A’yı kırk yıldır tanıyorum. Kibar, mesafeli biridir; dışarıya karşı, kendine dair hiçbir veri vermez. Bu yüzden çoğunluğa benzemez. Selanikli olduğunu çok sonra öğrendim, açıkçası konuyu bilmediğim için bir önemi yoktu. O da on sekiz yaşında öğrenmiş, Kendisi ve ailesi hakkında genelde hiç konuşmayan babası, “Nerelisin diye sorarlarsa sakın Selanikliyim deme, düşman olurlar sana” diye onu uyarmış. Sefarad olduklarını, fazla merak ederse araştırma yapmasını söylemiş. Bu, aralarında sır olarak kalmış. Babasını da biraz tanırdım, halim selim dedikleri türden bir adamdı. Arkadaşımın anlattığına göre yeğenlerini operayla tanıştıran, romantik, sanatsever biriymiş.
Suzan Nana Tarablus’un baba bize neden dönme diyorlar? kitabı gündeme gelince, babası ölüm döşeğindeyken, arkadaşım A’nın yaşadıklarını hatırladım. Yoğun bakımda yatarken, hastabakıcının “Gâvur musun, Dönme misin?” diyerek ona su vermediğini anlatmaya çalışmış. Arkadaşım soruşturunca, hastaların halüsinasyon görebileceği cevabını almış. Doğrudur veya değildir… Ama dışlanmamak için ölene kadar susan bir adamın, son günlerinde bile rahat edememesi hepimize dert olmalıdır. Çünkü ne yazık ki, buralarda örneği çoktur. Tarablus’un kitabı da bu örneklerden bir kısmının tanıklıklarını aktararak, gerçeklerle tanışma sürecinin uzun yolunda bize eşlik edecektir.
Mehmet Efendi ve kardeşi Veli Efendi, Selanik, 1800 sonları
Röportaj verecek kişileri ararken neler yaşadınız?
Röportaj yapabileceğim görüşmeci ararken zorlanmadım diyemeyeceğim. Geçtiğimiz yılın mart ayıydı, Dönmeler konusunu işlemeye karar verdiğimde eşe dosta haber saldım ve sadece tek-tük kişiye ulaştım. İlk görüştüğüm kişi Yakubi grubundandı: “Yakubilik bitmiş-kapanmış… Yakubilikle, Dönmelikle ilgileri kalmadı... Ben Allah’a inanıyorum. Fakat bir dine bağlı değilim. Nüfus kâğıdımda Müslüman yazıyor. Müslüman yetiştirildim. Namaz surelerini ezbere biliyorum, hâlâ kafamdan çıkmadı. Annemle camiye giderdik. Evin içinde bir Müslümanlık vardı. Namaz kılardım. Evimizde Sabetaycılıkla ilgili herhangi bir şeyin gölgesi bile yoktu. Büyüdükçe dinleri lüzumsuz olarak addetmeye başladım” şeklinde inancını ifade eden ilk tanığımdı. Sonrasında kendisinin bana tavsiye ettiği ikinci, üçüncü kişilerle karşı karşıya gelince, Dönme gruplarının ketumiyet zincirinin kırılmasına dayalı bir çalışmanın, bana gösterilecek güvene bağlı olacağını anladım. Zaman içinde ulaştığım her tanık konuşmaya hazır bir yakınını, arkadaşını önerdiğinde artık yolum açılmıştı. Özellikle Kapancı ve Karakaş gruplarından bireylerle gerçekleştirdiğim görüşmeler sözlü tarih açısından bakıldığında, cemaatin son iki-üç kuşağının dinî tarihinden ziyade sosyal, ekonomik ve psikolojik tarihi sayılabilir. Dengeli sayıda ve anlamlı bir yelpaze sağlayacak yaş grupları olmasına itina gösterdiğim her üç gruptan tanıklar, genelde büyük bir içtenlikle konuya yaklaştılar. Kimisi “Kuzu Bayramı” gibi açıklaması çok zor konuları bile rahatça konuşurken, diğerleri bu tür hassas konulara değinmemeyi yeğledi. Birkaç kişi de söyleşi yaptıktan sonra cayarak yayınlanmamasını rica etti. Anlatılmak isteneni, söylendiği kadarıyla yetinip aynen söylendiği şekilde yansıtarak, her daim gazetecilik etiklerine bağlı kalarak ilerledim. Bu nedenle bütün tanıklıklar oldukları gibi okunabilecek.
