Geçtiğimiz mayıs ayının son günlerinde çok değerli bir Şalom yazarımızı kaybettik. Her zaman sevgi ve takdir ile anacağız Esti Saul’u! Sevgi ile çünkü çok özel ve nesli tükenmiş bir dost, bir insanlık ve zarafet örneğiydi; takdir ile çünkü dergimiz sayfalarında çok büyük bir özveri ve yaratıcılıkla dağarcığındakileri paylaşıyordu.

Ölüm gündemimize girince epeydir değinmek istediğim bir konu geldi aklıma.
Hepimizin, Allah gecinden ve sıralı versin, önünde-sonunda gideceği bir yerdir mezarlıklar. Rahat bahçe dermiş oraya İstanbullu Beyaz Ruslar. Muhtemelen insanın nihayet yaşam savaşından kurtulup dinleneceği son yer anlamında. Ama gel gör ki, insanın kaderinde olmayagörsün, orada bile rahat yoktur bazen…
Hatırlayın, Vehbi Koç’un naaşını kaçırmışlardı fidye için 1996’da. Nitekim yine basından bildiklerimizle, Mustafa Koç’un da naaşını aynı akıbetten korumak üzere mezarı 24 saat kamera ile izlenmeye alınmıştı. Meğer bu fidye için naaş çalmak bir tek bize has değilmiş! 1977’de vefat eden Charlie Chaplin’in de cesedi aynı amaçlar için çalınmış mesela ve eşinin fidyeyi ödemeyi reddetmesi üzerine de polis, biri Polonyalı diğeri Bulgar iki suçluyu tespit edip tutuklamış. Geçmiş yıllarda ölümü şüpheli görüldüğünden, Rahmetli Özal’ın da kabri açılmış 2012’de! Bakın bu haberi hiçbir yerde gördüğümü hatırlamıyorum, üstelik de kabir bir yerlerden su aldığından, naaşı su içinde ve 19 yıl sonra ender rastlanan bir vaka da olsa Prof. Sevil Atasoy’a göre birçok nedenden dolayı bozulmamış. Basından daha geniş bilgiye ulaşabilirsiniz.



Mortsafe’ler

Çok sıra dışı bile olsa, bu yukarıda bahsettiğim “orada bile rahat yok” dedirtecek vakalar, 18. asır İngiltere’si için çok sıradandı bir zamanlar. İskoçya’da tıp öğrencilerinin araştırmalarında kullanmaları için insan kadavralarına büyük bir talep vardı. Taze bedenler üniversite tıp fakülteleri için çok değerliydi, ancak o zamanlarda insanlar bedenlerini bilime bağışlamaya o kadar hevesli değildi ve diseksiyon (cerrahi kesim) için beden arzı sınırlıydı. Duruma bir çözüm getirmek için devrin hükümetleri, genellikle idam edilen suçluların cesetlerinin bağışlanmasına karar verdiyse de halkın uygulamaya karşı tepkisi nedeniyle bunları bile elde etmek genellikle zordu. Tıp fakülteleri yalnızca idam edilen suçluların cesetlerini inceleyebildiği için, İngiltere’de 19. yüzyılın başlarında ceset hırsızlığı yaygınlaştı. İhtiyaç ve para hırsı, insana neler yaptırıyor bakar mısınız? Mezar soyguncuları yeni mezarları kazıp, bedenleri okullara satmaya başlamışlardı.
Durumun vahameti karşısında, insanlar değerli yakınlarının naaşlarını korumak amacıyla bir çözüm aradılar. O zamanların imkânları dâhilinde akla gelen en pratik çözüm Mortsafe’ler oldu.

