Yeni rastladım bu isme, “Serina Haratoka Tara”… ve çok etkilendim. Sanatçı kimliğinin yanında, sosyal girişimci olarak da adından söz ettiriyor. “Requiem” adlı eseri geçtiğimiz aylarda Santral İstanbul’da sergilendi. Kültür Mantarı Hareketi, projeleri ve daha fazlasını röportajın içinde bulacaksınız.

Serina Haratoka Tara’yı kendi cümleleri ile tanıyalım?
1979, İstanbul doğumluyum. İtalyan Lisesi’nde okuduğum yıllarda sanat tarihi, mitoloji, arkeoloji ve resim konularıyla ilgilenmeye başladım. Mimarlık okumak üzere başladığım Yıldız Teknik Üniversitesi’ndeki ilk aylarımdan itibaren fotoğraf sanatı ilgimi çekmeye başladı. Analog fotoğraf ve karanlık oda çalışmalarına başladım. Mimarlık ideolojik olarak çok istediğim ama pratikte Türkiye gerçeğinde hiç yakınlaşamadığım bir meslek oldu. Bir taraftan da yabancı dillerdeki rahatlığım ve sanat tarihine ilgim sebebiyle turist rehberi olarak çalışmaya başlamıştım ve bu meslek sayesinde tüm dünyayı dolaştım. Daha artistik bir anlatım arayışım ve fotoğraf aşkım beni Barcelona’da butik bir sinema okuluna götürdü. UACE’de rejisörlük ve görüntü yönetmenliği dallarında ikinci üniversite eğitimimi tamamladım. Sonrasında, beklenmedik bir aşk hikâyesi sayesinde Türkiye’ye uzun yıllar sonra evli bir kadın olarak döndüm. Fotoğraf çalışmalarım uzun yıllar hem sanatsal hem ticari olarak devam etse de kamera duygusal birikimimi ifade etmekte eksik gelmeye başladı. Tekrar yolun başına resim sanatına geri döndüm.

Şimdi birden fazla disiplini bir arada uyguladığım bir yolculuğun içindeyim. Kavacık’ta bir stüdyom var, bağımsız olarak çalışmalarımı orada sergiliyorum. Yurt içi ve daha çok yurt dışında birçok galeri ve organizasyonla fuarlara ve sergilere iştirak ediyorum…

Bir taraftan Kültür Mantarı Sanat Hareketi (@kulturmantari.tv) isimli bir sosyal sorumluluk projesi yürütüyorum. Toplumsal olarak sanatsal ve kültürel farkındalığı arttırmak adına 10,5 yaşındaki oğlumla çeşitli çalışmalar yapıyoruz. 

 

Serina H. Tara oglu Alp Tara ile

Kendinizi sanatçı olarak mı sosyal girişimci olarak mı daha kolay ifade edebildiğinizi düşünüyorsunuz?
Türkiye’de sanatçı olmak da sanatla alakalı bir konuda sosyal girişimci olmak da çok zor. Kültür Mantarı Sanat Hareketi’nin ilk iki yılında kimliğimi neredeyse sakladım diyebilirim. Etiketler günümüzde farklı eğitim seviyesinden farklı kültürel çevreden olan insanları birbirinden ayırıyor. O yüzden “Ben sanatçıyım, ben burada okudum” gibi bir açıklama yapmak istemedim. Verdiğim bilgileri hep duygularımla, tecrübelerimle harmanlayarak paylaşmayı tercih ettim. Projenin böylesine benimsenmesi o özgünlükle oldu diye düşünüyorum. Samimi, içten ve aradaki duvarları kaldıran bir odakla ilerlediğimiz için…

Ancak ben bir sanatçıyım. Bu kimlik çok küçük yaşlardan beri içselleştirdiğim bir yaşam tarzı gibi üstüne düşünülmüş bir meslek olmaktan öte bir “olma hali” diyebilirim. O sebeple attığım her adım aslında ifade etme yeteneğimi geliştiriyor. Sosyal girişimcilik de bu aşamanın bir parçası.

Kültür Mantarı Sanat Hareketi’nden bahseder misiniz?
Bir anne olarak oğlumu büyütürken attığım tohumların hepsinin birden yeşerdiğini gözlemliyorum. Yaş ne olursa olsun sanata, kültüre ve bilgiye dair tohumlar bazen erken bazen geç ama kesinlikle bir gün çatlayıp büyüyor.

Ülkemizde eğitim, sosyo-ekonomik uçurum, yaşam kaygısı veya basitçe alışkanlıklarla sanat bilgisi ve kültür seviyesinin özellikle çocuklar adına ciddi anlamda aşağıya çekildiğini fark ettikçe bir şeyler yapmak gerektiğine kanaat getirdim.