Şemsi Efendi (1851-1917) Nuriye Fuat (1900-1981) ile
Sizce söyleşilerinizdeki tanıklıklarınız neden “Dönme” betimlemesi yerine “Selanikli” olarak anılmayı tercih ediyorlar?
Çalışmamı oluşturan sorulardan biri, “Konumuza atıf yaparken hangi sözcüğü kullanmamı tercih edersiniz? ‘Selanikli’, ‘Sabetaycı’, ‘Maamin’, ‘Dönme’…” şeklindeydi. Görüşmecilerimin yanıtlardan anlaşılacağı gibi çoğunluğu “Selanikli” kavramını tercih etti. İngilizce “convert”in tercümesi olan “Dönme” denmesinin dilimize girmiş bir terim olduğunu kabul etseler de, tanıklarımdan biri kolektif bilinçaltının etkisini “Annem de babam da ‘Dönme’ lafını duyduklarında tüyleri diken-diken olurdu. ‘Döndü’ sözcüğü onlar için çok beter bir şey. Benim için bir şey ifade etmiyor” şeklinde vurguluyor.
Bu konuda çok radikal bir söylem de orta yaşın üzerinde başka bir görüşmecimden geldi:
“Şok geçirmiştim! Hiç hoş bir şey değilmiş, ‘Bir şeyden dönmek…’ Krizler geçirdim. Kriz geçirmemin nedeni Musevi olmuş olmak değil, bunun gizli olması, yalan yaşamış olmak! D-Ö-N-M-E-K… Gizlilik, her konuda bana çok ters gelen bir şey! Öğrendiğimde hiç hoşuma gitmemişti. Nereye dönerseniz dönün bence tatsız bir şey. Yani bir şey olup da başka bir şeymiş gibi görünmek çok ağrıma gitmişti.”
Çalışmamın konusu olan Selaniklilere, diğer terimleriyle “Sabetayist”, “Maaminim” (İbraniceden: Müminler), “Avdetiler” veya “Dönme”lere (Batı dillerinde de çoğunlukla Dönmeh, Doenmeh şeklinde ifade edilmekte) değinirken, “Dönme” sözcüğünün aşağılayıcı, ayrıştıran veya ötekileştiren olmaktan ziyade, bir inanç topluluğuna yönelik kullanılan bir terminoloji olduğunu, dünyanın dört bir yanında yaşayan bir topluluğun mezhebini / inancını ifade ettiğini vurgulamak isterim. Onlar, 17. yüzyılda yaşamış Sabetay Sevi’nin Müslüman görünen Yahudi takipçileriydi. İnanan Sabetaycılar o devirde de, şimdilerde de kendi inançlarını Yahudilik olarak görmüştü. Ama neye inanırlarsa inansınlar, her zaman etnik olarak İspanyol ve Yahudi olarak tanımlanırlar.
Selaniklilerin inancında Yahudilik dışında Mevlevilik, Bektaşilik ve Kabala etkisi var. Bu harman nasıl oluşmuş?
Bazı Dönmeler yeni topraklarında daha düzgün bir kültürel kaynaşmayı kolaylaştıran bazı tasavvuf tarikatlarını takip ettiler. Sabetay Sevi’nin savunduğu anlayışla o topluluk içinde var olmaya devam eden insanların bir kısmında ruhanî bir arayış var. Bu ruhanî anlayış aslında bünyesinde tasavvufu da barındırıyor. Kabala ile tasavvufun birbirine yakınlığı o kadar bariz ki! Dönmelerin arasında ataları Mevlevî veya Bektaşî dedeleri olanlara rastlıyoruz. Bu tarikatlarda “Dede” unvanı manevi seviyesi yüksek bir kişiye verilir. Yahudi kökenli birinin Dede olması tuhaf gelebilir.
