Bir gezgin düşünün, nereye gitse tarihi ve sanatı iliklerine kadar hissediyor ve yabancı topraklara adımını attığı an soluğu müzelerde, sergilerde ve tarihî mekânlarda alıyor ve yalnızca kendisi için değil kaleme alacağı yazılar için gözlemliyor. ESTER ALMELEK ile son kitabı “Hayatımızdaki Işık Sanat” üzerine keyifli bir yolculuğa çıktık.

Kendinizi bize nasıl tanımlarsınız? Ester Almelek neler yapar? Sizi her sabah yataktan kaldıran, motive eden şey nedir?
Hayatın bize verilen bir hediye olduğunu ve onu dolu dolu yaşamak gerektiğine inanıyorum. Ayrıca yaş almanın da bir ayrıcalık olduğunu düşünüyorum. İnsanın sabah yataktan kalkmak için bir sebebi olmalı. Yoksa hayat çok zor geçer. Benim uzun bir çalışma hayatım oldu. Sevdiğim bir işi yaptığım için de kendimi hep şanslı hissettim. Almelek Sanat Galerisi’ni kapattıktan sonra da, sanat camiası ile bağlarım kopmadı, sergileri gezmeye, otuz yıldır kaleme aldığım sanat yazılarıma devam ettim. Ezelden beri de kurslara giderim, L.C.C. İç Mimari Dekorasyon, sanat, müzik tarihi, lisan, arkeoloji gibi…



Son kitabınızda Yahudi ressamlarla ilgili yoğun bir araştırma yaptığınızı görüyoruz. Sizin aralarında en çok bağ kurduğunuz ressam hangisi?
Paris Ekolünün Yahudi ressamları hakkında bir konferans hazırlamıştım. Çok büyük zevkle hazırladığım bu konferansı değişik ortamlarda birkaç kez verdim. Sanatçı ve eserlerine uygun bir müzik eşliğinde yaptığım bu sunum her zaman ilgiyle izlendi. Tek bir sanatçıyı ayırmak çok zor. O zamanki sanatın merkezi olan Paris’e gelip bin bir zorluğa katlanarak, bazen de Yahudi oldukları için hor görülerek, sanatlarını icra etmeye çalışmışlar. II. Dünya Savaşı sırasında Paris’te yaşayan 85 ressam Nazi kamplarında hayatlarını kaybetmişlerdir.

Kitabınızda bahsettiğiniz Budapeşte’deki “Franz Kafka’ya Saygı” eserinin, “kinetik heykel” tarzında olması sizi nasıl etkiledi?
Kafka’nın o ünlü heykelini ben maalesef yakından görmedim. Prag şehrini iki kez ziyaret ettim ama o heykel 2016 yılında şehre yerleştirildi. Kafka’nın ruhundaki kırılmaları anlatan heykeli bir dergide gördüm ve çok etkilendiğim için bir yazı yazmak istedim ve dünyadaki “kinetik heykeller” hakkında bir araştırma yaptım. Galerimde de her yıl heykel sergileri düzenlerdim. Ayrıca kinetik eserleriyle ünlü İsrailli heykel sanatçısı Frank Meisler ile birlikte İstanbul Sanat Fuarı’na katıldık ve çalışmalarına galerimizde yer verdik.

Umberto Eco “kütüphaneler büyüleyici yerlerdir” diyor. Kütüphanelerin sizin üzerinizdeki etkisi nedir?
Kütüphaneler başlıklı makalemde bahsettiğim o muhteşem kütüphaneleri yakından görmek isterdim. Bugün bu değerli ve uzak mekânları ancak sanal dünyada gezebilirsiniz, müzelerde dolaştığınız gibi. Öte yandan günümüzde lokal kütüphaneleri çeşitli yollarla ziyarete açmak mümkündür. Sevilen bir sanatçının konserini dinlemek, çok okunan bir yazarın konferansını dinlemek için böyle güzel mekânlarda faaliyetler düzenlenebilir diye düşünürüm. Çocukluğumda bir kitapevinde çalışmayı düşlediğimi anımsıyorum. Çoğunlukla üniversitelerdeki kütüphanelerde araştırma yapmayı seviyorum.



“Dünyadaki bazı şehirlerde gezmek, bir müzede ya da bir sanat galerisinde gezmekten farksızdır” diyorsunuz. En sevdiğiniz şehirler hangileridir? Sizin bu konuyu işlediğiniz ayrıca bir kitabınız var, değil mi?
İlk yazdığım kitap “Bu Şehri Seviyorum İstanbul-Paris-Venedik-Viyana”da, bu dört şehrin bende uyandırdığı duyguları ve anımsattıklarını anlattım. Her zaman şehirlerin üzerimde çok büyük etkisi olmuştur. Bir şehri ya severim ya da sevmem. Bazen de delice tutkun olurum bir şehre. Bazı şehirler de mutsuz ederler beni. Kitabımı çok sevdiğim ve saydığım rahmetli değerli yazar Hıfzı Topuz’a bahşetmiştim ve kendisi bir önsöz yazarak beni onurlandırmıştı.

