İvet Mizrahi’nin, Osman Hamdi Bey’in “Kaplumbağa Terbiyecisi” adlı tablosundan ilham alarak müze için özel olarak tasarladığı koleksiyon artık Pera Müzesi’nde yer alıyor. Bu koleksiyonda 925K gümüş ve çakıl taşları kullanan Mizrahi, detaylarından keyif alacağımız, zevkli çalışmalarını görmek için bizleri Pera Müzesi’ne davet ediyor.
Yıllarca kurumsal şirketlerde çalıştıktan sonra bir gün mücevher ve takı tasarımı yapmaya karar verdiniz. Sizi bu kararı almaya iten neydi; en başta çalışmalarınızı destekleyen hocalarınız oldu mu?
15-16 yıl kurumsal şirketlerdeki pazarlama departmanlarında ürün yöneticiliği yaptım. Ürünlerin tüketici ile buluşmasındaki her detayı defalarca tecrübe ettim. Bu arada kızım doğdu ve ben çok radikal bir karar vererek iş hayatına ara verip kızıma üç sene boyunca kendim baktım. Bu, hayatımda verdiğim en harika karardı. Bu süre içerisinde küçüklüğümden beri yatkın olduğum el sanatlarına olan ilgimi irdeleme fırsatım oldu. Her zaman ilgimi çeken mücevherleri daha yakından ele almak ve hatta onları yapabilmek, kurumsal hayatta edindiğim tecrübeleri de üzerine eklemek aklımdaki tek düşünce olmuştu. Ancak bu konuda hiçbir eğitimim yoktu. Öğrenebilmemin tek yolu ise gerçek ustaların yanında çıraklıktan başlayarak bu işin eğitimini almaktı. Kapalı Çarşı ustalarından mücevher ve takı yapmayı öğrenmek ve “alaylı” olabilmek için çok çalıştım. Ustalarımın bana verdikleri destek, bu konuda ilerlememde en büyük güç oldu. Hâla da öğrenmeye ve çalışmaya devam ediyorum. Bu konudaki minnettarlığımı da ustalarıma her an ifade ediyorum.
“yvette by ivet mizrahi” markanızı oluştururken aktarmak istediğiniz duygu ve düşünceler neler oldu?
Yvette benim adım. Anlamı “Havva”. Yani insanlığın ilk adımını oluşturduğu söylenen iki kişiden biri. Ben en basit şekli ile “yvette”in doğanın ve insanlığın gelişmesini, doğurganlığı ve en fazla da umudu ifade ettiğini düşünüyorum. Dolayısıyla insanı ve doğayı ilgilendiren her şeyden ilhamla tasarımlarımı gerçekleştiriyorum. Tasarımlarımla da tüm insani değerler ışığında umut ve neşe aktarmayı hedefliyorum.
İvet Mizrahi’nin tasarım, yaşam, doğa ve insan kavramlarına olan bakış açılarını DERGİ okurlarına anlatır mısınız?
Tasarım benim için doğum gibi bir şey. Bir şeylere özlem duyarak başlayan süreç, zihinde canlandırmalarla devam ediyor. Ve en nihayetinde de gerçeğe ve somut objelere dönüşüyor.
Benim tasarımlarımda, yaşamda yer alan iyilik ve güzelliklerin tümü tasarımlara yön verebiliyor. Yeryüzünün en belirgin ve yönlendirici varlığı insan tasarımlarımda bazen soyut bazen da somut olarak kendini gösteriyor.
Hayatın Renkleri: Dalarım okyanuslara, en derindeki maviye dokunmak için. Uçarım bulutlara, saf beyazlara bürünmek için. Gecenin karanlığında, siyahın hüznünü tadarım. Ve en çok da atarım kendimi gökkuşağına, hayatın bütün renklerini hissetmek için…
Bugüne kadar, “Derin Mavi”, “Uyanış”, “Hayatın Renkleri”, “Sessizlikteki Ses” ve “Şeffaflık” gibi imza attığınız koleksiyonların hepsinin ayrı bir hikâyesi var. Bu hikâyeler mi takıları yaratıyor yoksa ürettiğiniz takılar mı beraberinde hikâyelerini yaratıyorlar?
20 yıla yakın süredir bu işi yapıyorum. Bazen ufak bir balık kocaman bir koleksiyonun ilhamı olurken, bazen da okuduğum bir kitap hikâyeye dönüşüp koleksiyona başlamamda bana ön ayak oluyor. Ancak takılarımı tasarlarken kalıplar içinde hapsolmamaya özen gösteriyorum. Tasarımlar kendiliğinden akıp gidiyor. Bir bakıyorsunuz ortaya bir koleksiyon çıkıyor.