Yahudi mistik geleneği Kabala ve Kabala’nın alegorik yorumu olan Zohar, birçok Dönmenin ilgi odağı olmuştu. Zohar bir eki (eklentisi) olarak addedilmese de Talmud’un bir ikamesi olarak kabul edilir. Zohar’ın Dönmelerle ilişkilendirilmesinin asıl nedeni, Mesih beklentisine vurgu yapması olarak anlaşılmakta. Dönmelikle ilgili pek çok bilinmeyene ışık tutması açısından, Zohar ile Dönmelik arasında özel bir bağ olduğu aşikârdır.
Hem Kabala, hem Tasavvuf, varoluşun birliğini anlamak, felsefi teoloji bağlamında sonuçta “mükemmelliğe” ulaşmak için insanlığı aydınlatmaya yardımcı olmak gibi ortak bir hedefi paylaşır. Nitekim Müslümanlığı kabullenmekle “ne İsa’ya ne de Musa’ya” yaranabilen bu topluluk içinden gelen ve ruhanî arayışta olan insanlara, Mevlevîler ve Bektaşîler kapılarını açıyorlar. Dönmelerin üç mezhebi üç farklı tarikata yakınlaşıyor: Yakubiler Melamilere, Karakaşlar Bektaşîlere, Kapancılar Mevlevîlere…
Selanikliler üç gruba ayrılıyor? Aralarında ne tür farklar var?
Konunun uzmanı Prof. Dr. Cengiz Şişman’ın önemli çalışması, Suskunluğun Yükü: Sabatay Sevi ve Osmanlı-Türk Dönmelerinin Evrimi’nden* kısaca nakledebileceğim kadarıyla Selanikliler 1700’lerden sonra Yakubiler, sonra ayrılan Karakaşlar ve geriye kalan Kapancılar şeklinde üç gruba ayrılıyorlar. Bu dönem, savaşlar sonucu oluşan kültürel ve toplumsal etkileriyle Osmanlı İmparatorluğu’nun siyasi, dinî ve etnik gövdesinin kökten değişmeye başladığı zamana rastlıyor.
Ölümünden sonra karısı Ayşe’nin (Yahudi adıyla Yoheved) tanıklığıyla, kardeşi Yakup Çelebi adını alan Yosef Kerido’nun Sabetay Sevi’nin halefi olduğu ilan ediliyor. Kaynaklara göre o dönemde Sabetaycılığı ülkü edinmiş, Yakubiler olarak anılan takipçilerinin 200-300 aile kadar olduğu biliniyor. Karakaş grubunu oluşturan muhaliflerin bir kısmı tarafından, Sabetay Sevi’nin ölümünden hemen sonra doğan Baruhya Ruso / Osman Baba’nın, Mesih otoritesinin sahibi olduğu iddia edildi. Muhaliflerini ise kamusal İslami ibadetlere katılma konusunda daha titiz davranan Kapancılar oluşturdu. Cemaat içi bölünmeler, çeşitli olaylar karşısında liderlik ve otorite sorunlarında yaşanan ihtilaflı gerilimler sonucu baş göstermişti. Yakubi, Karakaş ve Kapancı gruplarının ortaya çıkmasını açıklayan, Sabetaycılığın içindeki derin bölünmenin ve farklı gerçeklik iddialarının günümüze ulaşan anlatıları böyle…
Terakki Okulu'nun kuruluşu, Selanik, 1877
Yaşadıkları topluma faydalı olmayı önemseyen bir grup ama komplo teorilerinde hep onlar var. Bununla nasıl baş ediyorlar?
1917 Büyük Selanik Yangını ile 1923’teki Mübadele, Osmanlı topraklarına göçe neden olan başlıca iki olay. Yaklaşık üç kuşak kadar öncelerinde Helen-Selanik’te artan Rum-Ortodoks baskısıyla hayatları zorlaşınca, Dönmeler yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nde taze bir başlangıç yaptılar. Yeni bir ülkeye uyum sağlamak, birçok endişeyi beraberinde getirdi. Ancak işleri daha da karmaşık hale getiren, kendi toplumuna kırgın Rüştü Karakaş adlı bir Dönme oldu. Selanik’ten ayrılmadan önce Türk Hükümeti’ne Dönmelerin kimliklerini açıkladı. Böylelikle ilk günden itibaren hükümet kim olduklarını bilmiş oldu. Bu nedenle din temelli 1942 Varlık Vergisi, Dönmelere de uygulandı. Bu olayın ertesinde Dönmelerin, atalarının kimlikleri hakkında açıkça konuşmamayı öğrenmelerine şaşmak mümkün değil!
