FESTİVAL - Neşe Binark


Endülüs’te başlayan Smyrna’da nihayete eren bir raksın hikâyesi bu! Gitar, zil, keman ve kastanyet nağmelerinin, hüzünlü bir sis perdesiyle kucaklanıp yollara revan oluşunun sesi… 1492’de İspanya’dan kovulan Yahudilerin, “Sefarad Yahudileri”nin ayak sesleri bu!..

Gramofonun iğnesini usulca taş plağa bıraktı. Cızırtıyla başlayan kemana gitar eşlik edene kadar, goblen kumaşı eskimiş, solmuş koltuğuna usulca yerleşti. Kastanyet ve ziller çalarken, ayaklı abajurunu açtı. Işık oldu.Fiat lux” dedi gülümseyerek, yarıya kadar kırmızı şarap dolu kadehini eline aldı, gözlerini kapadı. Ah Endülüs!

“Yahudi dinine mensup veya biyolojik olarak Yahudi olan herkes ya dinini ya da İspanya’yı terk edecek, yanına altın, para, ziynet eşyası almayacak.” 31 Mart 1492’de Endülüs Elhamra Sarayı’nda Kraliçe I. Isabel ve Kral Ferdinand tarafından imzalanarak ilan edilen “Elhamra Kararnamesi” yani İspanya’daki Yahudilerin kovulma kararından sonra, ataları Selanik üzerinden Osmanlı topraklarına göç etti. Nereden nereye diye düşündü; Endülüs’ten İzmir’e…

“Bu sihirli şehrin her yeni masalında benim de kalemim var”

“Canım, dilber şehir, eşsiz sevgili İzmir” sözlerini İzmir âşığı Dario Moreno’nun sesinden duyduğunda, Konak Belediyesi tarafından hazırlanan, Üçüncü İzmir Sefarad Kültür Festivali tanıtım videosunu sosyal medyada izliyordu. Arka planda devam eden şarkı ile İzmirli insan renklerinde bir yolculuğa çıktı…

Benim adım Tilda Koenka, bu şehrin her sabahında benim gülen yüzüm var. Çünkü ben İzmirliyim.

“Ulu Çatalkaya’n, gök mavisi körfezin.” Benim adım Ali Yangır. Bu şehrin her şarkısında sesim var. Çünkü ben İzmirliyim.

“Ege’nin güzeli, inciler incisisin.” Benim adım Teodora Hacudi. Bu şehrin dününde, yarınında izim var. Çünkü ben İzmirliyim.

“Gurbette sensizim, avare bir öksüzüm.” Benim adım Beyhan Türkkollu. Bu şehrin her sevincinde payım var. Çünkü ben İzmirliyim.

“Sevgili İzmir’im. Canımı veririm. Ben esirinim.” Ben Enriko Filipuçi. Bu şehrin her heyecanında atan kalbim var. Çünkü ben İzmirliyim.

“Güzelim İzmir. Eşini aradım. Her yeri taradım. Bir tanem İzmir.” Ben Abdül Batur. Bu şehrin bugününe, geleceğine, tüm renklerine ve farklılıkların beraberliğine inancım var. Çünkü ben İzmirliyim.

Video bittiğinde sosyal medya platformunda paylaştı ve şunları yazdı:

Benim adım Neşe Binark. Bu sihirli şehrin her yeni masalında, benim de gözüm, kulağım, kalemim var. Çünkü benim ruhum İzmirli. “Senden ayrılamam, seni bırakamam. Sevgili İzmir.”

Uçak biletini aldı ve ertesi gün İzmir’ine kavuştu. İlkine tanık olduğu Sefarad Kültür Festivali’nin üçüncüsünü başından sonuna kadar izlemeye kararlıydı ve öyle de oldu.

Birinci Gün: İzmir’in Sinagogları Gezisi
Uçakta olduğu için rehberler eşliğinde “Sinagoglar Gezisi”ni kaçırdı. Açılış davetiyesine tekrar baktı; “Etz Hayim Sinagogu, 28 Kasım 2021, Saat: 20.00.”


Barbara Yoaf'ın Bat-Mitsva sergisi

İkinci Gün: Gölgeleri siyah beyaz titreten kadın; Barbara Yoaf
Etz Hayim Sinagogu’na ayak bastığında onu sergi salonuna aldılar. Kalabalıkla birlikte duvarlardaki canlı fotoğrafları inceledi. Barbara Yoaf’ın, Yahudi geleneğinde on iki yaşına basmış kız çocuklarının Bat-Mitsva adı verilen dinî bir törenle yetişkinliğe kabul edilmelerini karelerle yakaladığı siyah beyaz fotoğraf sergisi açıldı önce… “Aynı kare içine kızların hem çocukluklarını hem de ergenlik hallerini hapsedebilmek ve renklerin duyguyu bozmasını engellemek için de siyah beyaz fotoğraflamak, Barbara Yoaf’a farklı bir fotoğraf gözü kazandırmış olmalı” diye düşündü.