Osman’ın Kaplumbağaları: Osman Hamdi Bey’in “Kaplumbağa terbiyecisi” adlı tablosu, özellikle ilham kaynağına dair net bilgilerin olmadığı dönemde, geri kalmış bir toplumu çağdaşlaştırmaya çalışan bir aydının yorgun hâlini anlattığı şeklinde yorumlanmıştır. Osman Hamdi Bey, tabloda kendini terbiyeci, kendi iş yapış biçimine uyum gösteremeyen astlarını ise yemeğe ulaşmaya çalışan kaplumbağalar olarak göstererek, onları hicvetmektedir. İvet Mizrahi bu tablodan esinlenmiş ve “Osman’ın Kaplumbağaları” adlı bir koleksiyon tasarlamıştır.
“Osman’ın Kaplumbağaları” adlı son koleksiyonunuz nasıl oluştu?
Pera Müzesi Türkiye’nin sahip olduğu en değerli müzelerden biri. İçerisinde birçok kalıcı değerli eser barındırıyor. Bu eserlerden biri de çok değerli sanatçı Osman Hamdi Bey’in meşhur ve olağanüstü eseri “Kaplumbağa Terbiyecisi”. Ben bu eserin hayranıyım. Sık sık müzeye gidip ziyaret ederim. Doğaldır ki, bana çok büyük ilham kaynağı oldu. Ve sadece Pera Müzesi’nde yer alacak bir takı koleksiyonu tasarlamama sebep oldu. “Osman’ın Kaplumbağaları” adlı bu koleksiyonumda 925 ayar gümüş ve doğallığı ön plana çıkartan çakıl taşlarını ve tabi ki kaplumbağalar kullandım. Ortaya hem kullanışlı hem de çok anlamlı bir çalışma çıktı.
Bugüne kadar tasarımlarınızda altın, gümüş, değerli taş ve hatta çakıl taşları kullandınız. Son yıllarda takılarınızda tarihî bir mine sanatı tekniği olan Cloisonné’yi kullandınız. Biraz bu teknikten bahseder misiniz?
Cloisonné, mine sanatı yapım tekniklerinden sadece bir tanesidir. Bu teknikte, önce metal yüzey üzerine ince metal tellerle odacıklar oluşturulur. Toz halindeki cam maddesi sulandırıldıktan sonra bu odacıklara doldurulur ve +850 derecede fırınlanır. Eriyen cam tozları bütüne yayılır ve ortaya cam bir yüzey çıkar. Bu işlem, odacıklar tamamen dolana kadar defalarca tekrarlanır. Bu teknikle yapılan vazo gibi çeşitli objeler olduğu gibi muhteşem mücevherler de vardır.
Benim bu teknik ile tanışmam, Londra’da yer alan dünyaca ünlü V&A Victoria ve Albert Müzesi oldu. Müzede yer alan müthiş kapsamlı ve değerli mücevher koleksiyonu içerisindeki cloisonné mücevherlere duyduğum hayranlık, bu tekniği öğrenmeme sebep oldu. İstanbul Beykoz’daki Cam Ocağı’ndaki cam ustalarından kurslar gördüm. Daha sonra Londra’da bu teknik üzerine workshoplar yaptım. Kendimi zamanla geliştirdim ve ortaya çok tatminkâr bulduğum “Hayatın Renkleri” adlı koleksiyonum çıktı. Bugün hâla keyifle bu tekniğimi geliştirmeye ve yeni yeni parçalar üretmeye devam ediyorum.
Huzura Yolculuk: İvet Mizrahi, 2-7 Temmuz 2018’de Londra’da düzenlenen “1492-Göke” karma sergisi için özel bir koleksiyon hazırladı. “Huzura Yolculuk” adlı bu koleksiyonunda Mizrahi, İspanya’dan Göke adlı kadırgalarla yola çıkıp Osmanlı topraklarına ulaşan Yahudilerin yolculuklarının duygusal yönünü mücevherlerine aktarmaya çalıştı. Yahudilere bu zor yolculukta eşlik eden dalgalardan ve balıklardan ilham alan Mizrahi koleksiyonunda dalga ve balık figürlerine yer verdi. Ayrıca ‘Tanrı’nın elleri’ olarak yorumladığı el figürleri ile de tanrının bu yolculuk sırasında hep onlarla birlikte olduğuna vurgu yapmaya çalıştı. Mizrahi, renkli bir dokunuş ve bir Türk esintisi katmak adına, mücevherleri Türk Taşı olarak bilinen turkuaz taşları ile dekore etti.
2018’de Londra’da düzenlenen “1492-Göke” adlı çok özel bir karma sergide siz de vardınız. “Huzura Yolculuk” adlı çalışmalarınızla, İspanya’dan Göke adlı kadırgalarla yol alarak Osmanlı topraklarına ulaşan Yahudilerin duygusal yolculuğunu takılarınıza nasıl aktardınız?