Mortsafe
Mortsafe nedir?
Bir Mortsafe veya Mortsafe’ler, mezarın üstüne sabitlenen ve kazılarak cesedin çalınmasını önlemek için yapılmış, muhtelif formlarda ve yapıda yani demir kafeslerden tutun da, ağır taş tablalar, mezar taşları veya beton kutulara kadar, kesinlikle kaldırılmasını imkânsız kılacak ağırlıkta yapılardı. Elbette ki, maliyetleri de yüksek olduğundan, herkesin bütçesi kaldıramazdı, bu nedenle sınırlı sayıda insanlar yaptırabilirdi. Dekompoze olmuş bedenler artık işe de yaramayacağından, bir süre sonra kaldırılıp başka taze mezarlar için defalarca kullanılabildi.
Mortsafe çağı geldi ve birkaç on yıl içinde gitti. 1832 Anatomi Yasasının kabulü ile cerrahlar yasal olarak kadavra elde edebilince, ceset ticareti de sona erdi. Mortsafe’lerin kimi geri dönüştürüldü, kimi farklı amaçlar için kullanıldı. Günümüzde ağırlıklı olarak Edinburgh çevresindeki kilise bahçelerinde ve mezarlıklarda geniş çapta örneklerine rastlanan Mortsafe’lerin tabii ki artık kimi paslı, kimi kırılmış, zarar görmüş olarak karanlık ama gerçek bir geçmişin şahitleridir.


Çatı mezarlar
Çatı mezarlar
Mezar hırsızlığının dünya yüzünde sadece bir bölge veya ülke ile sınırlı olacağını düşünemeyiz elbette. Nitekim Amerika’nın güneyinde görülen çadır mezarlar Amerikan tarihinin de eşsiz miraslarındandır.
Oldukça yüksek sayıdaki bu mezarların yaklaşık 3.000 tanesi Tennesee’de Cumberland platosu ve çevresinde, yüzlercesi Kentucky, Albany yakınlarında, daha serpme sayıda ise Kuzey Arkansas, Alabama ve kuzey Georgia’ya dağılmış durumdalar ve 1820’lerden itibaren tarih sahnesine çıkıp, 1900’lerin ortalarında durma noktasına geldiler.
Çatı mezarlar ters V şeklinde mezarların üzerine kapatılmış çatıyı çağrıştırır bir görünümde iki uzun kaya levhadan oluşmaktadır. Mezar taşları için ise, mermerden saca kadar değişken malzeme kullanılmış. Bu mezarların hangi amaca hizmet ettiği konusunda farklı teoriler var. Bir tanesi, elbette ki potansiyel mezar hırsızlığına önlem olarak tasarlandıysa da o coğrafyadaki kayalık arazi mezarın derin kazılmasına engel olduğu için ekstra bir naaşı örtme gereksinimi için diye düşünenler de var. Çiftlik hayvanlarının zararından, çalı-çırpı istilasından, hatta mezarları yağmurlardan koruyacağı için, taş kapakları, tabutun erken çökmesini engelleyici bir önlem olarak düşünenler bile var.
Zaman, bu mezarlarda hasara neden olmuşsa da, parçalanmış, çökmüş taşlar kimi zaman hayattaki aile fertleri tarafından kaldırılarak mezarlara daha modern bir görünüm verilmiş, kimi zaman da mezarlık görevlileri veya peyzajcılar tarafından istilacı otları biçme zorluğu yarattığı bahanesi ile sökülüp atılmış. Tennessee Teknik Üniversitesi’nde yer bilimleri profesörü Ric Finch, web sayfasında, “Bunlar bizim milli mirasımızın bir parçası” dediği bu tür mezarların merkez üssü ve dağılımını tespit etmek için uzun saatler harcadıktan sonra, çatı mezarların Tennessee’de başladığı ve kesinlikle yine Tennessee’de doruk noktasına ulaştığı sonucuna vardı.


