Yaklaşık 40 yıldır konser vermiyorum, artık bugün çalmalıyım.”
                                  Pablo Casals, 24 Ekim 1971 / Birleşmiş Milletler

 Alkışlar ve alkışlar, Birleşmiş Milletler binasında o gün çellist ve bıkmadan usanmadan barış için çalışmış Pablo Casals için yükseldi... Ünlü çellist ve daha da önemlisi muazzam insan Pablo Casals’ın 24 Ekim 1971 tarihinde, Birleşmiş Milletler’e davet edildiği gün söylediği sözlerdi şunlar: “Yaklaşık 40 yıldır konser vermiyorum, artık bugün çalmalıyım...”
Kariyerinin çok önemli bir kısmını sosyal bir amaca hizmet etmeye adamış müzisyen ve aktivist. Hatta öyle ki, bir dönem insanları kurtarabilmek için konserlerinden bile vazgeçmiş bir sanatçı.

Birleşmiş Milletler Barış Madalyası’na layık görüldü
Pablo Casals hayatı boyunca barış, adalet ve özgürlük için sürekli mücadele etmiş bir sanatçı oldu. Bu duruşu ve üstün çabaları nedeniyle, 1971 senesinde Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri U-Thant, Casals’ı “Birleşmiş Milletler Barış Madalyası”na layık gördü. Pablo Casals’ın, kendi deyimi ile, böylesine bir ayrıcalığa olan minnettarlığını ifade etmek için yaptığı konuşma ve ardından 40 senedir ilk defa halk arasında çalarak seslendirdiği “El cant dels ocells - Kuşların Şarkısı” performansı, onun insani boyutunun en etkileyici belgelerinden birini oluşturuyor. İşte o gün yaptığı olağanüstü konuşma;
Bu, hayatımın en büyük şerefidir. Barış her zaman benim en büyük tasam olmuştur. Onu sevmeyi çocukken öğrendim. Az rastlanır harikalıktaki annem henüz daha bir çocukken, benimle barış hakkında konuşurdu, çünkü o zamanlar birçok savaş ta vardı. Dahası, ben Katalan’ım. Katalonya, İngiltere’den çok önce, ilk “Demokratik Parlamento”ya sahipti. Ve ilk Birleşmiş Milletler benim ülkemdeydi. 11. yüzyılda, şimdi Fransa sınırlarında kalan Toluges’te “barış” hakkında konuşmak için bir toplantı düzenlenirdi, çünkü o dönemde Katalanlar savaşa zaten karşıydı, SAVAŞ KARŞITI’ydılar! Bu yüzden sadece barış idealine yönelik çalışan Birleşmiş Milletler kalbimde, çünkü barışla ilgili her şey doğrudan kalbime gidiyor.
Uzun yıllardır halk arasında çello çalmadım ama tekrar çalma zamanının geldiğini hissediyorum. Katalan folklorundan bir melodi çalacağım: “El cant dels ocells - Kuşların Şarkısı.” Kuşlar gökyüzündeyken şarkı söylerler, “Barış, Barış, Barış” şarkısını söylerler ve bu, Bach, Beethoven ve tüm büyüklerin hayran olacağı ve seveceği bir melodidir. Dahası, halkım Katalonya’nın ruhunda doğmuştur.”


“el cant dels ocells” Pablo Casals- Birleşmiş Milletler
Videoya tıklattığınızda, Pablo Casals’ın, 24 Ekim 1971 - Birleşmiş Milletler’deki konuşmasını ve “Kuşların Şarkısı” konserini izleyebilirsiniz.


Pablo Casals
Bu konuşma şüphesiz, Casals’ın tüm benliğinin, doğduğu günden itibaren nasıl “barış” ile işlendiğini gösteriyor. Ünlü çellist, besteci ve bir şef olan Pablo Casals, İspanya/Katalonya’nın El Vendrell kentinde doğdu. Babası Carles Casals i Ribes (1852–1908), bir kilise organisti ve koro şefiydi. Casals’a piyano, şarkı yazımı, keman ve org eğitimi verdi, çok katı bir disipline sahipti. Bu katı disiplinden dolayı, Casals daha çocuk yaşlarda müziği kusursuz bir kulak ile duymayı öğrendi.
Dört yaşındayken konser verecek derecede iyi şekilde keman, piyano ve flüt çalabiliyordu. Altı yaşındayken, yerel müzik icra eden Katalan bir müzisyen sayesinde çelloya benzer bir enstrüman ile tanıştı. İsteği üzerine babası Pablo’ya çelloyu andıran bir enstrüman yaptı. İlk defa on bir yaşındayken, yaşadığı kente konser vermeye gelen bir müzik topluluğu vasıtası ile gerçek çello ile karşılaştı ve hemen yaşamını bu enstrümana adamaya karar verdi.
Bir Katalan olan annesi, müzik eğitimi alması için onu Barselona’ya götürdü. Barselona Belediye Konservatuarı’nda çello, müzik teorisi ve piyano eğitimi aldı. Henüz on üç yaşındayken, bir ikinci el nota dükkânında çellistler için apayrı bir okul sayılan “J.S. Bach 6 Çello Süiti”nin el yazmalarını buldu. Tam on üç sene her gün bu Süitler üzerinde çalıştı. Bir gün bile atlamadan çalıştığı bu eserleri on üç sene sonra ilk defa bir konserde seslendirdi.
On altı yaşındayken, ünlü ve önemli İspanyol besteci Isaac Albéniz’in dikkatini çekti. Bu tanışıklık onu Madrid Kraliyet Konservatuarı’na taşıdı. Burada bestecilik eğitimi aldı. Parlak öğrencilik yıllarını uluslararası arenada parlak kariyeri takip etti.