Sonra sinagogun salonuna girdi. Tavanı, duvarları, insanları gözlemlerken, Festival Direktörü Nesim Bencoya açılış konuşmasına başladı. İzmir Yahudi Kültür Mirası Projesi için bu festivalin vazgeçilmez bir unsur olduğunu söyleyen Bencoya’yı dinlerken, Etz Hayim Sinagogu’nun detaylarını inceliyordu. Bencoya sözlerine şöyle devam etti: “Üç yaşına basan festivalimizin, sadece İzmir ve İzmirliler tarafından değil aynı zamanda yabancı temsilcilikler tarafından da önemsenmesi, Türk Akdeniz Havzası’nda sadece İzmir’de olan Sefarad Kültür Festivali’ne artı bir değer de katmaktadır. Bu festivalin, İzmir’in, Kemeraltı’nın turizmine de çok büyük katkısı olacağını düşünüyoruz.” Söz bitti, sıra şimdi müzikte diye düşündü. Sefarad ezgileri başladığında, içinin titrediğini, tüylerinin diken diken olduğunu buna yaşaran gözlerinin de eşlik ettiğini sevgiyle fark etti. Beyaz uzun bir elbise giymiş genç bir kadının, omuzuna attığı bir şal ve sol elinde taşıdığı eski bir bavulla yavaşça yanından geçtiğini fark ettiğinde irkildi. Genç kadın bavulunu ve şalını bırakarak, hüzünlü ve adanmışlıklarla dolu bir dans performansı gerçekleştirdi. Bittiğinde ise, geldiği gibi, onun yanından usulca yürüyerek geçti. Kadının yüzünün fotoğrafını çekti.

Fotoğrafta yakaladığı hüznü uzun süre seyretti. Kızıl saçlı kadın ve genç erkeğin dans performansları da ilgi çekiciydi. “Gülpembe” Sefarad şarkısı eşliğinde dans ettiler ama onun aklı bavullu kadının içleri acıtan, hüzünlü performansında takılı kaldı. Danstaki adanmışlık hissine…

Üçüncü Gün: Kortejo değil Kortijo… Kortijolar… Yahudhaneler…
Sinyora Sinagogu’nda Dr. Siren Bora’nın “Birinci Juderia, Eski Yahudi Mahallesi” konulu konuşmasını dinledi. Siren Bora konuşmasıyla aynı ismi taşıyan kitabından söz etti ve Birinci Juderia, Eski Yahudi Mahallesi’nin sınırlarını çizdi ve Kortejo değil Kortijo denmesi gerektiğini söyledi... Ardından Birol Üzmez’in Kortijolar konulu fotoğraf gösterisini izledi. Aile evleri ya da Yahudhaneler olarak geçen, kalabalık ailelerin tek göz odada yaşadıkları, aynı avluyu kullanan, avluda ortak su kuyuları ve tuvaletleri olan kortijolardan çekilmiş görüntüler içeriyordu bu fotoğraflar. İçi acıdı.

Dördüncü Gün: Pecha Kucha Gecesi
Dördüncü günde yapılacak Pecha Kucha Gecesi için aceleyle rezervasyon yaptırdı. Önce Sinyora Sinagogu’nda Festival Direktörü Nesim Bencoya, İzmir Yahudi Kültür Mirası Projesi hakkında bilgi verdi. Sonra Portekiz Sinagogu’na geçildi. Kültür Mirası Projesi çerçevesinde girişimciler Pecha Kucha Gecesi yaptılar. Nedir? Kendilerine ayrılan 20 saniyede, hızla akan 20 slayttaki fotoğraflı sunumlarıyla izleyicilere, kültür mirasına hizmet edecek projelerini anlatma fırsatı tanındı. Festival Direktörü Nesim Bencoya da yirmi saniyede yirmi slaytla Yahudi Kültür Mirası Projesini anlattı.

Bunun üzerine kendini düşünürken buldu. Gerçekten ilham veren işler İzmir’de oluyor olabilir mi? “Nobon’un bu etkinliği oldukça kreatif geçti” diye kendine söylendi.

