Ölüm maskları, bir kişinin öldükten sonra genellikle plastik veya balmumu kullanılarak doğrudan cesetlerin yüzlerinden alınan kalıplardan yapılır. Tarihte ve son yıllarda fotoğrafın icadından önce, kişinin son bir portresini oluşturmak, geride kalan sevdikleri için bir anı sağlamak veya ait olunan toplumun kültürü gereği bir dizi sair neden için kullanıldılar. Yüz maskları yüzyıllar öncesinden beri yapılageliyor olsalar da 21. yüzyıl kadar yakın bir zamanda bile yapılmış olanlar var!


Dante Alighieri

Günümüzde bu masklar, bir insan yüzü üzerinden, tarihin adeta zaman içinde donmuş bir parçasını simgeliyor. Zamanda bir geriye bakışla çoğu zaman ölümlerinden yüzyıllar sonra bile halen anılmakta olan, insanlık için öneminden bir şey kaybetmemiş kişileri nasıl tanıyoruz sanıyorsunuz? Kimileri günümüze kadar gelen tabloları veya çizimleri üzerinde yaşar, kimilerini arkeolojik kazılardan çıkartılmış büstleri, kabartmalarda, fresklerde yer alan görüntüleri yaşatır ama sayısı azımsanamayacak kadarını da ölüm anlarında yüzlerinden alınan yüz maskları ölümsüz kılmıştır gözümüzde.

Dünyanın en çok öpülen kadını
Aşağıda yer alan hikâye böylesi bir maskın hikâyesi işte. Tek farkı, kim olduğu bilinmeyen bir genç kıza ait olması. Yani geçmişte insanlık tarihine damgasını vurmuş herhangi bir âli davranışta bulunmuş ünlü bir şahsiyet değil.


Kimisi ona Seine, kimisi “Seine’nin Bilinmeyen Kızı” veya “Seine’nin Mona Lisa’sı” diyor. O kadar aşina ki o gencecik, sakin ve huzurlu ifadesi; insan “Ben bu yüzü bir yerlerden biliyorum” diyor. Diyor, çünkü evet, bir haberde, bir sokak reklamında, ya da bir eğitim kursunda görmüşüzdür kuşkusuz, çünkü tarih içinde anonim olsa da artık nereden baksanız, bu gencecik yaşamın yüz hatları, hayat kurtaracak reanimasyon mankenlerinde yaşamakla, iki buçuk milyonun üstünde insan yaşamı kurtararak ilk yardım tıp tarihine ebediyen kaydolmuştur. Dünyanın en çok öpülen kadını deniyor ona bugün.

Seine’nin veya Annie’nin hikâyesi
British Medical Journal’dan birkaç araştırmacının derlediği bilgiler zamanla yazılı basının birçok alanında yer alıyor.
Her şey 19. yüzyılın sonunda Paris’te Seine Nehri’nden boğularak ölmüş bir genç kızın cesedinin çıkarılmasıyla başlar. Pürüzsüz cildi ve genç yüzü yaklaşık 16 yaşlarında olduğunu gösteriyordu.
Kimliği belirsiz cesetlerin teşhis amacı ile halka sergilenmesi, o yıllarda kamuoyunun ilgi gösterdiği bir uygulama olduğundan, halka teşhir edilse de toplanan kalabalığa rağmen, hiçbir bilgi elde edilemez, kimse kızın cesedine sahip çıkmaz. Bu durumda, dosyası kapatılarak, kızcağız kimsesizler mezarlığına defnedilip, hikâyesi noktalanabilirdi, ancak olay orada bitmez. British Medical Journal araştırmacılarının derlediği bilgilere göre, otopsisini yapmakta olan adli tabip, genç kızın o dingin yüz ifadesi ve gizemli gülümsemesinden çok etkilenerek, muhafaza etmek ister ve alçıdan bir ölüm maskını çıkartmak üzere bir mouleur (kalıpçı) getirtir.

Ölüm maskı vitrinde sergilenir
Hayat çoğu zaman bize garip oyunlar oynar. Görünmeyen bir el, sanki alttan alta hikâyeyi kurcalamaya devam etmektedir. Nitekim, kalıpçı da çok etkilenmiştir işinden ve yaptığı maskı vitrininde sergilemeye başlar. “Sonraki on yıl içinde insanları büyülemeye devam eden mask, artan talepler üzerine çoğaltılarak dekoratif obje olarak, Paris’i de aşarak evlerin duvarlarında yerini alır…” diye yazmış New York Times.

Aradan birkaç yıl geçmiştir, 1963’te bu kez sır kızın kaderi, bir süre önce reanimasyon konusunda çalışmaları olan Avusturyalı anestezist Peter Safar ile kesişir. Peter, kardiyolog Archer Gordon ile Amerikan Kalp Derneği Komitesi bünyesinde, “modern kalp masajı” denilen ve gerek kalp krizi, gerekse boğulma olaylarında insanları hayata döndüren ancak günümüzde bile halen deneyim ve güç gerektiren bir teknik geliştirmiştir: kalp masajı ile birlikte hastaya ağızdan uygulanan suni teneffüs… Ancak bu teknikte deneyim kazanayım derken, “kobay”ların kaburgalarını kırma tehlikesi ile karşı karşıya kalınıyordu.


İşe bak!

Kardiyolog Archer Gordon, Norveçli anestezist Björn Lind ile birlikte Asmund Laerdal adlı bir oyuncakçıyla temasa geçerek kalp masajı pratiğinde kullanılabilecek bir manken imalatını görüştüler. İşe bakın ki, oyuncakçının da yakın geçmişinde iki yaşındaki evladının boğulmaktan kurtulmuş olması, bu konuya onun çok daha yüreği ile katkısını sağladı ve imal ettiği mankene bir surat kazandırmak için baba evinin duvarında asılı maskı kullanmak geldi aklına; ki bu da Seine’den başkası değildi!
Oyuncakçının “Annie” adını verdiği bu bebekten, Dr. Peter Safar’ın 500 adet gerçek insan boyutlarında siparişi ne yazık ki dönemin Amerikan hükümetince -bu eğitimin gereksiz bulunması nedeni ile- iptal olunur ve üretilen bebekler elde kalır. Bunun üzerine oyuncak şirketi sahibi Laerdal Norveç’le anlaşarak bebekleri oraya gönderir.


Rescusci Anne
İşte bu noktadan hareketle hayat kurtarıcıları için Seine artık “Rescusci Anne” olarak tanınıyordu. Esnek ve zaman içinde güncellenebilir bir şekilde tasarlanan Resusci Anne British Medical Journal’ın verilerine göre 500 milyondan fazla ilk müdahale ekiplerinin çok çeşitli resüsitasyon (hayata döndürme) becerilerinde mükemmel bir eğitim almalarını sağladı. Yazılı basında güncellenen hikâyenin üzerinden onlarca senaryo ve hikâye geliştirildi, filmlere konu oldu, hatta Michael Jackson, ünlü yer çekimi karşıtı eğiliminin lanse edildiği uzun metrajlı Moonwalker filminin içinde yer alan kısa metrajlı filmlerden Smooth Criminal adlı parçasında tam 42 defa, tekrar ve ısrarla ona Annie are you ok?” (Annie iyi misin?) diye sormaktadır.
Dünya çapında yaklaşık 2,5 milyon hayat kurtaran bu merhum isimsiz ve masum kız için ne kahramanca bir son!