“Kültür Mantarı”, oğlum Alp’e çok yakın bir arkadaşımın taktığı bir lakaptı. Küçük bir çocuğun müzelere, sergilere, sanatçıların hayatlarına, kullanılan malzemelere, mitolojiye, arkeolojiye ilgi duyması ve bütün bu konuları doğallıkla hayatına dâhil etmek istemesi belki de topluma güzel bir örnek olur diye düşündük.

İlk zamanlar ana medya televizyon kanallarından birinde bir belgesel yapsak ve çocuklarla aileleri ekran başına bir arada getirip kültürel bir farkındalık kapısı açsak nasıl olur sorusundan yola çıktık. Gittiğimiz her kurum, her kanal bizi çok romantik ve hayalperest buldu. Oysa tam 2 yıl sonra Milli Eğitim Bakanlığı’ndan gelen talep sonucunda Eba TV’ye sanat tarihi videoları hediye ettik.

Tüm negatif kanılar 2 yıl içinde bambaşka bir boyuta ulaştı. Belediyeler, okullar ve üniversitelerle söyleşiler, projeler yaptık, birçok ilde öğretmenlerle sanat eğitimi konusunda özel çalıştaylar tasarladık, sivil toplum kuruluşlarıyla gönüllü iş birlikleri yaptık.

Bütün bunlar kâğıt üzerindeki başarılar olarak kabul edilebilir, asıl başarı binlerce insanı, hayatlarına sanatı dâhil edince yaşayacakları pozitif dönüşümle ilgili ikna etmekti.

Sanat insanın ruhunu esnetir, hoş görü, özgürlük, birlik olma bilinci sanatsal ifadelerle akıl almaz bir gerçeklik kazanır. Bu naif proje sevimli ismiyle büyük bir şeyi başardı. Dilerim nice zaman aynı şekilde sürdüreceğiz.

Fotoğraf, resim ve enstalasyon hepsi ayrı ayrı sanat dalları. Siz hepsi ile ilgilenip birbirleri ile yarıştırıyorsunuz adeta. Bu konudaki yolculuğunuzu anlatır mısınız?
Yukarıda da bahsettiğim gibi farklı disiplinleri bir araya getirecek bir eğitim sürecinden geçtim. Belki de hayat felsefemi “tek bir dala tutunmak yerine birkaç sağlam dal ile bir ağaç yaratmak” gibi açıklayabilirim, o sebeple ne ressamım, ne fotoğraf sanatçısı… Multidisipliner sanatçı en uygunu sanırım. Birden fazla dil konuşmak gittiğin ülkelerde yabancılaşmama duygusu yaşatır ya, işte ben de sanatsal dünyamın içinde öyle bir zenginlik kurmak istiyorum.

Onun dışında çok müze gezerim, sanatçıların eserlerini ve hayatlarını çok detaylı incelerim. Kullanılan malzemeler, teknikler eseri yaratan insanın ruhundan çıkan bir yolculuk gibi geliyor bana. Her yolculuğun rengi, malzemesi, bazen tekniği farklı oluyor. Bu çeşitlilik ifade denizini sonsuz kılıyor.

“Öteki Hikâyeler” sergisinin sizin için önemini anlatır mısınız?
Ben Çerkez bir ailenin çocuğuyum. Atalarım 157 yıl önce neredeyse yüzyıl süren savaşlar sonrasında Rus topraklarından korkunç koşullarda bir soykırıma uğrayıp sürülmüşler. Evimizde çok bahsedilmese de sürgün hikâyeleri çocukluğumdan beri zihnimde yer etmiş, içimi sızlatan bir yara gibi hep kulaklarımda çınlardı. Bebeklerini emzirirken ölen anneler, annelerinin kollarında boğulan bebekler, denizde can veren bir milyondan fazla insan…

Günümüze baktığımızda coğrafyalar, taşıtlar, konuşulan diller, ırklar değişse de yaşanılan acı bire bir aynı. İnsanlığın hiç vazgeçmeden, “ötekileştirme” üzerine kurduğu bu sahte medeniyet fikrini bir türlü kabullenemiyorum.

Ötekilerin hikâyeleri yabancılık duygusunu çağrıştırsa da, gidenler, kalanlar, gelenler ve ev sahipleri için hep aynı. Herkes bu sahtelikten payını bir şekilde alıyor maalesef.

Ben de bugün anavatan dediğim bu topraklarda atalarımın yaşadıklarını bilmeyenlere biraz olsun anlatmak istedim.


