“Dönüşüm yaratmayan bir felaket yoktur.” Cümlenin sahibi Boris Cyrulnik, hayatını travmalı insanları iyileştirmeye adayan bir bilim insanı... Zaten onu psikiyatriye yönlendiren kendi deneyimleriymiş, “Bilim insanının seçtiği konu onun deneyiminde zaten köklenmiştir” diyor. Fransız nörolog, psikiyatrist, psikanalist, davranış bilimci Cyrulnik, zor zamanlarda hayatta kalma, uyum sağlama, hatta gelişme kapasitesi olarak tanımladığı dayanıklılık kavramıyla dünya çapında ün kazandı, Şahane Bir Mutsuzluk ve Çirkin Ördek Yavruları kitapları büyük ilgi gördü.

Kavramın geçmişine bakarsak, uluslararası literatüre geçtiği haliyle “resilience”, dayanıklılık / esneklik, kabaca bireyin kendini travmadan çıkaracak kaynakları yine kendinde bulması olarak tanımlanıyor. 19. Yüzyılda fizik biliminde kullanılan kelime, sonradan alan değiştirmiş, 1952’de Fransız yazar André Maurois tarafından, insanın zorlukları aşıp yeniden hayata başlamasını sağlayacak stratejileri tanımlamak için kullanılmış. Freud’un kısaca bahsettiği kavramı, psikolojide ilk geliştiren psikolog Emmy Werner’miş.
Cyrulnik 1990’larda dayanıklılıktan bahsetmeye başladığında, ne demek istediği pek anlaşılmamıştı. Bugünse politikacılar, sosyal medyacılar ve iş insanlarının bu kavramı sıkça kullanmasını büyük bir zevk ve aynı zamanda endişeyle izlediğini itiraf ediyor. “Bir işçi, dayanıklılığın ne olduğunu çok iyi bilir, ancak bilmeyenler kelimeyi farklı kullanarak, örneğin şunu söyleyebilir: ‘Bunu kendin çöz.’ Bu, kastedilen dayanıklılık kavramının tam tersidir,” diyor. Çünkü dayanıklılık iş birliğine dayanıyor. Cyrulnik şöyle bir uyarıda bulunuyor: “Yalnız kalarak kendini anlayabileceğine inanmak, yanılsamadır.”
Cyrulnik, içinde rekabet veya tartışma da olsa saygı temelli bir iş birliğinin önemini vurguluyor: “Beynimi uyarmak için tartışmam gerekiyor. Sadece sen buradaysan, bana yakınsan kendim olabiliyorum… Bu yüzden toplumsal ritüellere ihtiyacımız var. Rekabetçiliğimizi ve öfkemizi kontrol etme eğitimini bu yolla ediniriz, ritüelleri terk ettiğimizde vahşet başlar.”

Hayatı
Cyrulnik’in travması, 1943 yılında, 6 yaşındayken dört Alman askeri tarafından uyandırılmasıyla başladı. Durumu kavraması zaman almıştı, henüz “Yahudi” kelimesini bilmiyordu. Ailesi Auschwitz’e gönderildi. Kısa süreli tutukluluktan sonra Bordeaux’dan kaçtı, ismini değiştirerek Direnişçilerin arasında saklandı. Savaştan sonra teyzesi tarafından büyütüldü. Eğitimini Paris’te Tıp Fakültesinde tamamladı.


