Dizinin adı: “All the Light We Cannot See - Göremediğimiz Tüm Işıklar”
Türü: Dram/Savaş
Yapım tarihi: 2023
Süresi: 4 bölümlük dizi, her bir bölüm 50-63 dakika
Yönetmen: Shawn Levy
Oyuncular: Aria Mia Loberti, Louis Hofmann, Mark Ruffalo, Lars Eidinger, Hugh Laurie ve Marion Bailey
Orijinal dili: İngilizce
IMdb Puanı: 8.7
Çocuk Marie-Laure LeBlanc babası ile Paris’te, babasının çalıştığı müzede
Sine / Yorum’da bu ay, bir Amerikan mini drama dizisinden söz ediyorum; “Göremediğimiz Tüm Işıklar”. Netflix için Steven Knight tarafından geliştirilen bu mini dizinin yönetmenliğini Shawn Levy yapıyor. Dizi, Anthony Doerr’ın Pulitzer Ödülü kazanan aynı adlı romanından uyarlanıyor. Filmde başrollerde Aria Mia Loberti, Louis Hofmann, Mark Ruffalo, Lars Eidinger, Hugh Laurie ve Marion Bailey yer alıyor. 2 Kasım’da yayına giren bu mini drama dizisi dört bölümde tamamlanıyor. Dizide işgal altındaki Fransa’da II. Dünya Savaşı sırasında yolları kesişen Marie-Laure adında kör bir Fransız kız ile Werner adında bir Alman askerinin, bir radyo yayını bünyesinde bir araya gelmeleri anlatılıyor.
Dizinin çekimlerinin Mart-Temmuz 2022 arasında Budapeşte, Saint-Malo ve Villefranche-de-Rouergue’de (Fransa’nın güneyindeki Aveyron bölgesinde) gerçekleştirildiği ve ana sahnelerin (sokak, bombalamalar, Saint-Malo’nun kurtuluşunun) çekildiği kasabanın, Saint-Malo’nun II. Dünya Savaşı öncesindeki yıkımına benzeyen antik merkezî meydanı ve tanıdık 1940’lar tarzı sokakları nedeniyle seçildiği söyleniyor. Kasabanın büyük bir kısmı prodüksiyon ihtiyaçlarına göre uyarlanmak suretiyle konseptin gerçekliği ile uyumlandığı ifade ediliyor. Hugh Laurie’nin Etienne LeBlanc karakterini kendisinden beklenen bir başarı ile canlandırdığı bu mini dizi, sizi II. Dünya Savaşı yıllarına Fransa’ya götürüyor.
Marie-Laure LeBlanc babasının kendisi için yaptığı şehir maketini elleriyle dolaşırken
Rotten Tomatoes sitesinin eleştirmenleri, dizinin, parlak bir oyuncu kadrosuna sahip olsa da potansiyelinin genellikle ciddiyet ve aptalcalığın ton açısından garip bir karışımı olduğu yönünde fikir birliği oluşturuyor.
Benim fikrime göre ise oyuncu seçimi iyi olsa da diyaloglar yetersiz, kaynak materyal olan romanın derinliği ve yaratıcı etkisi senaryoda yakalanamıyor. Karakterizasyon yetersiz. Nazi bağlantılı ana kahraman Werner, gerçekleri görme, değerlendirme ve harekete geçme konusunda hedefsiz ve ağır kalıyor. Seyirci kahramanın ne yapacağını, hangi yolda ilerleyeceğini kestiremiyor. Roman çok rahat ve hızlı okunabiliyor ancak dizideki olayların ve oyunculukların bir türlü akamayışı seyirciye baygınlık hissi verebiliyor.
Tüm zamanların en muhteşem Nazi kılıfına girebilen oyuncusu “Lars Eidinger”, olmazsa olmaz
“Körlüğün ne demek olduğunu anlamak için gözlerinizi kapatmanız yeterli olmazdı. Sizin gökyüzü, insan yüzleri ve binalarla dolu dünyanızın altında yüzeylerin dağıldığı ve seslerin havada bir kurdele yumağı haline geldiği daha hassas ve daha eski bir dünya vardır” diyen romanın Amerikalı yazarı Anthony Doerr, baş karakteri Marie-Laure’nin kitaplarına, midyelere, maket evlere uzanan parmaklarını anlatırken, oyuncu Aria Mia Loberti’nin bu durumu biraz abartılı, elleriyle neredeyse gereksiz yere dans ederek başarısız bir şekilde canlandıracağını tahmin edememişti eminim. Öyle ki, radyo yayınını her açma ve kapatmasında aynı dans eden parmakları aynı senkronda izlemek seyirciye sahte gelmeye başlıyor. Sanki yönetmen tekrar tekrar aynı sahneyi çekmekten sıkılmış da bir kez çekmiş, aynı görüntüyü defalarca kullanmış gibi gözüküyor.
“Göremediğimiz Tüm Işıklar” dizisinin konusu
Marie-Laure LeBlanc kör ve yalnız bir genç kız, yıkılmış bir binada Braille alfabesiyle okuduğu hikâyelerle radyo yayını yapıyor ve direnişçilere şifreler gönderiyor. Radyo teknolojisi konusunda aşırı yetenekli Werner Pfennig başka bir yerde, bir bodrumdaki moloz yığınının altında mahsur kalıyor. Aynı radyo kanalını çocukluğundan beri Profesörden dinleyen Werner, bu defa Maria-Laure’un kitap okuyan sesine empati geliştiriyor. Dizi, büyük bombardıman gerçekleşmeden önce Maria-Laure ve ailesinin yanı sıra, Werner Pfennig’in savaş zamanındaki rollerini anlatmak için geriye dönüşlerle seyirciyi geçmişe götürüyor. Marie-Laure, müzede saklanan Alevler Denizi olarak bilinen bir elmasın hikâyesine de karışıyor. Elmasın, sahibinin etrafındakilere sonsuz talihsizlik pahasına ölümsüzlük verdiği söyleniyor. Laneti sona erdirmenin tek yolu, taşı gerçek sahibi olan okyanusa iade etmek olduğunun altı çiziliyor.
Gestapo Okulu’nun faşist doktoru, bir dizi incelemeden sonra genç Werner’i okula kabul ederken şunları söylüyor: “Müjde! Sen Yahudi değilmişsin Werner. O zaman yaşamana iznin var.”
“Göremediğimiz Tüm Işıklar” dizisinde, bol bombardıman sesi, silah patlaması, yangın alevinden gözlerinizi aralayıp sahnelerin dramaturjisine ve karakterlerin diyaloglarına odaklanabilirseniz korkarım siz de benim gibi gerçekten bir “ışık” göremeyebilirsiniz. Romanı mutlaka okumanızı öneririm. Kitaptan bir alıntı ile yorumumu bitiriyorum: “Gözlerinizi açın ve sonsuza kadar kapanmadan önce onlarla ne kadar çok şey görebilirseniz görün.”
Sine / Yorum’dan yine ve tekrar dostlukla.