Sergide bulunan ve oldukça ilgi gören “Requiem / Ağıt” adlı eseri bizler için anlamlandırır mısını
z?
Yüzbinlerce insan berbat haldeki gemilerde açlıkla, salgın hastalıklarla ve Karadeniz’in korkunç koşullarıyla boğuşarak Anadolu’ya ulaşmaya çalışmış. Hastalar veya ölenler derhal denize atılıyormuş.

Karadeniz’in dev dalgaları arasında yiten hayatlara bir göndermedir Requiem, özellikle anne ve çocuklara… Ben de çok uzun süren bir çalışma ile boğula çıka o dalgaları izleyiciye göstermek istedim. Sürekli dönen dünyada, fırtınalı bir Karadeniz’de yolun başındaki bir kâğıt gemiyle geleceğe atılan bir adım gibi.


Bir taraftan Çerkez toplumunun vazgeçilmezi olan bir müzik, “Benim Annem” isimli folklorik şarkının bir versiyonu da bu yolculuğa eşlik ediyor. Eser dönerken ve siz o karanlık dalgalara bakarken aynı anda bu anlamlı şarkıyı duyuyorsunuz.  

Bu derin duygusal anlatıma kullandığım malzemelerle de bir başka anlam katmak istedim. Beni atalarıma, onları daha öncekilere ve hepimizi geleceğe bağlayan görünmez bir bağ gibi o dalgaları yaratmak için binlerce metre iplik kullandım.

Dolayısıyla öteki hikâyelerden birini anlatmış olmak benim için ciddi manevi bir önem taşıyor. Sanatsal başarısının yanında bunu kendi köklerimi onurlandırmak gibi görüyorum.

Göç”ün hissettirdikleri hakkında yorumlarınız nelerdir?
Göç, isteksizce zorunlu olarak zor koşullarda vatanını terk etme durumu olarak yaşanıyorsa, insanın yüreğine kocaman bir taş gibi oturur. Ekonomik koşullar, eğitim, sosyal hayat vs. yerine otursa da o koparılmışlık duygusu hiçbir yere oturmayan sığmayan, hep bir noktaya hafif hafif batan bir diken gibi rahatsız eder insanı. Ben burada doğdum ve burada büyüdüm. İçsel olarak burada hep hissettiğim ama bir türlü ifade edemediğim farklılık Kafkasya’ya gidince anlam buldu. Orada tamamen yabancı olmama rağmen toprakla ruhani bir bağım olduğunu her an daha da çok hissettim.

“Göç” bence büyük bir “eksiklik” duygusu. Yaşanılanların etkisi ve tüm fırtına dinmiş olsa da insanın içinden söküp atamadığı bir eksiklik…

Sizce, mutlu bir göç hikâyesi ile karşılaşmak mümkün değil mi?
Ben de uzun yıllar İspanya’da yaşamış biri olarak söyleyebilirim ki; bazen insan hayatına farklı tecrübeler katmak için göç etmeyi seçiyor. Ben oradaki yaşamı çok sevdim çok da huzurlu, mutlu yıllarım oldu, bir ülkede yapayalnız yaşama çabası hayata dair müthiş bir eğitimdi. Ancak “eksiklik” duygusu hiç peşimi bırakmadı. Galiba nerede köklenirsek gerçekten oraya ait oluyoruz.

Seçimle yapılan göç günü kurtarsa da her zaman kalbimize iyi gelmiyor, özlem azalsa da tamamen hiç bitmiyor.

Bu eksiklik duygusu ve hüznü çevremde, ailemde ve yakın dostlarımda da gözlemliyorum. Hepimiz bir şekilde öteki olma halini yaşıyoruz bu şekilde…

Biraz da gelecek projelerinizden söz edelim…
“Requiem” dışında aslında eserlerim çoğunlukla çok daha renkli. Belki de bu eksiklik duygusu nerede yaşanıyorsa biraz tamamlamayı niyet ederek yaptığım eserlerden oluşan “Kutsal Renkler” isimli bir seri üzerine çok uzun süredir çalışıyorum. Kutsal renklerimle iki yıldır İtalya, İspanya, Japonya, İngiltere ve Amerika gibi ülkelerde çeşitli sergilere ve fuarlara iştirak etme fırsatı buldum. 2022 yılının en önemli projesi benim için bahar aylarında açacağım solo sergi olacak.

Alt, Orta ve Yukarı Dünya” ismiyle açacağımız sergi resim, fotoğraf ve enstelasyonlardan oluşan, izleyici için oldukça renkli bir yolculuk olacak…