Kurtuluş- Feriköy çevresi kalabalığı ve ahalisinin ağız tadının olması nedeniyle ağırlıklı olarak en kalitelisinden yeme-içme mekânları ile bilinir. Son zamanlarda buralarda pıtrak gibi yükselen Divan ve Hilton otelleri yanında Plaza ve rezidans gökdelenleri ile çehresi değişen semti, eski bira fabrikasının restorasyonu ile açılan “Bomontiada” adındaki restoran, müzik, sanat faaliyetlerini barındıran kompleksinin ardından, çevreyi gençlerin rağbet ettiği daha yüzlerce pastane, kafe, restoran doldurdu.
Basından gözüme çarpmıştı ama gitmek hiç fırsat olmamıştı, ta ki bir sohbette adı geçene kadar…
Adı ile bile dikkat çeken bir bina, ne kaldı yapısı ve tarihi ile, üstelik Cafe’si bile var, üstelik benim semtimde, eh bir gidip göreyim dedim.
MARİSA GORMEZANO ile randevulaştım, şansa hafif yağışlı bir gün de olsa, mekânın yolunu tuttum.
Gormezano Palas
Kurtuluş Caddesinin başında, Feriköy’e doğru ikinci paraleli Savaş sokağında buldum binayı.
Her eski İstanbul binası gibi ne görkemli bir yaşanmışlığı varmış! Marisa Gormezano’nun ailesine ait 1919’dan beri. Marisa’nın ailesi, her İstanbul Yahudi ailesinde alışılagelmiş ortak özellikler olan eğitim, girişimcilik, sanat, yaşadığı ülkenin tarihinde yer etmişlik ve hizmetle örülmüş farklı hassalar var. Baba tarafı Selanik, anne tarafı Polonya’dan göç etmiş bu topraklara.
Baba tarafından dedesi, 1918’de Kavala’dan, önce Çanakkale’ye, oradan da İstanbul’a geliyor. 1919’da Gormezano Palas, yedi katı ile bölgenin en yüksek binası… Ve yüksek bir binaya sahip olmak pek bir trend o yıllarda. Mimarı bilinmiyor. “Tahminen Ermeni bir mimardı” diyor Marisa. Art-Nouveau tarzındaki bina Bizans yapı sistemi ile inşa edilmiş. Yani ateş tuğlası yanında, muhtelif taşlarla karılmış bir harç kullanılmış. Bu taş çeşitlerinin görevi, deprem titreşimlerini absorbe edip duvarlara yaymakmış. II. Dünya Savaşında binanın tepesine, bölgenin en yüksek yapısı olması nedeniyle kontrol ve güvenlik açısından uçaksavar bile konulmuş.
Hepimiz yapmadık mı?
Gençler genelde büyüklerinin konuşmalarını dinlemez, anlattıklarını umursamaz, gel gör ki onların kaybından sonra da “keşke kulak verseymişiz, sorsaymışız” pişmanlığını yaşar. İşte Marisa’ya da böyle olmuş. Bir diğer Gormezano’dan dedenin, Osmanlı’da Avusturya Konsolosu olduğunu öğreniyor. Dedenin hem azınlıklara uygulanan Varlık Vergisinin engellenmesinde çabası olmuş hem de o konuda sıkıntılar yaşamakta olan aileleri desteklemiş.
Dededen kalan eşyaları toplayıp tamir ettiren Marisa, onlarla bugün Siete Cafe’de bir anı odası oluşturmuş. “Antika bilgim yok benim, diyor ama gelen müşterilerin, ‘Bunlar Avusturya, Viyana işi’ demesiyle aileme ait kulaktan duyma bilgilerim yerine oturdu” diyor.
Baba tarafından dedesini tanımamış Marisa, ama biri babası olmak üzere çok dilli ve eğitimli dört evlat yetiştirmiş. Babası David Gormezano Fransa’da tekstil mühendisliği okumuş. Hayatın akışı içinde anne ile baba ayrılmışlar ama baba beş yıl önce 96 yaşında ölene kadar Gormezano Palas’ı terk etmemiş.
Anne tarafı
Anneanne Macar asıllı, dede Polonya göçmeni Adolf Loker. Anne ilk Avusturya Lisesi mezunlarından, (o yıllar için müthiş bir şey) kız kardeşi Atatürk’ün Fransızca öğretmeni, soylarında neredeyse herkes müzisyen. Adolf Dede terzi ama şapkacılığa giriş yapıyor. Bir şekilde tanıştığı Atatürk’ün kafasındaki şapka devrimi ile ilgili modelleri onunla birlikte yorumlayarak hayata geçiriyor. Karaköy-Necati Bey Caddesindeki üç katlı bina 6-7 Eylül Olayları ardından yerle bir edilince, ne yazık ki hiçbir belge kalmıyor. Adolf Dedeye ait bütün bilgiler zamanında bir gazeteye vermiş olduğu mülakat, o da zaten Cafe’nin duvarında asılı.