Türkiye’de milliyetçiliğin sürekli etkisi, homojenleşmeye yol açtı ve sözsüz bir antmışçasına, toplum üyelerinin farklılıkları ne olursa olsun herkes aynı görünmeye ve ses çıkarmamaya çalıştı. Çeşitliliği tanımlamak için kullanılagelen “mozaik” sözcüğü salt söylemde kalırken, azınlığın çoğunluk gibi davranması öncelikli beklentiydi. Bu toplumsal travma, etnik ve dinî açıdan benzersiz gruplara karşı hoşgörüsüzlüğün başlıca göstergesidir. Azınlık toplulukları özellikle savaş döneminde, siyasi ve ekonomik istikrarsızlıkta önemli günah keçileri haline getirildi, etiketlenerek sıralandı.
Aslında toplum “Selaniklilerin” var olduğunu biliyor ama kimin Dönme olduğunu tam olarak bilemiyorsa da ortaya çıkarmak için çaba sarf ediliyor. Cadı avı çabalarına yardımcı olmak için Dönme isimlerinin yer aldığı web sitelerine sıkça rastlamak mümkün, yazılmış popüler kitaplardan bir bölümü de onlar hakkında. Tüm çabalara rağmen Dönmeler kolay teşhis edilemiyor. İnançlarının kripto doğası ve bireylerinin topluma derin entegrasyonu, sosyal bir kamuflaj görevi yapıyor. Dönmelerin kimliğinin tespit edilememesi, diğer azınlıkların varlığından daha büyük rahatsızlık doğuruyor. Dönme karşıtları, onları millete karşı büyük tehdit olarak görüyor.
Sonuçta komplo teorilerinin, üretilen sonsuz hurafenin Dönmelerin ketumiyetine dayandığını söylemek gerek. Lakin onların inançlarındaki bu ketumiyet ve giz, bir anlamda Sabetay Sevi’nin 18 yasasından dokuzuncusu: “Eğer dininizden bir kelippa’ya (Kabala öğretisi uyarınca: bir Türk / dışarıdan biri) ya da bir İsrailliye (Sabetay’ın Mesih olduğuna inanmayan bir Yahudi) bahsederseniz cezalandırılacaksınız.”
Bu durumda Dönmelerin komplo teorileriyle tam olarak baş ettikleri söylenebilir mi?
Selanikli aileler çocukları biraz büyüyüp ısrarlı sorularını sürdürmedikçe konuyu açmıyorlar. Neden?
Selanikliler ergenlik çağına kadar çocuklarına geçmişlerine ait bilgi vermemekte şüphesiz ki haklılar. “Çocuktan al haberi” denir ya… Dinî el yazmalarının, ilahilerin, anıların İsrail’deki Ben Zvi Enstitüsü arşivlerine yollanması; atalara ait belgelerin suya atılması; sorunsuz entegrasyon adına geniş toplumla uyum sağlanması; içevlilik âdetinin giderek terk edilmesi gibi olayların sonucunda, kültür birikimleri ve kimlikleri, baskın yapı içinde eridi, neredeyse yok oldu. Sonuç olarak Dönmelerin asimile olduklarını düşünüyorum.
Buradaki hikâyelerin çoğunda kendi kökenlerini hep sonradan keşfetme var. Çocukluğundan beri Cemaat işlerini bilenler, ilgilenenler çok az. Kökler bazen tesadüfen, bazen de ailelerin bilinçli tercihleri ile 10’lu, 20’li bazen 30’lu yaşlarda keşfediliyor.
Konuşmalara yansıyan diğer güçlü bir duygu ise dışlanma ve farklı görünme endişesi. Türk toplumunda Dönmeleri konuşmaktan alıkoyan çekincenin, dinî kurallardan ziyade dışlanmak, ötekileştirilmek gibi sosyal sınırlamalara maruz kalmak olduğuna inanıyorum. Sonuç itibarıyla çocuklara nakledilmeyenler, gizlenenler hatta reddedilenler, sanırım salt onları koruma amacını taşıdı.
