Haber fotoğrafı: Teri Erbeş

«Bre Sarika, bre! …Yo te va merkar, sapatos d’Unkapan, chizmes de Cibali…» Gönlünü kaptırdığı «Sarika»dan yüz bulamayan biçare aşık, son umut, ona hayal edebildiği en göz alıcı hediyeleri vadediyor: Unkapanı’ndan ayakkabı; Cibali’den çizme… Vadediyor da muradına eriyor mu? Heyhat! «Senin hediyene mi kaldım! Tüccar babam var benim; istediğimi o alır bana!» mealinde, tokat gibi bir yanıt alıyor genç kızdan. Enstrümantal formuyla, 500. Yıl Vakfı Türk Musevileri Müzesi’nin web sitesindeki kısa tanıtım filminin fon müziğini oluşturan «Bre Sarika, bre!» adlı bu Sefarad şarkısı, tıpkı toplumumuzun yegâne müzesi gibi, bize özgü olanı geçmişten bugüne taşıyor.

Müze dediğimiz, bir sanat, heykel veya miras koleksiyonundan fazlası” demiş bir müze tutkunu. “Daha ziyade, artık var olmayan yaşamların ve kültürlerin bir deposu…” 2015 yılından bu yana Neve Şalom kompleksindeki yeni mekânında, sık sık değişen, yenilenen bir içerikle ziyaretçilerini karşılayan 500. Yıl Vakfı Türk Musevileri Müzesi, pandemi döneminin olağandışı koşullarına, çevrimiçi faaliyetlere ağırlık vererek uyum sağlamayı başardı. Neredeyse kuruluşundan bu yana Müze’nin müdürü olarak, artık bu kurumla özdeşleşmiş bir isimle, NİSYA İŞMAN ALLOVİ ile söyleştik. Türk Musevileri Müzesi’ne özveriyle emek veren bir ekibin üyesi olarak, İşman Allovi’nin bu kurumla ilgili hayalleri sınırsız; heves ve coşkusu ise bulaşıcı…

Sevgili Nisya, “üçüncü kızım” olarak tanımladığın Müze, tüm evlâtlar gibi, senin de gelişimini şekillendirmiş olmalı. Seni hangi alanlarda geliştirdiğini düşünüyorsun?
2001 yılında -mezun olduktan kısa bir süre sonra- 500. Yıl Vakfı Kurucu Başkan Vekili Naim Güleryüz’den teklif geldi ve kendimi bir anda müzeciliğin içinde buldum. Ailemden dolayı her zaman kültür konularına ilgim vardı. Hep kültürle iç içe olmuş ve bir üyesi olarak kendimi sürekli geliştirmem gereken bir aile olarak tanımlayabilirim bizimkileri. Hâlâ devam ediyor bu süreç [gülerek]. UÖML mezunu olmadığım için, Yahudi kimliğim hakkında bilgim sınırlıydı… Müze’ye girdikten sonra, kendi kültürümü daha fazla tanıma fırsatım oldu. Bu alanda da sürekli kendimi geliştirmeye çalışıyorum. Projeler için fon başvurusu yapmayı öğrendim. Son birkaç senedir çok aktif olarak bu işi yapıyorum. Türkiye’de olsun, yurt dışında olsun, müzelerle network halinde olmayı öğrendim. Etkileşim yaratmayı öğrendim. Gelen ziyaretçilere ilk şunu soruyorum: “Türkiye’de kaç Yahudi yaşıyor?” Yanıtları kimi zaman “5 milyon”, “10 milyon” olabiliyor! Çoğu zaman, bizim hakkımızda hiçbir şey bilmiyorlar. 2.600 yıl kadar geriye giderek, onlara kısaca bilgi vermeye çalışıyorum.


