Bir şemsiyeniz varsa, saygın bir karakter olduğunuzdan kim kuşkulanır? Bir bara girersiniz, bira istersiniz, bar sahibi tek eliyle biranızı önünüze koyar, diğer elini para almak için uzatmaz, çünkü şemsiye, dolayısıyla mülk sahibi olduğunuzu görmüştür. Hangi saygın adam, yolda durdurup konuştuğunuzda, şemsiyeniz varsa eğer sizinle konuşmayı reddeder? Hiçbiri. Saygın bir adam şemsiyeniz olduğunu görür, onu soymayacağınızı anlar, hakkı da vardır; çünkü hırsızlar şemsiye taşımaz. Ah ah, karakterin çadırı, kalkanı, mızrağı ve bileti şemsiyedir. Şemsiye insanın en iyi dostlarından biri sayılmalıdır.”
Bu yazı İngiliz yazar George Borrow’un 1907 tarihli “Wild Wales” kitabında yer alıyor...

Şemsiyenin tarihçesi
Borrow’un zamanına gelindiğinde şemsiye, iyiden iyiye İngiliz kılık-kıyafetinin bir parçası haline gelmişti. İlk şemsiye kullanımına M.Ö. 1200 yıllarında Asur ve Mısır’da başlandı. Şenmsiye güneşten korumak amacıyla kralların üstünde tutulurdu.

Yağmura karşı ilk kullanımı ise Çin’de başlamıştır. Kâğıttan yapılan bu şemsiyeler yağmurlu havalarda su geçirmemeleri için mumlanmış ve cilalanmışlardı.

16. yüzyıl sonlarında, Faslı gezgin ve yazar Janas Hanway, Londra’da kullanarak şemsiyenin aksesuar olarak tanınmasını sağladı. İngiliz burjuvası tarafından “Hanway” olarak adlandırıldı.


Şemsiye - “umbrella” sözcüğü Latin kaynaklı “umbragölge kelimesinden geliyor. Batı dünyasında önceleri şemsiyelerin sadece bayanlar için uygun bir aksesuar olduğu düşünüldüyse de, sonradan İngiliz centilmenlerinin bir vazgeçilmezi oldu. Seri üretime 1830 yılında Londra’da “James Smith and Sons” şirketinde başlandı. Bu dükkân Londra’da 53 New Oxford Street’de hala açıktır. Üretilen şemsiyelerin saplarında balina kemiği ve ahşap tercih ediliyordu. 1852’de Samuel Fox çelik tel kullanmasıyla değişik modeller üretmeye başladı.

Türkiye’de ilk örnekler ülke dışından getirilen şemsiyelerdi. 1882 yılında İstanbul’da yaşayan Robenson adlı bir İngiliz’in üretime başlamasıyla, yerli şemsiyeler kullanılmaya başlandı.


Galler Prensi Edward, 1887’de Hindistan’ı ziyareti sırasında

Şemsiyelerin tarihinde ilginç hikâyeler
Galler Prensi Edward, 1887’de Hindistan’ı ziyareti sırasında her zaman büyük bir şemsiye ile korunuyordu. Bunun sebebi sadece sıcağa karşı alınan bir tedbir değildi. Hindistan halkının zihninde şemsiyelerle, bir egemenlik gücü göstermekti amaç. Tarihçi Ariel Beaujot’nun açıkladığı gibi şemsiye olmasaydı, Prens Edward, “ülkelerinin gelecekteki İmparatoru yerine önemsiz bir Batılı ziyaretçi sanılabilirdi.”


Neville Chamberlain ve şemsiyesi

1937 ile 1940 yılları arsında başbakanlık yapan Neville Chamberlain’nin nişanesi, yanında her zaman taşıdığı siyah şemsiyesiydi, tıpkı Churchill’in purosu, Thatcher’in çantası gibi. O dönemde Chamberlain şerefine bir kokteyle “Şemsiye” adı verilmişti. Tarihçi Sir David Cannadine’in “Neville Chamberlain’nin Şemsiyesi” başlıklı yayında açıkladığı üzere, savaş öncesi Britanya’nın belirsiz atmosferindeki Chamberlain’nin, diktatörleri memnun edip barışı koruma fikirlerini simgeliyordu. Ama imzalanan Münih Antlaşmasına rağmen Avrupa savaşa gömüldü ve Chamberlain’nin popülaritesi söndü. Hitler, “Şu şemsiyesi olan budala ihtiyar adam” diye küçümseyerek, 1940’ta Chamberlain’nin doğum yeri Birmingham’ın bombalanmasına Regenschirm yani şemsiye adını vermişti.