İş yeri talan edilen Adolf Dede, Heybeliada Bahriyelilerine şapka imalatına başlıyor, üstelik her bir şapkayı öğrencilerin yüz yapısına, kafa yapısına göre tasarlıyor, gençlerle dertleşiyor, nasihat ediyor, onların Adolf Amcası oluyor. Nitekim 2011 yılında CHP’den 2. Bölge milletvekili adayı olan Marisa, eski Cumhurbaşkanımız Fahri Korutürk’ün oğlu Osman Korutürk ile çalışırken, onun tesadüfen rahmetli babasının sandığında Adolf Amcanın bir şapkasına rastlaması ikisi için büyük sürpriz oluyor.
Siete Cafe
Marisa aslında basın sektöründen ama matbaa bölümü, yani promosyon, reklamcılık... ama kafe işletmek hep hayali olmuş. Pandemi şartlarında gastronomi mezunu kızı Terry ve reklamcılık mezunu kızı Joelle ile girişip Gormezano Palas’ın alt katını restore etmişler. “Otantisitesine dokunmak istemedim” diyor Marisa, eski kapıları elden geçirip kimini sürgü kapı, kimini tezgâh yapmış, tamamen kendi zevki. Girişteki antik büfenin içinde de Adolf Dededen kalma muhtelif şapkalar sergilenmekte. Projeleri; ön tarafa sanat atölyelerini koyup Joelle’in, arkada mutfak bölümünü de Terry’nin sorumluluğuna bırakmak. Ancak, Terry Lizbon’da iş bulunca, sadece menüyü planlayabiliyor giderayak.
Beş aydır açık Siete Cafe. “Siete” çünkü bina yedi katlı, üstelik kapı numarası da 7. Kafe işletilmeye başlayalı beri, sokak bir devinim kazanmış. Sokakları mahallenin kullanımına açmayı hedefleyen Şişli Belediyesinin, aynen Paris Champs-Elysée’de belirli günlerde yapıldığı gibi, yolları trafiğe kapatıp, mesela çocuk şenliği gibi birtakım faaliyetler organize etmek gibi projeleri var. O bakımdan Siete Cafe’de yapılan sanat söyleşileri ve sanatsal faaliyetleri inanılmaz destekliyor.
Faaliyetler
Marisa ile söyleşimize kızı Joelle de katılıyor zaman zaman ve gençliğin girişimci heyecanı ile gelecek planlarını anlatıyorlar ana-kız. Yaratıcı yazarlık ve senaryo kursları başlamış, zaman zaman canlı müzik de yapılıyormuş mekânda, gelecekte Grek müzik de koymak isterlermiş, hatta binanın arkasındaki minik saklı-bahçede yazın sinema günleri bile yapmak isterlermiş, “samimiyet ve dostluk dayanışmasına çok ihtiyacımız var zaman şartlarında” diyor Joelle.
Sanatsal faaliyetler kafenin ön cepheye bakan giriş bölümünde. Hoca Arzu Türk, Akdeniz Üniversitesi Heykel bölümünden sonra öğrenimini Mimar Sinan Seramik bölümünde tamamlamış. Gündüzleri çocuklar veya ev hanımlarına, akşamları 18.30-21.30 ile hafta sonları da çalışan kesime yönelik kurs ve work-shop programları var. Doğa dostu bir yaklaşımları da, atölye sularının filtrelendikten sonra kanalizasyona verilmesi.
Menü saptanması
“Kurtuluş-Feriköy gibi yemek kültürü gelişmiş semtlerde gönül isterdi ki meze tipi sunumlar veya şaraba da yer verelim ama, Duatepe mahallesi Belediyede meskûn mahal göründüğünden içki ruhsatı verilmiyor” diyor Marisa, ve Joelle araya girerek tamamlıyor: “Daha ananevi, geçmişten günümüze taşıyabileceğimiz şeyler düşündük. Kahvaltı verelim dedik ama serpme için alan ve mutfak dar, biz de onun yerine bol, içinde, kahvaltıda yenebilecek her şeyi dahil ettiğimiz bir kahvaltı salatası hazırladık.”
“Çocukluk hayalim, kavrulmuş kıymalı hamburger koyduk mönüye! Yemek hazırlarken annelerimiz bize kıymayı ekmek arası yapıp verirlerdi ya!” diye ekliyor Marisa... “Eski Londra asfaltındaki Ömür fast-food vardı ya! İşte onun sosislisi, abuela elmalı tart, bezos,” diye devam ediyor Joelle, “geleneğimiz köklerimiz İspanyolca üzerinde kurulu. Onun için de bazı spesiyalitelerimiz İspanyolca isimler taşıyor mesela ‘tortilla de patatas’. İsimleri İspanyolca koymak geleneğimize bir teşekkür gibi. Veganlara uygun menülerimiz de var ve kahvede çok iddialıyız mesela, çok ciddi bir yatırımla çok iyi kahve makinaları ve ekipmanı aldık, kahve yapımına has su filtrasyonu tekniği ile suya belli mineraller vererek, kahve aromasının onlara tutunmasını sağlıyoruz ki bu da çok nadir müessesede var. ‘La bomba latte’ mesela imza kahvemiz, bardağı bile yedirten bir lezzet.”
Her ikisinin bu girişimlerinden gurur duyduğu o kadar aşikâr ki! “Her şey bir yana,” diyorlar “binayı kurtarmak kültürel mirasa katkı. Hem aile adını yaşatıyor hem bir tarih ayakta!”