Minare şeklinde Hanukiya - 500. Yıl Vakfı Türk Musevileri Müzesi koleksiyonu 
Fotoğraf: İzzet Keribar

Müze 2015 yılında Zülfaris Sinagogu’ndan Neve Şalom Sinagogu’nun binasına taşındı. Bu taşınma bağlamında, Müze içeriğinde ne gibi değişiklikler oldu?
Yurt dışında Yahudi Müzeler Birliği’nden know-how desteği talep ettik. Bu bağlamda, yoğun bir mail trafiğiyle ön çalışmasını yapan Amsterdam Yahudi Müzesi Küratörü Mirjam Knotter, İstanbul’da bize 4-5 gününü ayırdı. Kendisi bize, anlatımı hep objeler, hikâyeler üzerinden yapmamızı salık verdi. Dolayısıyla, yazılar azaldı; objeler, fotoğraflar, grafikler öne çıktı. Müze’yi daha çok dijitalleştirdik. Moris Levi önderliğinde 500. Yıl Vakfı Yönetim Kurulu üyelerinin yanı sıra, Naim Güleryüz, Selin Estroti İpeker, Rivka Geron Schild, Emel Benbasat ve Şeyla Arditti destek verdiler. Altı ay gibi kısa bir süre içinde taşındık ve Müze’yi yeniden açtık.

İsmimiz “500. Yıl Vakfı Türk Musevileri Müzesi” olsa da, bu topraklarda çok daha gerilere uzanan Yahudi varlığını, yeni mekânımızda arkeolojik objelerden, eserlerden ilham alarak anlatmaya çalışıyoruz. Daha önce yer almayan Sabetay Sevi, Trakya Olayları, Varlık Vergisi vb. Müze’nin içeriğine eklendi. Yurt dışından sağladığımız bir fonla, bir açık depo yaptık. Gelinlik, hanukiya, İzmir’den bir dulseriya1, teva örtüleri2, fermanlar, fotoğraflar vb. birçok parçayı, etnografya bölümünün sonuna, bir camekânın içine yerleştirdik. Bu objeleri sık sık değiştiriyoruz. İkinci kata teşhir aparatları koyduk. Örneğin, Jinekolog Dr. Şalom Benhabib’in 1956-1992 yılları arasında doğumunu gerçekleştirdiği bebekleri kaydettiği defterler, bu bölümde sergilenmekte.


Fotoğraf: İzzet Keribar

Neve Şalom Sinagogu’yla aynı binada olmanızın etkileri ne yönde?
Müze ziyaretçileri bu sayede yalnızca Müze’yi değil, aynı zamanda yaşayan bir sinagogu görüyorlar. Bu çok büyük bir avantaj. Müze’nin birinci katındaki holden aşağı baktığınızda, Neve Şalom Sinagogu’nun tamamı görülüyor. Eğer bir faaliyet varsa, Müze ziyaretçisi o ana tanıklık etmiş oluyor. Pazar günü rehberler özellikle çok kişi getiriyorlar, çünkü bir düğüne rastlama olasılıkları olduğunu biliyorlar. Gündelik hayatta isteseler dahi katılamayacakları faaliyetler, Müze sayesinde ziyaretçilere sunulmuş oluyor. Bir faaliyet yoksa da Neve Şalom Sinagogu’nu ziyaret edebiliyorlar. İstanbul’un en popüler sinagogu…

Yerli ziyaretçiler, Müze’nin en çok hangi bölümlerine ilgi duyuyorlar?
Birinci Dünya Savaşı’nda, başta Çanakkale ve diğer cephelerde savaşmış olan Türk Yahudi askerlerinin vatan savunmasında aktif rol almış oldukları, maalesef yerli ziyaretçiler tarafından pek bilinmiyor. Şaşırıyorlar. Bu konuyu vurgulamak için ayrıca, TBMM Mustafa Necati Kültür Sanat Evi’nde, küratörlüğünü Metin Delevi’nin yaptığı bir sergi açtık. Bu serginin, daha sonra çeşitli mekânlarda teşhiri sağlandı. Yemek tarifleri, Maftirim3, dinî tören objeleri hep ilgi uyandıran unsurlar. Etnografik ve dinî parçalar onlara görsel bir şölen sunuyor. İki kültürün benzerliklerini görmek, onları çok etkiliyor. Müze’yi gezdikten sonra faaliyetlerimize daha çok katılıyor ve sosyal medyada paylaşıyorlar.

