Geçtiğimiz Ekim ayında, Jade Gritsfeldt rehberliğinde, Kamboçya’da neredeyse rüya boyutunda bir seyahat yaptık. Bu kez Kamboçya yolculuğumda coğrafyanın bana anlattıklarını ve Angkor Wat’ın kadim hafızasını, Budist-Hindu sentezini ve yolun insanı nasıl yumuşattığını paylaşmayıp aynı yolculuğun “ustayla karşılaşma” kısmını anlatmak istiyorum.
Siem Reap’te, Tuk Tuk sürücümüz ve rehberimizle Angkor Wat tapınak bölgesinde “küçük çember” ve “büyük çember” rotalarını tamamladık. Jayavarman VII’nin devlet ideolojisiyle Mahayana Budizmi’ni nasıl buluşturduğunu yerinde gördük; yerel kültür, yerel tatlar ve yaratıcı üretimi birleştirip bir de müzik klibi çekimi yaptık. Yolculuğun sonunda Mebon Tapınağı’nda gün batımına karşı yaptığımız sembolik kapanış, bu seyahati benim için kutsal bir geziye dönüştürdü.
Bu süreçte, Jade’in hocası olan Mikhail Kirilin ile oturup derin bir röportaj yapma fırsatı buldum. Bu söyleşi, benim Kamboçya’daki teslimiyet deneyimimin üzerine...
Çocukluk rüyalarına geçmeden önce bugün seni kısaca tanıtmak isterim: Şu anda kim olarak anılmak istersin, ne yapıyorsun?
Bugün kendimi öğretmenden ziyade usta/pratisyen olarak görüyorum. Nerede yaşadığım değişebilir ama yaptığım şey aynı kalıyor: insanın iç dengesini, disiplinini ve gücünü uyandıran çalışmalar yaptırmak. Bilgiyi sadece anlatmak değil, yaşatmak benim için esas.
Kahramanın Yolculuğu’nda kahraman önce “alışıldık dünyasında”dır. Senin o dünyan nasıldı?
1990’larda Rusya’da, St. Petersburg’da büyüdüm. Ailemiz zengin değildi ama yoksunluk da bilmezdik; sakin, normal bir hayatımız vardı. Ama içimde hiçbir şey normal değildi: kitabı elime aldığımda sanki içindekileri önceden biliyordum. Rüyalarımı yönetiyordum; duvarların içinden geçiyor, başka şehirlere gidiyor, sonra o yerleri gerçek hayatta görüyordum. Mahalle oyunlarından çok çatıları, bodrumları, mezarlıkları merak ederdim.
Kahramanı yola çıkaran o ilk kıvılcım neydi?
Bir rüyaydı. Kendimi ejderha olarak uçarken gördüm. Bulutların arasından geçmenin, şimşeğin sinirlerde titreyişinin hissini anlatmak zor. O anda “Çağrı”nın geri çevrilemeyeceğini anladım. Korkmadım; zaten dövüşmeyi biliyordum. Farklı olduğum için üzülmek yerine bana benzeyenleri aramaya başladım.

Bilgi sana nasıl geldi? İlk dayanakların nelerdi?
Bilgiyi aradığında, bilgi de seni arar. Önce kitaplar geldi, sonra insanlar, sonra pratik. Platon’u okuduğumda şunu kavradım: Uygulanmayan bilgi, bilgi değildir. Benim üç temel kaynağım şunlardı:
- Elder Edda – Dünyanın yapısına dair bir iskelet verdi.
- Mitolojik sözlük – İnsan tiplerini, farklı kökensel/arketipsel çizgileri ayırt etmeyi ve kendime benzeyenleri tanımayı öğretti.
- Ritüel büyü ve kutsal geometrinin temelleri – Mühür/sigil oluşturmanın, disiplinin ve dengenin kapısını açtı.
“Büyü” deyince insanlar “başkalarını etkileme, kötü niyet” gibi düşünüyor. Senin kastın bu mu?
Hayır. Büyü, değişimin sanatıdır. Ne iyi ne kötü; bir alettir. Tıp da alettir, kimya da. Bir doktor da bilgisiyle öldürebilir; mesele kullananın niyeti ve terbiyesidir. Benim alanım kişinin önce kendi üzerinde denge, disiplin ve kudret kurmasıdır. Önce kendini yönetirsin.
Yolculuğunda ustalarla karşılaştın mı?
Evet, ama hepsini anmayacağım. Söyleyebileceklerim:
- Çin simyası okulu: Gökle yerin bağı, içsel enerji, meridyenler, sesle çalışma.
- Japon usta (Şinto ve gölge çalışmaları): Mühür/segil sanatı, başka özlerle etkileşim, dövüş sanatlarının disipliner tarafı.
- Sembolizm ustası: Sembol ve mühür yaratmanın inceliği. Buna yağlar, taşlar, bitkiler ve iksir hazırlama gelenekleri de dâhil.
Her kahraman hata da yapar. Senin “sakın yapmayın” dediğin şeyler?
Gerçekten ‘okul’ denecek bir sihir okulu yoktur. Her yol bireyseldir. Eleştirel düşünce şarttır; tehlikeli pratikler asla tek başına yapılmaz.
Gençlerin filmlerden etkilenip “güç istiyorum” demesi neden tehlikeli?
Cam kırıkları ve bıçaklarla dolu bir sokağa yalınayak çıkmak gibidir. Tehlike çok. Gücü istemek kolay; akıl, etik ve disiplini inşa etmek zor. Önce insan kendini yönetmeyi öğrenmeli.
Yolun başında ne arıyordun, sonra neye dönüştü?
Gençken güç istedim. Sonra zihin açıklığı peşine düştüm. Şimdi hayatımın en önemli eşiğini bekliyorum; adı konmamış bir eşiği.
“Öğretmen değilim” diyorsun. Neden?
Öğretmen anlatır, usta yaptırır.
Biri senden destek almak isterse süreç nasıl başlıyor?
Bana yazar, bir fotoğraf ve kendini tanıtan kısa bir metin yollar. Ben buna “fraktal diyagnostik” diyorum; kişinin örüntüsel okuması. Sonrası kişiye özel ilerler. Kimi bekler, kimi çalışır, kimi yolculuk eder. Gerçekten cevabı isteyen, cevabın gerektirdiğini yapar ve zamanı gelince alır.
Kutsal geometri ve grafik büyüyü niçin merkeze alıyorsun?
Çünkü denge, kontrol ve sigorta sağlar. Gücü toprağa bağlar. Mühür, geometri ve ritim dağınık kudreti bir eksende toplar. Önce içeride usta olursun; dışarıda görünen bunun yansımasıdır.
En unutulmaz anın hâlâ o ejderha rüyası mı?
Evet. Orada uçmanın gerçek anlamını, bulutun tenini, şimşeğin sinirdeki titreşimini öğrendim. O rüya hem çağrı hem harita oldu.
Okura tek cümlelik bir öğüt?
“Güç değil, denge iste.” Denge gelince güç zaten ne yapacağını bilir.
Siem Reap’teki o gün batımlı, tapınak kokulu yolculukta Mikhail Kirilin’in anlattıkları şunu gösteriyor: Eski okült gelenekler, Çin simyası, Japon gölge çalışmaları ve kutsal geometri bugün hâlâ yaşayan bir dil konuşuyor. Ama o dil, popüler filmlerin sunduğu “kolay güç” dili değil; uygulama, disiplin ve bedel dili. Kahramanın Yolculuğu da tam burada başlıyor: sıradan dünyadan çağrıya, ustayla karşılaşmaya, sınava ve ödüle giden o kadim rotada.