Bir gazeteci ve gezgin ruh olarak yaptığınız seyahatler size ne katıyor? Yeni yerler keşfetmek hayatınızı nasıl etkiliyor?
Seyahat etmeyi, yeni yerler keşfetmeyi, sokaklarında kaybolmayı ve insanlarla kaynaşmayı çok seviyorum. Sevdiğim yerleri tekrar tekrar görmeyi de çok seviyorum. Özellikle lisanını kültürünü bildiğiniz bir şehri ziyaret etmek bambaşka şeyler katıyor insana. Tiyatroya ve operaya gitmek ise ayrı bir keyif. Venedik ve Paris, mesleğimle de ilgili sık ziyaret ettiğim sanat fuarlarına ve bienallerine katıldığım şehirlerdir. Gezdiğiniz yerlerden esinlenerek yazılarınıza aktarımlar yapabiliyorsunuz “Venedik’te Sanatın Gölgesinde Aşk”, “Lago Maggiore’de Katliam” ve İsrail ile Mısır hakkında yazdığım “Çölün Cazibesi” romanları gibi. Ayrıca belirli bir amaç için yapılan seyahatleri de önemsiyorum. 60’lı hatta 70’li yaşlarımda yaptığım “Kibbutz’ta çalışma, kolektif yaşam” deneyimleri ve her sene Holokost’u anmak için Auschwitz’te yapılan “Yaşam Yürüyüşü” gibi.



Kendiniz için özel bir müze açmış olsaydınız hangi eşyalarınızı sergilemek isterdiniz? Başka bir deyişle sahip olduğunuz bir koleksiyonunuz oldu mu ve size ne kattı?
Herkesin evinde sakladığı müze kıvamında bir koleksiyonu vardır mutlaka. Aslında çok arşivci bir insan sayılmam ama çok sevdiğim bir maske koleksiyonum var. Bir kısmını şimdi İzmir’deki evime taşıdım. Bir de seyahatlerimden topladığım bebek ve ayakkabı koleksiyonum vardır. Ayrıca seyahati çok sevdiğim için harita desenli objelere zaafım var; defter, saat, yastık, eşarp gibi. Zamanla bir tablo koleksiyonumuz da oluştu.

Mardin’de bir bienal görmekten çok etkilendiğinizi ifade ediyorsunuz.
Heyecanla beklediğim Mardin gezisi beni fazlasıyla tatmin etti. Uçsuz bucaksız Mezopotamya manzarası ve tarihe meydan okurcasına ayakta dimdik, gururla duran kalesi, daracık yokuşlu-merdivenli sokakları, insanların gösterdiği hoşgörü ve yakın ilgiyle Mardin şehri adeta büyüledi beni. Tabii bunlara ek olarak zengin bir sanat bienalinin atmosferinde orada bulunmak ayrı bir keyif kattı gezimize. Bence Kapadokya da, bir bienal için ilginç bir seçim olabilir. Oranın büyülü bir atmosferi var, sanatçılar için ilginç bir yaratıcılık alanı haline gelebilir. Ama Anadolu’nun her yöresi, her şehri ayrı güzel, başka yerler de düşünülebilir.


"Cumhuriyet Ağacı", Ferit Özşen (İzmir Gündoğdu Meydanı)

“Gezgin, bir yere varmak için değil, keşfetmek için seyahat eder” demiş Goethe. Keşfedilen bir şehir insana uzun vadede sadakatle bağlılık sağlayabilir mi?
Şehirler, yaşadığım alanlar benim için çok mühim. Bir zamanlar İstanbul’a çok aşıktım ve ailemle Viyana’da yaşadığımız dönemde İstanbul’a karşı çok sıla hasreti çekmiştim. Şimdi aynı derecede İzmir’i çok seviyorum ve burada yaşamaktan çok memnunum. Birkaç yıl önce sanki olacakları tahmin etmişim gibi “İzmir Son Durak” diye bir kitap yazmıştım. İzmir yaşaması çok kolay ve huzurlu bir yer, İstanbul’un karmaşasıyla kıyaslanınca. Son kitabımın kapağına Taksim Meydanı resmini koydum. Ama maalesef şimdiki Taksim değil, nostaljik bir Taksim. İzmir’de ise Taksim gibi kalabalık, merkezi bir yerde oturuyorum. Orada bir Cumhuriyet Heykeli var. Bizim galeride de geçmişte sergisi açılmış Ferit Özşen’in heykeli süslüyor bu meydanı.

Tüm gezdiğiniz yerleri çok iyi bir şekilde gözlemlemiş ve çalışmış olduğunuzu görüyoruz. Sizce seyahatlerde mekânları algılarken bir rehberin rolü önemli midir?
Benim için eskiden Türkiye sadece İstanbul demekti. Ama son on senedir Anadolu’yu keşfettim. Biraz da, değerli bir rehber olan Türkolog Ali Canip Olgunlu’nun sayesinde oldu. Şimdi de Ege’nin güzel köylerini keşfediyorum. Zaten birçok medeniyetin beşiği olan Anadolu’da arabayla bir saat gitseniz karşınıza mutlaka antik bir kent veya tiyatro çıkar.

Birçok kitabınızda “Sanatı” yazmaktan nasıl büyük bir mutluluk duyduğunuz belli oluyor. Sanat niye bir insanı bu kadar mutlu eden bir olgu?
Hepimizin hayatına az veya çok sanatın eli değiyor. Günlük yaşamımızda sanatın çeşitli dallarından dinlediğimiz bir ezgi, gördüğümüz bir fotoğraf karesi, bir film sahnesinin bizi iyileştirdiğini, zenginleştirdiğini biliyoruz. Yoksa hayat çok yeknesak olurdu.

Her kitabınızda okuyucularınızı yoğun bir şekilde bilgi havuzlarında yüzdürüyorsunuz, bir sonraki projeniz ne olacak?
Bundan sonraki projelerim hep aynı şekilde devam etmek. Tabii sağlığım ve hayat şartları imkân verirse aktivitelerime devam edebilmeyi arzu ederim.