Annesiyle

Dayanıklılık, direnmenin ötesinde, içsel dönüşümü toplumsal dönüşüme bağlamaktı. Cyrulnik’e göre, ruhsal dayanıklılık çevresel, duygusal ve sözel ortamımızla ilgiliydi ve bunlardan birine tutunabilen kişi iyileşme yoluna girebilirdi. Kendi mutsuzluğuyla edebiyat sayesinde baş etmişti: Dickens, Tolstoy, Gorki onun yanındaydı. Konuşmasında şu örneği veriyordu: Victor Hugo’dan önce, yetimler değersizdi. Kızlar hizmetçi olur, oğlanlar çiftlik işlerine koşulurdu. Okula gönderilmezlerdi, dolayısıyla okuma yazma öğrenemeyince sosyalleşmekte zorlandılar. Çocukların, onları geliştiren bir ortamdan mahrum bırakıldıkları için suça itildiklerini insanlara ilk düşündüren, bu gerçekçi romanlardı. Victor Hugo, ete kemiğe kavuşturduğu Cosette gibi karakterlerle, topluma bu çocukların “kaderlerinin” değiştirilebileceğini hatırlatıyordu.

Çocuklar için…
Araştırmalarda, ekonomik ve duygusal yoksunluk yaşayan ve şiddet gören çocukların prefrontal korteksinde atrofi (körelme) olduğu ve hacmin azaldığı görülmüş. Sevgi eksikliğine bağlı bifrontal atrofinin günlük yaşamdaki göstergelerinden biri saldırganlık. Cyrulnik, çocukların yaşadıkları ortamdaki şiddetten korunma yollarından birini spor olarak görüyor. Bu yüzden çalışma gruplarında nörolog, psikolog, biyolog, sporcu bazen de müzisyen veya komedyen bulunuyor. Brezilya ve Kolombiya’nın yoksul mahallelerinde çalışırken, eğitime katılan çocukların müzisyen ve futbolcuları rol model aldıklarını gözlemlemiş. Grup mahallede çalışmaya başladıktan sonra, çocukların kahramanı çete liderleri değil, en iyi futbolcu, en hızlı atlet olmuş.


Yalnızca düş kurmayı bilen çocuklar kendini kurtarabilir

Cyrulnik, bütün memeliler gibi gelecekteki mücadelelere hazırlanmak için hayata oyun oynayarak başladığımızı yazıyor. Ancak biraz büyüyünce kurgu becerisinin gelişmesiyle, haz kaynağı değişiyor. Artık koşmak değil, diğerinden daha hızlı koşmak önemli hale geliyor; böylece spor başlıyor ve oyun belirli kurallara oturtuluyor. Takım sporlarının avantajı, aklın beraberce şekillenebileceği ortamı sağlaması: Şiddet içermeyen bağlar kurmak, ahlaki değerler edinmek, küçük başarılardan keyif almak işte bu ortamı sağlıyor. Yarar göreceğimiz oyun, “gösterinin bir parçası” olan profesyonel spor değil, sahada bitmeyip sosyal ortamlarda devam eden, bizi aktif kılan oyun.

Suskun kalmak
Mutlu ya da mutsuz, başımıza gelenleri anlatmaya ihtiyaç duyuyoruz. Hikâyelerimizi birilerinin dinlemesi ve çevremizdekilerin başımıza gelenler hakkında nasıl konuştuklarını görmek önemli; kelimelerin duygusal ve sosyalleştirici bir işlevi var. Cyulnik, üzerine konuşmanın önemine dair bir deney anlatıyor: “Bir grup insana fotoğraflar gösterip konuşmamalarını söyledik, başka bir gruptansa aynı fotoğraflara dair yorum yapmalarını istedik. İçinde korkunç fotoğraflar da olan malzemeyle ilgili konuşmuş olmak, hikâyeleri olumlu yönde, bir süre sonra yorumlamaksa olumsuz yönde etkiledi.” Konuşanlar korkunç fotoğraflara bile daha olumlu yaklaşmıştı. Gerçeği yeniden şekillendirmemize olanak tanındığında, hikâye daha “katlanılası” oluyordu. Cevabı aranacak soru şuydu belki: Beni susturan bir kültürde mi yaşıyorum yoksa bana ses veren bir kültürde mi?
Dünya tarihine geçen tüm felaketler gibi 2. Dünya Savaşı sonrasında yaşanan suskunluk da böyleydi. Yazar Georges Pérec’in ailesi savaşta kaybolmuştu. Pérec’e gerçekler anlatılmadı, çocuk kime Yahudi dendiğini henüz öğrenmemişti, kimseye ailesini soramadı ve bu süreçte kişiliği bölündü. O yıllarda olanları söze dökmek çok zordu, Almanlarla iş birliği onurla hatırlanacak bir durum değildi; kaldı ki savaş sonrasında öncelik Fransa’yı yeniden inşa etmekti.