Yabancılar?
Yabancılar Müze’nin etnografya bölümündeki nostaljik kıyafetleri, farklı gelenekleri ve fotoğrafları gördüklerinde duygulanıyorlar. Örneğin, “kortadura de faşadura”4, bebek bekleyen annenin düzenlediği, Türk Yahudilerine has bir gelenek. Faşadura elbisesi5, benim hep öne çıkardığım bir obje; çünkü ağırlıklı olarak bu topraklara özgü. Yurtdışında Yahudi Müzesi dediğimizde, genellikle Holokost ana temadır. Bizde ise Türk Yahudi Tarihi öne çıkıyor. Çünkü biz bu acıyı doğrudan yaşamamışız. Holokost bağlamında işlediğimiz konular arasında, 50’ye yakın Yahudi’nin hayatını kurtarmış ve Yad Vaşem’de Uluslararası Dürüstler Madalyası ile onurlandırılmış olan Rodos Büyükelçimiz Selahattin Ülkümen öne çıkıyor. Nazi zulmünden kaçarak Türkiye’ye sığınan Alman ve Avusturya Yahudisi bilim insanları bir diğer önemli konu. Bu konuda belgesel bir filmimiz de var.


Yurtdışında müzelerle, küratörlerle işbirliği yaptığınız projelerden söz eder misin?
Avrupa Yahudi Müzeler Birliği’ne (AEJM) bağlıyız. Bu bağlamda konferanslar, seminerler oluyor. Bunlara katılıyoruz; hepimiz farklı alanlarda konuşmalar yapıyoruz. Kendilerinden, örneğin arşiv bölümünün yeniden yapılandırılması konusunda destek istedim. Ne, nasıl yapılır vs. burada bir eğitim sürecine girdik, arşivdeki arkadaşlarla beraber. O çok değerli oldu. Onun dışında, Frankfurt Yahudi Müzesi’nden bir eğitimci getirttik. Bu bağlamda, UÖML Yahudi Kültürü Eğitim Koordinatörü Sami Levi ile birlikte, nasıl atölyeler yapabiliriz, öğrencilere bilgiyi nasıl daha kolay verebiliriz, bu konularda işbirliği yaptık kendileriyle...

Pandemi Müze’yi nasıl etkiledi?
Biz bu süreçte çevrimiçi faaliyetlere ağırlık verdik. İlk defa, sanatçı Renan Koen’in önerisiyle, bir filmin galasını gerçekleştirdik: “Bella”. Bestelerini Koen’in yaptığı bir film… Bu çevrimiçi faaliyete, beklentilerimizin ötesinde tam 1.500 kişi katıldı. Takiben, bu filmle bağlantılı olarak, “Yaşamın Sürüklediği Yerde: Erol Güney'in Yaşam Öyküsü” başlıklı belgesel filmin gösterimini gerçekleştirdik. Birçok farklı çevrim içi atölye yaptık; gönüllü gençlerle hala’dan6, kukla yapımına kadar. Zoom faaliyetleri yaptık. Yahudi Kültürü Avrupa Günü’nü de, ilk pandemi yılında Zoom olarak gerçekleştirdik; ancak Müze yine açıktı. Bütün bu kayıtları, Müze’nin YouTube hesabına atmaya başladık. Bu şekilde de dijital bir arşiv oluşturduk ve oluşturmaya devam ediyoruz. Aynı zamanda, Sivil Toplum Destek Programı’ndan aldığımız hibeyle, Müze’yi 3D olarak dijitalleştirme projemiz var. Pandemiye rağmen, durmamak gerektiğini öğrendik.

Müze, Türk Yahudilerinin geçmişine ışık tutan objeler içeriyor. Aldığınız bağışlar içinde, seni en çok etkileyen objeler hangileri?
İzmir Arkeoloji Müzesi’nden ödünç aldığımız bir yağdanlık var. Basmane kazısında bulunmuş; 5. yüzyıla tarihlenen... Neden önemli? 2.600 yıllık tarihten söz ederken, en eski objenizin 1.400’lü yıllara dayanması, bir eksiklik oluyor. Bunu vurgulamak ve 500 senelik misafir algısını değiştirmek, Müze’miz için önemli bir görev. Bir diğer obje, 1493’te İspanya’dan göç eden ve Osmanlı’da ilk matbaayı kuran Nahmias kardeşlerin bastığı ilk kitaplardan, 1512 tarihli Midraş Teilim7. Onun dışında, minare şeklinde bir hanukiya var. İslam Eserleri Müzesi’ne de teşhir için göndermiştik.

