DERGİ’mizin Mart sayısı yayına neredeyse hazırdı, kapağı, kapak söyleşisi ... ve neredeyse tüm içeriğiyle. Lakin ülkemizin başına gelen asrın felaketi deprem ile kalplerimiz dağlandı, yayınımızı değiştirmeye yazar arkadaşlarımızın yüreklendirici desteğiyle karar verdik. Bu satırları kaleme aldığım sıralarda, Türkiye’min 11 ili, onarılması belki de yıllar sürecek yaralar aldı. Binlerce yitirilmiş can, on binlerce yaralı... Bazı merkezlere, dağ köylerine henüz ulaşılamadığını izliyoruz. Devlet mekanizmasını geride bırakacak düzeyde halkın tek yürek olmuş kitlesel katılımıyla seyyar mutfaklar sıcak çorba dağıtımında... Doktorlar gibi her meslek grubundan sayısız gönüllüler yaşam kurtarmaya ahdetmişçesine... afetin orta yerinde tek başına kala kalmış çocuklara örgütlenerek ulaşılıyor, yakınları aranıyor, bulunamazsa da güvenlik içinde olmaları sağlanıyor, çocuk kaçıranlardan (ve maalesef organ mafyasından) korunmalarını sağlayarak...


Onca yıkım içinde Antakya’nın 2.500 yıllık Yahudi yaşamının son kalesi yıkıldı... o her ziyaretimizde kapılarını açan sinagogumuz. Sayısız Hataylı dostumuzun yaşam hikâyelerinde anlatacakları kadim kentin kadim sinagogu... Antakya gezilerimizi destekleyen, gururla anahtarlarını taşıdığı sinagogu bize ne olursa olsun günün her saatinde açan, tarihî Tevrat rulolarını hakkettikleri kutsiyetle muhafaza eden, kocaman kalbiyle ziyaretlerimde beni karşılayan, evine davet eden sevgili Şaul Cenudioğlu ve eşi Tuna Cenudioğlu ile akşam sohbetlerimizin anısı hala taptaze ilken... maalesef evlerinin yıkıntıları altında yaşamlarını yitirdiler, o bağlı oldukları, ayrılmayı göze alamadıkları kadim kentte, “Burası bizim evimiz!” dedikleri yerde.
Türkiye ve Suriye’de vuku bulan felaketin bu ilk günlerinde yurtdışından, ABD, Azerbaycan, Ermenistan, Fransa, Hindistan, İngiltere, İspanya, İsrail, Japonya, Meksika, Rusya, Yunanistan ve daha birçok yerden kurtarma ekiplerinin destekleri zamanın ruhuna katılırken insanoğluna ortak bir mesaj da vermiyor mu? Acıda her dünya insanının gözyaşının ve kanının aynı renkte olduğunu hatırlatmıyor mu?
Türkiye’mizin kaderi olan deprem gerçeğinin bize anımsattıklarını sadece zihinlerde ve söylemlerde değil, uygulamada da ciddi önlemlerle ele alınması her yurttaşın beklentisi. Gereklerinin (muhtemel bir Marmara depreminde) yeni felaketlere uğramadan gerçekleşmesi ARTIK kaçınılmaz!
The Guardian muhabirinin yayınladığı bir fotoğraf faciayı özetliyordu: Yıkılmış evlerinin enkazından sadece elini uzatabilmiş kızı Irmak’ın elini tutan baba Mesut Hançer... yardım ulaşamadığından hayatını yitiren kızının elini tutmaya devam ederken...

6 Şubat depreminde yaşamlarını yitirenlere rahmet diliyoruz, geride kalanların, ivedilikle ve elbette insan onuruna yakışır şekilde maddi-manevi yaralarının sarılabileceğinin umuduyla Türkiye’mizin başı sağ olsun!