Beşinci Gün: İnsanlar nerede? İnsanlar olmadan nasıl şarkı söylerim?
Sinyora Sinagogu’ndaki turunç ağacı ve yerlere saçılmış meyvelerinin beşinci güne damgasını vurduğunu düşündü. Sinagoga girerken merdivenlerine serilmiş turunç meyvelerini, yerden tek tek toplayıp kenara koymayı istedi. Şifalı olduğuna inanılan bu ağacı gözleriyle iyice kutsadıktan sonra üzerine bir de fotoğrafını çekip sinagoga öyle girdi.


Prof. Dr. Mine Tanaç Zeren

Prof. Dr. Mine Tanaç Zeren
Sinyora Sinagogu’nda İzmir’de Sefarad Mimarisi ve Sinagogları konulu konuşmasını yaptı. Sinagogların mimari yapılarından söz etti. Mesela dört sütun ile kare oluşturan yapıdan, koltukların bu kare içerisinde karşılıklı insanların birbirlerini görebileceği şekilde dizilmesinden, teva / bima denen kürsüden, Tevrat rulolarının saklandığı ehal / aaron ha-kodeş denen dolaplardan, bu dolapları örten parohet isimli perdelerinden bahsetti.

Onun da aklına sinagog tekstilinin ne kadar önemli olduğu bilgisi geldi. Daha sonra Portekiz Sinagogu’na geçildi. Rembetiko efsanesi Roza Eskinazi’yi konu alan Benim Tatlı Kanaryam filminin gösterimi yapıldı. Roza Eskinazi ile yapılan bir röportajda, çekim yapılacak stüdyoda “İnsanlar nerede? İnsanlar olmadan nasıl şarkı söylerim?sözleri onu çok etkiledi.

Sanat-insan bağlantısı üzerine bir süre düşündü. Sonra onu kendine getiren Evrim Ateşler ismindeki o etkileyici sesin söylediği Roza Eskinazi’den Rumca şarkılar oldu. Yunan lisanından aldığı o büyük keyifle kulakları bayram etti. “Üniversitede iyi ki Antik Yunanca ve Latince de okudum” diyerek aklını memnun etti.

Altıncı Gün: Bu kültür bizim, bu kültür sizin, bu kültür hepimizin
Araştırmacı, yazar, toplum aktivisti Sara Pardo tarafından yapılan konuşmada Ortaçağ’da İspanyalı ve Portekizli Sefaradların Bilime Katkısının anlatıldığı altıncı güne, Pardo’nun “Bu kültür bizim, bu kültür sizin, bu kültür hepimizin” sözleri damga vurdu. Büyük bir dikkatle dinlediği bu değerli araştırmacının çaktığı kıvılcımla alev alan o araştırmacılardan biri olduğu aklından geçti. Hızla, araştırmakta olduğu konuları ve yazmakta olduğu kitapları aklında sıraya dizdi, gülümsedi.


Sara Pardo

Pardo
’nun bahsettiği Kolomb’un, 3 Ağustos 1492 tarihinde limandan keşif için hareket etmesi acaba bir tesadüf müydü? Bir limandan Kolomb hareket ediyor, bir limandan da Yahudiler kovuluyor. “2 Ağustos 1492 gecesi Cadiz ve Sevilla Limanı’ndan binlerce Yahudi, ellerinden şahsi eşyaları, evlerinin anahtarları alınarak vatanlarını terk ettirildiler. 1493’te Sicilya’dan, 1497’de Portekiz’den de kovuldular dedi konuşmacı. Sara Pardo’nun söylediğine göre; Çok sayıda bilim adamı Avrupa ülkelerine ve Osmanlı İmparatorluğu’na, özellikle Selanik, İstanbul, Edirne gibi şehirlere yerleşirler. Bu bilim adamları Sarayın emriyle tercümeler yapar, yeni eserler yazarlar. Yahudi doktorlara o zamanlar Türkler “hekim” derler. Hekimler, yüksek maaşlarla çalışırlar ve çok dil bilirler; ayrıcalıklara sahip olurlar…” Zaman makinesiyle geçmiş ve gelecek arasında mekik dokuduğunu düşündü. Aklının labirentlerine eksik bilgileri itinayla yerleştirdi.

Yedinci Gün: Bendir, kastanyet, ut, gitar ve santur bu kadar mı yakışır!
“Yedinci gün” dedi kendi kendine “önemli”. Yediyi ne kadar sevdiğini düşündü. Etz Hayim Sinagogu’nda Salut De Smyrna Grubunu dinlerken, müzik aletlerini dikkatle izledi. “Bendir, kastanyet, ut, gitar ve santur, bu kadar mı birbirine yakışır” diye aklından geçirdi. “Selanik’ten Sefarad Şarkıları”nı içeren bu konserde hem kulakları hem ruhu ihya oldu.