Şemsiyeler: sığınak, gölge, kalkan
Sığınak ve koruma çağrışımları asırlar boyu şemsiyelere yüklenen mitolojik ve dinsel anlamlardır. Eski Mısır’da ve Hindistan’da, şemsiye ve gölgesi, kralın iktidarının köklü bir sembolüydü. Orta çağda geleneksel törenlerde Papa’nın üstüne tutulan şemsiye onun haçlı anahtarlarla birlikte nişanesiydi. Buda’nın şemsiyesi de onun uğurlarından biri olmuştur.

Yazar Crawford’un araştırmalarına göre şemsiyeler, birçok kültürde ölümle ve düğünlerle ilişkilendirilmiştir. Afrika’da Ashura kabilesindeki mezarların üstünde şemsiyeler vardır. Hindu, Afrika ve Yahudi (Hupa) düğünlerinde ve erken dönem İngiliz geleneklerinde gelinlerin, damatların veya her ikisinin birden üzerine tutulur.

Edebiyat ve Resimde şemsiyeler
Şiirlerinde şemsiyeleri konu alanlar arasında Türk şairleri arasında Sunay Akın, Nazım Hikmet, Ahmet Telli, Turgut Uyar, Edip Cansever, Gülten Akın, Ahmet Telli, Ahmet Muhip Dranas, Ahmet Erhan, Atilla İlhan’ı sayabiliriz.

Nazım Hikmet’in İlk Roma Akşamım şiirindeki dizelerine kulak verelim:
nisandı, akşamdı
yağmur yağıyordu, esmer ayakları çıplak bir yağmur
yağmur yağıyordu ömrümün ilk Roma akşamında
ve ilk şemsiyesine ömrümün
şemsiyem ihtiyardı
bana onu genç bir sosyalist verdi
sarışın sol bir sosyalist
bir komünist mitingine gidiyordum
şemsiyem bahtiyardı, bahtiyardım
Roma ıslak bir duvardı
ve artık bu duvarda bir tek afiş vardı; gittiğim mitingin afişi.


The Woman with a Parasol, Claude Monet

Resimde Şemsiye
imgesini tuvallerine aktaranlar arasında Claude Monet, Gustave Caillebotte, Pierre-Auguste Renoir ve Georges Seurat’yı sayabiliriz
Şemsiye üzerinde deneme, roman yazanların sayısı da hiç küçümsenecek bir rakam değildir. Charles Dickens’in eserleri şemsiyelerle ve şemsiye sahipleriyle doludur.ŞemsiyelerveŞemsiyeni Bıraktığına Sevinbaşlıklı denemeleri vardır. Roald Dahl’ın “Şemsiye Adam”, George Herbert’in “Memoirs of an Umbrella”, Brian Sewell’in “The White Umbrella”, Will Self’in erotik olasılıklarla dolu “Şemsiye”, Hanif Kureishi’nin “Şemsiye”, William Sangster’in “Bring me Sunshine”, Julia Meech’in “Rain and Snow: The Umbrella in Japanese Art”, T.S. Crawford’un A History of the Umbrella”, Robet Louis Stevenson’un “Şemsiyeler Felsefesigibi denemeler, öyküler, romanlar…


Mary Poppins

Amerikalı oyun yazarı Sarah Ruhl, “100 Essays I don’t have time to write” kitabında, şemsiyelerin sahnede kullanılışının izleyicilere verdiği görsel mutluluğu anlatır. Aynı şeyi düşünen sinematograflar, sinemada şemsiyeli sahnelere yer verirler: “Singing in the Rain”, “Cherbourg Şemsiyeleri”, “My Fair Lady” ve “Mary Poppins” gibi.

Sıradan bir nesne
Varlığından çok, yokluğunda farkına vardığımız sıradan bir nesne şemsiye. Yapılan araştırmalara göre, Londra’da toplu taşıma sisteminde her yıl seksen bini aşkın şemsiye unutulmaktadır. Günümüzde, artık ucuz fiyatlara alınıp, kolaylıkla unutabildiğimiz ve çok kez pişmanlık duymaksızın geride bırakabildiğimiz bu nesnelere, bir zamanlar verilen değeri, yüklenen kavramları görmek ne kadar şaşırtıcı değil mi?

Şemsiyeye sahip olmak, rahatça servete konulmuş olduğunu ima eder… Saygınlığın damgası, şemsiye taşımayı alışkanlık edinmektir. Şemsiye sosyal mevkiin kabul gören işareti olmuştur.” Robert Louıs Stevenson

Kaynakça:
Şemsiyoloji, Marion Rankine