Asılı tabutlar
Asılı tabutlar (Hanging coffins)

İnsanlar, vefat etmiş yakınlarının kalıntılarına gerek dinî inançları uyarınca, gerekse sevgilerinin bir işareti olarak çok değer veriyor, güvende muhafaza etmek istiyor. “Dua edebileceğim bir mezarı olsaydı bari” diyenler var mesela, kayıp veya denizde ölmüşse sevdikleri. İşte Asya’nın tükenmiş olan bir geleneği olan “asılı mezarlar”ın da özünde yatan hedef bu. Tabutların asılmasının nedeni, ölüler ne kadar yükseğe konulursa, ahirette ruhlarının daha yüksek bir mertebeye ulaşma şansının o kadar fazla olduğu inancıydı. Çin’deki, Filipinler-Sagada’daki asılı tabutlar, işte bu tükenmiş geleneğin bugünkü kalıntıları mesela.


Mezarlık zilleri
Mezarlık zilleri
Kabirlerin korumaya alınma geleneği belki de Mısır piramitlerine kadar uzanır. Hadi kabirleri koruduk, peki ya vefat eden yakınımız gerçekten ölmemişse? Nitekim Taksim Eğitim ve Araştırma Hastanesi Acil Tıp Kliniği Eğitim Sorumlusu Prof. Dr. Özgür Karcıoğlu, ölüm tanısının çok dikkatli konulması gerektiğini belirtiyor. Gerçek ölüm ile “resmi ölüm” arasında çok ince bir çizgi olduğunu, bu nedenle teşhisin kesin olarak konulmasının çok önemli olduğunu vurguluyor: “Hekimler elektrik çarpmalarında, ilaç zehirlenmelerinde, delici alet kaynaklı ölümlerde dikkatli olmalı” diyor.
Bugünkü tekniklerle bazı ihmaller dışında kesin ölüm tespitinin mümkün olduğunu biliyoruz ancak, 18. ve 19. yüzyıllarda hem doktorlar hem de cenaze levazımatçıları, modern meslektaşlarından daha az kesinlik ile çalışıyorlardı. “Death and Sudden Death” (Ölüm ve Ani Ölüm) adlı kitabın yazarı Dr. Brouardel, ölenlerin neredeyse 1/3’ünün öldü tanısıyla gömüldüğü iddiasını araştırmış.
Özellikle de 1761’de parmağında değerli bir yüzükle gömülen Mount Endgcumbe kontesi Emma’nın, bir hırsız tarafından kazılan mezarından canlı çıkıp yaklaşık 1,5 km ötedeki malikânesine dönüşünün hikâyesinin ardından insanları saran bir “taphophobia” (kabir korkusu) nedeniyle, devrin imkânları dâhilinde ölümün gerçek olup olmadığının anlaşılması için (burada yerimiz olmadığı için paylaşamayacağım) yaklaşık 10 yöntem geliştirilmiş ki, bunlardan biri de, mezarlıklarda kabirlere zil takılması oldu.
1892, Dr. Johann Gottfried Tabberger, zil sistemli tabutlar geliştirdi. Gömülenin kafasına, el ve ayaklarına bağlanan ipler, mezar taşına monte edilen bir çana bağlıydı. Muhtemel zil çalmalarında, gömülenin gerçekten ölmediği anlaşılacak, mezarlık bekçisi tabuta bir tüp ulaştırıp, kişi güvenli bir şekilde tahliye edilene kadar bir körükle hava pompalayacaktı. Ancak, doğal çürüme süreci nedeniyle şişen bir ceset, çan sistemini harekete geçirebilir ve içeride gömülü olanların canlı olduğuna dair yanlış inanışlara yol açabilirdi. Popüler kullanımına rağmen, bu yöntemle kurtulan kişi kaydı ne yazık ki hiç olmadı.
Hâsılı, konumuz mezarlıklara “ebedi istinatgâh” denmesinin pek anlamı da olmamış anlaşılan. Her ne kadar-ne varsa canlı emaresi kalmamış ve zamanla yok olacak bedenler de olsa sevdiklerinden kalanlar, aileleri için o minicik alan, bir zamanlar yaşamlarına dokunmuş olanlardan arda kalan son yadigâr… Öte dünyada neler olduğu ise hepimiz için hepten bir muamma.