Haber fotoğrafı: Birçok kült filme imza atmış, aykırı yönetmen Stanley Kubrick

“Ben daima hafifçe gerçeküstü çalışmayı ve onu gerçekçi bir tarzda sunmayı sevdim”- Kubrick: Inside a Film Artist’s Maze, 2000, Thomas Allen Nelson, s.14

“Bir adam roman yazar, bir adam senfoni yazar, bir adamın da film yapması gereklidir”- Stanley Kubrick
“Perde büyülü bir dünyadır. Öyle bir gücü vardır ki, duyguları başka hiçbir sanat formunun yanına bile yaklaşamayacağı bir şekilde ortaya çıkarır” diyen sinema dünyasında özgün ve sembolik anlatımlarıyla tanınan birçok kült filme imza atmış, aykırı yönetmen Stanley Kubrick’i inceleyeceğimiz Sine / Yorum Yönetmen Sineması Serisi’nin yeni yazısına hoş geldiniz.



A Clockwork Orange (Otomatik Portakal)
filmiyle benim “Bir numaralı yönetmenim” koltuğuna hakkıyla kurulmuş, kariyeri boyunca sinema tarihine özgün ve benzersiz filmler kazandırmış kült yönetmen Stanley Kubrick’i ve filmlerini birlikte inceleyeceğiz. Her Kubrick filmi ilgiyi hakkediyor. “Belki de her şey güzel olduğunda, hiçbir şey güzel değildir” diyen Kubrick’in güzellikler içinden bulup çıkardığı çirkinliklere bir göz atalım. “Sine / Yorum Yönetmen Sineması Serisi” araştırma ve inceleme yazılarımın takipçileri için söylüyorum, Kubrick’in ulaşabildiğiniz tüm filmlerini peş peşe izleyin, bitirdiğinizde de size gerçek görünenleri güzelce bir sorgulayın. Kubrick sinemasını inceliyoruz. Anlamlandıracağınız seyirleriniz olsun. Buyursunlar!

“Bir film yapımcısının, eline bir parça kâğıt alan bir roman yazarı kadar özgürlüğü vardır. Eğer bir şey yazılabiliyor veya düşünülebiliyorsa, filme çekilebilir”- Stanley Kubrick



Filmlerinde, insanın gündelik görüş çemberinin dışına çıkan ve derin temaların da derinine inebilen, kendine özgü farklı anlatımıyla Stanley Kubrick, 26 Temmuz 1928’de New York’ta Yahudi bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldi. Fotoğraf sanatına ilgi duyuyordu, Look dergisinde fotoğrafçı olarak kariyerine başladı. Görselleri kullanarak hikâye anlatma yolunu keşfetti. Yönetmenlik kariyerine 1951 yılında Day of the Fight isimli belgesel filmiyle başladı. Bu belgeselde boksör Walter Cartier’ı anlatıyordu. İkinci belgeseli olan Flying Padre’den sonra 1953 yılında The Seafarers ile ilk renkli film denemesini gerçekleştirdi. Aynı yıl Fear and Desire isimli ilk uzun metraj filmini çekti. Filmini başarısızlık olarak gören Kubrick sonraki yıllarda filmin kopyalarını toplatmaya çalıştı. Yönetmen, Killer’s Kiss filminde bir boksörün birkaç gününü anlatıyor. Kubrick 1956 yapımı The Killing ve 1957 yapımı anti savaş temalı Paths of Glory filmlerini çekti. 1960’tan ölümüne kadar yaptığı filmlerin her birini tek tek inceleyelim.



“Genç yönetmenlere önerim ellerine bir kamera alıp herhangi bir konuda film çekmeleridir”- Stanley Kubrick
Kubrick, Look dergisinde çalışırken Sergei Eisenstein ve Arthur Rothstein’dan etkileniyor. Fransız yönetmen Max Ophüls’un hareketli kamera çekimlerinden de etkilenip The Shining filminde hareketli sahneleri çekerken steadicam’i etkili bir şekilde kullanıyor. Amerika’nın en iyi yönetmeni olarak Elia Kazan’ı görüyor. 1963 yılında ifade ettiğine göre Kubrick’in en sevdiği filmler listesinin ilk üç sırasında o dönemde şu filmler yer alıyor:
1. I Vitelloni (Fellini, 1953)
2. Wild Strawberries (Bergman, 1957)
3. Citizen Kane (Welles, 1941)

