığımda, aslında rahat olmam gerektiğini düşünüyorum…”
1970’ler ve 80’lerde Avrupa’ya taşındı. Burada; bir milyon Polonyalının, Papa II. John Paul’u (1979’da anavatanı Polonya’ya dönüşünde) selamlamaya geldiğine tanık oldu.
Dört yıl sonra Dayanışma Sendikası’nın Lideri ve Polonya’nın ilk Komünizm sonrası Başkanı olan Lech Wallesa’nın Nobel Barış Ödülü törenine katıldı.
1991’de Soğuk Savaş dönemi sona ererken, kendini Malta sahilinde, Mihail Gorbaçov ile kahvesini yudumlarken ve sohbet ederken buldu.


Hella Pick Rumen diktatör Nicolae Çavuşesku ile söyleşi yaparken

Rumen Diktatör Nicolae Çavuşesku ile röportaj yaptığında oldukça soğuk bir şekilde karşılandı. Ancak, 1971’de görüştüğü eski Alman Şansölyesi Willy Brandt ile Çavuşesku’dan daha iyi bir ilişki kurdu. İkili, sabahın erken saatlerine kadar “siyasi durum ve Atlantik ötesi sorunlar hakkında değil, Hitler, Holokost, Alman Tarihi, antisemitizm” hakkında konuştu. “Suçluluk, vicdan, ahlak, uzlaşma…”
Brandt ile yaptığı konuşma, “katartik” idi (duygusal boşalma). “İlk kez, Almanlarla ve Alman ulusuyla anlaşabileceğimi anladım; Nazizm ile Almanya’nın eşanlamlı olduğunu düşünmeyi bırakabileceğimi ve savaş sonrası sağlam bir demokrasi olarak Almanya’ya açılabileceğimi…”

Duygusal boşalma için zorlu yollarda…
Pick, Avusturya’nın, Nazi geçmişini inceleme konusunda Almanya’dan çok daha isteksiz olduğunun farkında olmasına rağmen, savaştan kısa bir süre sonra ziyaret etmeye başladığı bu ülke hakkında aynı rahatsızlığı, Almanya’ya göre çok az hissettiğini itiraf ediyor.
Bu olay, Pick’in kendi geçmişiyle boğuşma girişimlerinin altını çiziyor. 1939’da İngiltere’ye geldiğinde Avusturyalı köklerini gizlemenin bir saplantı olduğunu, ancak Yahudi kimliğini gizlemeye çalışmanın ‘bundan daha da derine indiğini’ belirtiyor.
Pick, ancak, New York’a gittiğinde ve orada kalabalık bir nüfus teşkil eden Yahudilerin “normal” bir yaşam sürdüklerine tanık olduktan sonra Yahudi olmanın ‘tehlike’ anlamına gelmediğini ve bir ‘engel olması gerekmediğini’ anlamaya başladı. Ancak yine de, ‘bir Yahudi olarak kendini gerçekten rahat ve güvende hissetmesi’ için birkaç on yıl daha geçmesi gerektiğini de ekliyor.

Simon Wiesenthal’ın biyografisi
1990’larda yayıncı arkadaşı George Weidenfeld, Nazi avcısı Simon Wiesenthal’ın biyografisini yazması için Pick’i görevlendirdi. Bu çok önemli idi. Yazdığı biyografi, ‘bir Yahudi olarak kültürü ve sorumlulukları ile yüzleşmesine’ ve Avusturyalı kökleriyle uzlaşmasının haklı olup olmadığını sorgulamasına vesile oldu.


Kaleme aldığı Nazi avcısı Simon Wiesenthal’ın biyografisi

Pick, “Avusturya’ya karşı biraz kararsızım, ama aynı zamanda Avusturya’dayken kendimi çok mutlu ve rahat hissediyorum,” diyor.
Avusturya üzerine araştırması ve daha sonra Weidenfeld’in Stratejik Diyalog Enstitüsü için yaptığı çalışma, Pick’in yayıncısıyla yakın bir dostluk kurmasını sağladı.

Acının içinden geçerek yazmak…
Pick, anılarını yazarken zaman zaman “son derece acı verici” bulduğunu söylüyor.


Hella Pick’in annesi Hanna

Annesiyle olan ilişkisi çok yakın ve sevgi doluydu ama, aynı zamanda çoğunlukla gergindi. Pick’in (annesinin umduğu ve yapmasını beklediği gibi) evlenip çocuk sahibi olamaması, başka bir gerilim kaynağıydı.
Pick, “Bir bakıma, her zaman benim üzerimde biraz kontrol sahibi olmak istedi ve sanırım bir şekilde bunu hayatımın farklı şekillerine dönüştürdüm” diyor.
Pick’in olağanüstü hayatına ilişkin açıklamaları, İngiltere’nin AB’den sert bir şekilde ayrılması sayesinde biraz melankolik bir notla kapanıyor:
“Kendisini Avrupa’dan ayırmaya razı olan bir ulusla özdeşleşmeyi giderek daha zor buldum. Kendinden uzaklaşma, karantinanın imzası haline geldiyse, İngilizlikten uzaklaşmak benim kişisel gönül yaram haline geldi. Net sonuç? Artık gerçekten nereye ait olduğumu bilmiyorum.”

Kaynaklar:
The Times of Israel
History - The Heart-breaking WWII Rescue That Saved 10.000 Jewish Children from the Nazis