Bunlarla birlikte, daha önce belirttiğim gibi Sabetay Sevi’nin 18 yasasından biri olan ketumiyet unsurunu unutmamak gerek. Bu dinî öğretinin genetik hafızayı, kolektif bilinçaltını etkilediği yadsınamaz.
Kendini gizleyerek yaşamak travmatik bir durum. Bu ketumiyet sürüyor mu?
Evet, ketumiyet sürüyor. Baskı ve korkudan olsa gerek. Kendi toplulukları içindeki baskı, aile baskısı… Artık toplumsal baskıdan daha az etkileniyorlarsa da ketumiyet Dönmelerin seçimi. Birkaç aykırılık dışında görüşmecilerimin söyleşilerinde isimlerinden ziyade rumuz ya da isimlerinin baş harflerini kullanmayı tercih etmelerini bu sebepler yüzünden çok anlaşılır buldum.
Yeni neslin duruma yaklaşımı nasıl?
Hangi yaşta olursa olsun, “Ben kimim?” sorunsalı baş gösterir göstermez, kendine ait özellik ve niteliklerin peşinde bir arayışa girişilir, düşüncesindeyim. Genç görüşmecilerimin tamamı aile hikâyelerini, köklerine ait bilgileri lise/üniversite çağlarında öğrenmeye başladıklarını anlatıyor. Atalarının Dönme geçmişinin kişilerde çoğu kez üzerinden gelinemeyecek travma ve zorluklara yol açtığını izliyoruz. Ailelerinin kararlı tercihleriyle geçmişlerinden habersiz büyüyen bireylerin keşfettikleri gerçeklerin bazen öfke, kırgınlık, utanç, vicdan azabına; kimi durumda da gurur ve kibre dönüştüğü anlaşılıyor.
Refah toplumlarında yaşayan günümüz gençlerinde dinler, mistisizm ve felsefe konularında merak ve öğrenme isteği, okumayı ve konuşmayı harekete geçiren unsurlar. Muhtemelen buna, son yıllarda ortaya çıkan sosyal medyanın özgürleştirici etkisini de katmak gerek. Dışa kapalı Facebook, Whatsapp, Instagram ve benzeri gruplar / platformlar benzer düşünen insanları hem bir araya getiriyor, hem de dayanışma sağlıyor. Bu yapılar sayesinde insanlar sınır ötelerinden bile bir araya gelebiliyor, paylaşımda bulunuyor, izole olmadıkları hissedebiliyor.
ABD’deki reformist hahamlar Selaniklileri Yahudi kabul ediyorlar. Burada da böyle değişimler mümkün olabilir mi?
Bireysel reformist akımlar olabilse de, ülkemizdeki Yahudi toplumu Türkiye Hahambaşılığı yönetimindeki geleneksel Ortodoks Yahudiliği şemsiyesi altındadır. Dönmelerin / Selaniklilerin Yahudi olarak kabul edilmesi talebinin olduğuna, söyleşilerden tanık oluyor ve kabul görmediklerini de öğreniyoruz. Reformist sinagogların Amerika’da veya bazı Batı ülkelerinde Dönmeleri doğal olarak Yahudi addetmelerini hayli anlaşılır buluyorum.
Bu vesileyle, İspanya ve Portekiz’in, aynen Yahudiler gibi, (dinsel olmasa da) etnik ve kültürel bağlamda Dönmelerin, 1492’de Engizisyonla İber Yarımadası’ndan kovulan Sefaradlardan olduklarını kabul etmeleri de göz ardı edilmemeli. Bütün dünyadaki Sefarad kökenliler gibi başvuruda bulunan Selanikli Dönmeler de İspanyol/Portekiz vatandaşlığına kabul edilebiliyor.
* Bu söyleşi eş zamanlı olarak Varlık Dergi’de yayınlanmıştır.
Kaynak:
Cengiz Şişman, Suskunluğun Yükü: Sabatay Sevi ve Osmanlı-Türk Dönmelerinin Evrimi; (İstanbul 2016).