Sosyolog, deneme yazarı, çevirmen George Pérec

İnsanların fakirlik çektiği yıllar boyunca CGT (Confédération Générale du Travail - Genel Emek Federasyonu), işçilerden hafta sonları çalışmalarını ve ücretsiz fazla mesai yapmalarını istedi. Yokluk yiyecek karneleriyle aşılmaya çalışıldı, bu girişim neticesinde Confédération Générale du Travail Sosyal Güvenliği icat etti. Bir trajedi, halk yararına bir sosyal örgütlenmeyi getirmişti. Bu sayede halkın ortalama yaşam süresi uzadı ve yaşam standardı yükseldi.
Savaşın ardından birlik oluşturulmaya çalışılırken moral yükseltmek için olumlu örnekler öne çıkarıldı. Sadece 220.000 kişi olan Fransız Direnişçiler filmlere, romanlara konu oldu. Halkın öz saygısını geri kazandırmak için bunu yapmak gerekiyordu. Ama inkâr, arkada kalan yaralıları susturdu, acıları sessiz bıraktı. Yaratılan mezar odası (crypte) kişiliklerde bölünmeye yol açtı. Pérec’in neslinin aileleri, çocuklarına güven aşılamaya çalışsa da bazı konularda sessizliğe bürünüyorlardı. Çocuklar ikircikli bir bağ geliştirdikleri ebeveynlerin tavrının etkisinde kaldılar.


Fransız Direnişçi Simone Segouin 1944

İnsanlar iki kez acı çekiyor: Gerçek hayattaki ilk darbe ve sonradan olup bitene dair oluşturulan anlatının verdiği ikinci acı. Yalnız kalan veya etraftakilerden başına geleni hak ettiğini duyan kişi, acıdan kurtulamıyor. Ama anlatı duygularda ifade bulur, insanlarca anlayışla karşılanırsa, trajedi lirik bir temsile kavuşturulabiliyor ve ikinci acı iyileşebiliyor. Hepimiz aynı gelişime sahip değiliz, aynı hakikati göremeyiz; her birimiz farklı olaylar ve hikâyeler tarafından şekillendirildik. Bu nedenle tartışmaya hep ihtiyaç var, ama demokratik olanına…


Şahane Bir Mutsuzluk kitabından
“Yaralarınızı ne yapacaksınız? Onlara boyun eğerek, yardımınıza koşanların vicdanlarını rahatlatacak bir kurban kariyeri mi yapacaksınız? Size saldıranlarda ya da yardım etmeyi reddedenlerde suçluluk uyandırmak üzere acılarınızı ortaya dökerek öç mü alacaksınız? Trajedinizi güç elde etme aracı olarak kullanacak bir ideolojinin hizmetine mi gireceksiniz? Bir gülümsemenin maskesi ardına saklanıp da gizlice acı mı çekeceksiniz? Yoksa yaralarınızla savaşıp her şeye karşın insan olmayı başarabilmek için kişiliğinizin sağlıklı yanını güçlendirmeye mi çalışacaksınız?”

Kaynaklar:
https://monografiyayinlari.com/sahane-bir-mutsuzluk
https://www.birgun.net/makale/anlamdan-yoksul-581093
https://www.punctumdergi.com/post/kendinin-hikayesi
https://english.elpais.com/health/2024-01-28/boris-cyrulnik-neuropsychiatrist-there-are-traumas-that-the-patient-cannot-talk-about-but-they-can-be-overcome-with-sports.