Filmlerinde genellikle sembolik ve gerçeküstü anlatımlar kullanmayı tercih eden Kubrick’in film noir, gerilim, bilimkurgu, dönem filmi gibi alanlarda eserler bıraktığını görüyoruz. Kubrick’in 1960 sonrası filmlerine bakalım…
Spartacus (1960): İngiliz Yahudi göçmeni anne ve Ukraynalı Yahudi göçmeni babası olan Amerikalı yazar Howard Melvin Fast’in 1951 yılında yazdığı Spartacus romanını temel alarak filmini çeken Kubrick Spartacus filminde egemen sınıfa karşı köleliğin isyanını anlatıyor.
Lolita (1962): Kubrick, vizyona girişinden itibaren olay yaratan Lolita filminin senaryosunu Vladimir Nabokov’un romanından uyarlıyor. Kubrick’in yorumu olan Lolita Nabokov’un romanından birçok noktada farklılık gösteriyor.
Dr. Strangelove (1964): Peter George’un Red Alert kitabından uyarlanan Dr. Strangelove’da Kubrick’in absürt tarzını görebiliyoruz. Film politik gerilim olarak tasarlanıyor ama senaryo sürecinde kara komediye dönüşüyor.
2001: A Space Odyssey (1968): Görsel efektleriyle özgün bir bilimkurgu filmi olan 2001: A Space Odyssey’in senaryosunu Kubrick ve Arthur C. Clarke birlikte kaleme alıyorlar. Jüpiter’e yolculuk sırasında yapay zekâyla yaşananların anlatıldığı filmde sinemada sembol haline gelen monolit, maymunlar, ilk aletin bulunması gibi konular da işleniyor. Filmdeki anlatım sürreal ve hayal gücü ile bilimsel gerçeklik arasındaki sınır Kubrick’in bakış açısıyla birbirine giriyor.


A Clockwork Orange (1971)
: Dilimizdeki ismiyle “Otomatik Portakal”ı, Kubrick Anthony Burgess’ın aynı isimli romanından uyarlıyor. Zevk için birçok suç işleyen Alex’i arkadaşlarının ihbarı üzerine alan devlet onu topluma kazandırıp ondan iyi bir insan oluşturabilmek için çeşitli metotlar kullanıyor. Kubrick bu filmle insanın doğasında mevcut kötülüğü izleyicinin yüzüne vuruyor. Bireye ve topluma sert ve acımasız eleştiriler yapıyor. Filmde fütüristik ögeler kullanılıyor. Filmin dili ve görsel anlatımı oldukça etkileyici. Film şiddet içerdiği için vizyona girdiğinde çok sayıda sansüre ve eleştirilere maruz kalıyor.
Barry Lyndon (1975): Kubrick bu filmi William Makepeace Thackeray’in “İrlandalı üst sınıftan birinin İngiliz aristokrasisinin bir üyesi olmaya çalışmasını konu alan pikaresk romanı (Pikaresk roman: Genellikle birinci şahıs anlatımıyla yazılan, bir serseri veya düşük rütbeli maceracının (İspanyolca: pícaro) hayatta kalma çabası içinde bir yerden bir yere ve bir sosyal ortamdan diğerine sürüklenmesini anlatan erken dönem roman türü) The Luck of Barry Lyndon’dan uyarlıyor. Mükemmeliyetçi dikkatli çalışmalarıyla Kubrick’e Barry Lyndon filmi “en iyi sanat yönetmeni, en iyi sinematografi, en iyi kostüm, en iyi müzik” dallarında Oscar ödülü ve “en iyi kurgu, en iyi yönetmen” dallarında BAFTA ödülü kazandırıyor.
The Shining (1980): Paranormal ve gerilim türünde başyapıtlar arasında anılan “The Shining” filmini Kubrick, Stephen King romanından uyarlıyor. Kışı geçirmek için şehirden uzak bir oteli sorumlu olarak devralan Jack, çocuklarının paranormal olaylarla karşılaşması ile deliriyor. Çoğu sahnesi altmışın üzerinde tekrar çekilen “The Shining” filmi Stephen King’in oluşturduğu gizemin Kubrick’in konuşturduğu mükemmeliyetçiliğinin günümüze ulaşan bir izi olarak kült filmler listesinde yer alıyor.
Full Metal Jacket (1987): Kubrick bu filmi Gustav Hasford’ın Vietnam Savaşı’nı konu alan The Short-Timers romanından uyarlıyor. Savaş sonrasında çekilen Full Metal Jacket, savaşın insan üzerindeki yıkıcı etkilerini askerlerin insani özelliklerini kaybetmeleriyle seyirciye gösteriyor.
Eyes Wide Shut (1999): Başrollerini Nicole Kidman ve Tom Cruise’un paylaştığı Eyes Wide Shut evli bir çiftin birbirlerine olan sadakatleri hakkında şüpheye düşmesinin ardından başlarından geçen olayları anlatıyor. Film, tehlikeli ve gizemli bir yeraltı cemiyeti, cinsellik, sadakat, toplumsal normlar ve insan doğasının karanlık yanları gibi temaları inceleyen Kubrick’in etkileyici görsel anlatımı ile akıllarda kalıyor. 400 günlük prodüksiyon ile en uzun çekim süresine sahip olan filmin bir diğer önemi de yönetmenin bu filmi tamamlamasının ardından 7 Mart 1999’da hayatını kaybetmesinden kaynaklanıyor.
Stanley Kubrick, filmlerinin yapım süreçlerinde daima sezgilerini ön planda tutuyor. Seyirciye doğrudan mesaj vermiyor, dolaylı anlatım yoluyla seyircinin filmi sezgileriyle yorumlamasına olanak veriyor. Yaşadığı dönemin toplumsal kaygılarını da perdeye taşıyan Kubrick, sinemaya bıraktığı benzersiz filmografisi ve sinema tarihine kazınan etkileyici görsel hikâye anlatımıyla, yeni nesil sinemacılar için her zaman ilham kaynağı olmayı sürdürüyor. Kubrick sinemasında keyifli seyirler.
Sine-Yorum’dan dostlukla...