Hevra Sinagogu’ndaki müzik dinletisi

Sekizinci Gün: Müzik, zamanlar ötesi bir köprü kurar…
Hevra Sinagogu’ndaydı yine ve bu kez İspanya’dan Osmanlı’ya Esintiler başlıklı bir konser dinlerken buldu kendini. Kemençe ve vokalde Nermin Kaygusuz, viyolada Ulrich Mertin ve gitarda Serdar Somuncu’nun olduğu müzisyen grubu tarafından verilen Osmanlı İmparatorluğu’ndan günümüze Sefarad Yahudi ve Türk bestekârlarının ezgilerinden oluşan konseri büyük bir ilgiyle dinledi. Notalardan kurulmuş bu köprüyü, defalarca usul usul geçti.

Dokuzuncu Gün: Hicaz makamında Hanuka
Festivalin son günü Etz Hayim Sinagogu’nda, din adamı Nesim Berikuel’in okuduğu hicaz makamında dua ile başladı.

Temsilî Hanuka (Işıklar Bayramı) törenine geçildi. Sekiz mum yakıldı.

Sırasıyla; Birinci mumu: İzmir Musevi Cemaati Vakfı Başkanı Avram Sevinti, İkinci mumu: İzmir Konak Belediye Başkanı Abdül Batur, Üçüncü mumu: Afro Türkler, Afrikalılar Kültür ve Dayanışma Derneği Başkan Yardımcısı Beyhan Türkkollu, Dördüncü mumu: Konak Belediyesi Kent Tarihi Birimi’nden Teodora Hacudi, Beşinci mumu: Bağımsız Gazeteci ve Fotoğrafçı Nathalie Ritzmann, Altıncı mumu: Konak Belediyesi Güzelyurt Mahallesi Muhtarı Hüseyin Koparan, Yedinci mumu: İzmir Yahudi Cemaati Eski Başkanı Jak Kaya, Sekizinci mumu: Almanya Başkonsolosluğu’ndan Ulrich Muench ve İzmir Fransız Kültür Merkezi Müdürü Jose Maria Queiras yaktı.

Bir kayboluşun acısının yüklendiği notalar
Törenin ardından İbrani Romantizmi temalı konseri kemanda İsabella Durin, piyanoda Michael Ertzschei verdi. Konserin ilk parçası Max Brunch’tan Kol Nidrei op:47’de viyolanın tınısı hüzünlü bir hikâyeyi anlatır gibi salt kulaktan değil, yürekten de geçiyordu. Hıçkırıklarını içine akıtan viyolanın kayboluşunun acısını, piyano davudi notalarıyla alıyordu. Çığlık hafifler gibi olduğunda viyola ve piyano notalarla dans etmeye başladılar. Sonra viyola yüz yıllarca acıyla boğuşan yüreklerin son nağmesini dinleyenlere anlattı.

Ve festival sona erdi…
Ana sponsorları İzmir Musevi Cemaati Vakfı ve Konak Belediyesi olan 3. Sefarad Kültür Festivali’nin diğer sponsorları; Hezarfen Film Galeri, Almanya Federal Cumhuriyeti Başkonsolosluğu, İzmir Yunanistan Konsolosluğu, İzmir Fransız Kültür Merkezi, Despertar İzmir, Kentimiz İzmir Derneği, Nobon, İzmir Kültür Sanat ve Eğitim Vakfı, Dostlar Fırını oldu.


“Ne güzel festival bu, Nesim Bencoya!”

Kısa bir film kadar keyifli ve hızlı geçti bu festival diye düşündü. Festival süresince neredeyse her anını paylaştığı sosyal medya profilinde, her iletisinin sonuna eklediği gibi, tekrar ve son kez şunu yazdı: “Ne güzel festival bu, Nesim Bencoya!”

Ah Endülüs…

Gözlerini açtı, uyandı. Derin ve canlı bir rüya gibi geçen festivalin sona erdiği gerçeği, içinde bir boşluk yarattı.

Gobleni eskimiş ve solmuş koltuğuna tekrar oturup, yarı dolu şarap kadehini eline aldığında, bu koltuktan hiç kalkmamış olduğunu hissetti. Kadehinden bir yudum aldı, gözlerini kapattı ve “Ah, Endülüs” dedi…