Londra’daki sergi, benim yurt dışında katıldığım ikinci sergiydi. 2016 yılında Barselona’da da bir karma sergiye katılmıştım. Londra’daki Göke sergisi için hazırladığım koleksiyonda 925 karat gümüş ve Türk taşı olarak bilinen Turquoise taşları kullandım. Yer yer kadırgalar, yer yer küçük insan figürleri, yer yer Tanrı’nın ellerini, yer yer de gümüş tellerle oluşturulmuş yazılar ve mesajlar bu koleksiyonu ortaya çıkardı. Yahudilerin İspanya’dan göçleri esnasında çektiği sıkıntıları ve geleceğe ait umutlarını kendimce bu şekilde yansıtmaya çalıştım.
Derin Mavi: Yeryüzünde ilk hayatın suda başladığı gibi bir bebek de suda hayat bulur ilk, ana karnında… Evrenin sayısız mucizesini içinde barındırır su… Denizlerde hayat sessizdir ama bir o kadar da göz alıcı ve renkli… Olağanüstü güzellikteki deniz canlıları, bırakırlar kendilerini derin mavinin akışına… Dans eder gibi sanki, bir o tarafa bir bu tarafa…
Bir tasarımcı ve sanatçı olarak, geleceğe nasıl bakıyorsunuz?
Gelecek dendiğinde benim aklıma ilk gelen kelime “teknoloji” oluyor. Geleceği teknolojik değişimler ve gelişmeler ile ele aldığımızda takı ve mücevher sanatı da kendi payına düşeni alacaktır diye kuvvetle tahmin ediyorum. Çok uzağa gitmeye gerek yok, bugün dahi mücevher üretimi, tasarım aşamasından başlayarak makineleşip daha az el işçiliğine yöneliyor. Bilgisayarlar yardımı ile ortaya çıkan tasarımlar fabrikasyon olarak üretiliyor. Bu da el işçiliği ile üretilen mücevher ve takıların gelecekte daha da kıymetli olacağı anlamına geliyor. Buna ek olarak, gelecekte fuar ve sergilerin fiziksel olmanın yanında daha fazla sanal ortamlarda yapılacağını düşünüyorum. Değişen dünyanın her yerinde yer alacak mücevher konusundaki gelişmelerin daha kolay takip edileceğini düşünüyorum.
Sessizlikteki Ses: Kalbimizin kapılarını ardına kadar açıp, sesine kulak vermek… Hayal edip, gerçekleşmesini görmek… Ve teşekkür edip, sevgiye yelken açmak…
Son olarak, sizden yeni takı koleksiyonlarınız hakkında ipuçları alabilir miyiz?
Tasarım benim için hiç bitmeyen bir süreç. Yaşantım içerisinde takı tasarlamak için kendime baskı uygulamıyorum. Takı her an zihnimde dolanıp duran bir konu. Her an her şeyden etkilenebiliyor ve üretime geçebiliyorum. Bir koleksiyon başlayıp bitmeden başka bir koleksiyon başlayabiliyor. Veya var olan koleksiyonlara yeni parçalar eklenebiliyor. Bu anlamda bundan sonraki çalışmalarım hakkında kesin bir şey söylemek zor. İsterseniz hep birlikte bekleyip görelim diyorum ve bu zevkli röportaj için Şalom DERGİ’ye ve size çok teşekkür ediyorum.
İVET MİZRAHİ
TED Ankara Koleji ve Boğaziçi Üniversitesi Siyaset Bilimi mezunu olan İvet Mizrahi, uzun yıllar uluslararası şirketlerin pazarlama departmanlarında ürün yöneticiliği yaptı. 2003 yılında Kapalı Çarşı’daki özel bir kuyum atölyesinde mücevher tasarımına başladı. Kısa bir süre sonra kendi markası olan “yvette by ivetmizrahi”yi hayata geçirdi. Tasarımlarını ortaya koyarken en çok, doğadaki formlardan ilham aldığını söyleyen İvet Mizrahi bugüne kadar birçok farklı koleksiyona imza attı. Tasarımları uzun yıllardır İstanbul Modern Sanat Müzesi, İstanbul Sakıp Sabancı Müzesi, İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı (İKSV), OMM Eskişehir Modern Sanat Müzesi ve İstanbul Pera Müzesi’nde yer alıyor. Yurt içinde ve yurt dışında çeşitli sergilere de katılıyor. Yakında 20. çalışma yılını kutlayacak olan Mizrahi, ilk günkü heves ve heyecanla tasarımlarına devam ediyor.