Bir dünya vatandaşı
Çoğu insan onu olağanüstü derinlikteki Bach yorumları ve bu konudaki öncülüğü ile bilir. Ancak bu dikkat çekici kariyerin benim odaklanmak istediğim yönleri bambaşka; Casals’ın büyük bir ahlaki sorumluluk ile sergilediği sanatçılığı. Bir dünya vatandaşı olarak dünyaya ve insanlığa olan gönülden bağlılığı. Özgürlük ve barış amaçlarının, yaşamının “ana temaları” haline getiren yollar.

Pablo Casals için vatandaşlık, harika bir müzisyen olmanın bir parçasıydı, müzisyenlik ise harika bir vatandaş olmanın bir parçasıydı.
Uluslararası kariyerinin zirvesindeyken, Katalonya’ya geri dönüp orada hizmet vermeye karar verdi. Barselona’da bir orkestra kurdu. Orkestra şefi kimliği yardımıyla, bu orkestra ile çok yoğun çalışarak onları çok iyi bir seviyeye taşıdı. Beethoven, Mozart, Schubert’in eserlerini seslendirmenin yanı sıra çok önem verdiği Katalan bestecilerin eserlerini de seslendirerek onların tanınmasına vesile oldu. Ayrıca, kendisini dışlanmış hisseden dinleyiciye de ulaşıp, onların bu klasik dünyanın içinde kucaklanmasını sağladı.
1930’ların başında İspanya Cumhuriyeti kuruldu. Gururla anlattığı bu dönemde Kültür Bakanlığında görev alarak, müzik eğitimini yoksul ve kırsal bölgelere kadar taşıdı. Bir nevi kültür elçiliği görevini bir orkestra şefi olarak ta büyük başarı ile sürdürdü. Derken İspanya İç Savaşı çıktı. 1936-39 arası Avrupa’daki faşist tutum, İspanya’daki faşist Franko rejimini destekler durumdaydı. Casals’ın, her sese ayrı ayrı değer verdiği bu demokratik başarısı maalesef ters dönmüştü. Fransa’daki Katalonya bölgesine kaçmak zorunda kaldı. O dönemde, çello çalmayı bıraktı, orada sürgünde yaşadı. Fransız Hükümeti’nden herhangi bir resmî desteği olmaksızın kendisini, İspanyol İç Savaşı’ndan kaçıp kendilerini Güney Fransa’da bulan on binlerce mültecinin davası için çalışmaya adadı. Çoğu mülteci kamplarında yaşıyordu. Tek derdi, bu mülteciler hakkında farkındalık yaratmak ve onlara para sağlamaktı.

Mülteci davası için çalıştı
Birkaç yıl sonra Fransa, Nazi’ler tarafından işgal edildi. Mülteciler ile birlikte Amerika’ya gitmek üzere Güney Fransa’dan kalkan son gemiye başvurdu. Ancak bu geminin de Almanlar tarafından batırıldığını öğrendi. Hiçbir şey onu insanlık ve barış için çalışmaktan yıldıramadı. Savaştan sonra bile, savaşta yakınlarını, mallarını kaybetmiş aileler için konserler verdi. II. Dünya Savaşı sırasında, Güney Fransa’daki hapis günlerinde bestelediği “El Pesebre” adlı oratoryosunu dünya barışına adadı. Barışa bağlılığını temsil eden bu eseri, dünyanın dört bir yanında binlerce şehirde çalındı.
Casals için, bir vatandaş veya müzisyen olmak bütünsel olarak birbirine bağlıydı. Bir müzisyenin çalışmalarını, insan olmanın dokuma tahtası gibi görüyordu. Sanatsal yaşamı ile bir aktivist olan yaşamında hiçbir ayırım yapmamayı seçti. Tam tersine, tüm yaşamı boyunca aktivist kişiliğini oluşturan, barışa adanmış insanlığını sanatçılığı ile kaynaştırmaya çalıştı.

Pablo Casals’ı, iki önemli sanatçı ile de konuştum. Önümüzdeki yazımda onların, büyük sanatçı ile olan anılarına, sanatları üzerindeki ilhamına yer vereceğim.
Büyük insan Pablo Casals’a çok büyük saygıyla…

Sen ne olduğunu biliyor musun?
Harikasın. Benzersizsin. Bütün dünyada senin gibi başka daha çocuk yok. Geçen milyonlarca yıl boyunca senin gibi başka bir çocuk hiç olmadı.
Vücuduna bak, ne büyük mucize!!
Bacakların, kolların, incecik parmakların, hepsinin hareketleri!
Bir Shakespeare, bir Michelangelo, bir Beethoven olabilirsin.
Olma kapasitesine sahipsin.
Evet, harikasın. Ve büyüdüğünde, senin gibi bir mucize olan başka birine zarar verebilirsin. Birbirinizi korumalısınız. Çocuklara layık bir dünya yaratmak için çalışmalısınız, hepimiz çalışmalıyız.” Pablo Casals