Müze koleksiyonunu genişletme amaçlı ne gibi çalışmalarınız var?
500. Yıl Vakfı Başkanı Silvyo Ovadya’nın bu konuda hakkını teslim etmek gerekir. Müzayedeleri takip eder; çok etkileyici objeler, eserler toplar. Ben daha önce konuşmalar yaptığımda örneğin, Solitreo8defterlerini atan kişiler duydum. Atmayın. Bize verin. Fotoğraflarınızı, karnelerinizi, bize verin... Bundan 100 sene sonra, bunlar birer tanık haline gelecek. Biz müzayedelerden toplamak zorunda kalmayalım. Bunun için bütçe bulmaya çalışmayalım. Kendi kültürümüze ait parçaların sahaflarda satıldığını gördüğümüz zaman, çok üzülüyoruz. Şalom Gazetesi’nde “Müze’den seçkiler” adlı bir köşem var. Amacım, koleksiyonumuzdaki değişik objeleri tanıtarak, bu konuda farkındalık yaratmak.

Müzecilik yüksek maliyetli bir iş… Kaynak için ne gibi başvuru imkânlarınız var?
Kaynak için sürekli araştırıyorum; elçiliklerden yardım alıyorum. Örnek olarak, bundan üç sene önce, Yusuf Tolga Ülker’in, sponsorluğunu Alman Konsolosluğu’nun yaptığı “Holokost ile Yüz Yüze” isimli fotoğraf ve resim sergisine ev sahipliği yaptık. Yahudi Kültürü Avrupa Günü için olsun, rehberlerin eğitimi için olsun, arşiv belgelerini tamir ettirmek için olsun, yurt dışından çeşitli fonlara başvuruda bulunuyorum. Hahambaşılık bünyesindeki parohet9, dinî objeler, örtüler vb. bunların tamiratı için bütçe buldum. UÖML çocukları ile beraber parohet oluşturduk hep beraber. Hrant Dink Hibe Programı çerçevesinde, Avrupa Birliği desteği ile de bir projemiz oldu. 70 kişi ile sözlü tarih çalışmaları yaptık. Bunları kayda aldık; sergi ve belgesel yaptık; kitap çıkardık. “Taşlara Kazınan Yahudi Kimliği” adlı sergi ve eşliğindeki kitap da yurtdışı kaynaklı bir fon sayesinde hayata geçirildi.

Müze ile ilgili ne gibi hayalleriniz var?
Yönetim kurulu olarak pek çok hayalimiz var! Müze’nin daha geniş bir kitle tarafından bilinmesi ve ziyaret edilmesi; paylaştığımız bilgilerin yayılması; bunun için kaynak yaratılabilmesini istiyoruz. Uluslararası sergilere ev sahipliği yapmak; yeni projelerle etki alanımızı genişletmek; eser sayısını artırmak; bir araştırma merkezinin olması ve okullarla daha çok ortak proje üretebilmek… Eğitim merkezi işlevine sahip olmak; gönüllü kişilerden destek alarak Müze’nin etki ve gücünün artırılması… Devletimizin özel müzelere finansal destek sağlaması; Müze’nin kapsayıcılığını artırabilmek ve son olarak da, Müze’yi gelecek kuşaklara güvenle teslim etmek, bizim hayallerimiz. Bu doğrultuda, yoğun bir çaba içindeyiz.


Seyfi İşman, Suzetta Asseo İşman, Mila Allovi, Nisya İşman Allovi, Sera Allovi, Lemi Allovi (soldan sağa)
Nisya İşman Allovi kimdir?
1979 yılında İstanbul’da dünyaya gelen Nisya İşman Allovi, 2001 yılında Bilgi Üniversitesi Uluslararası İlişkiler bölümünden mezun oldu. Akabinde, henüz kurulmuş olan 500. Yıl Vakfı Türk Musevileri Müzesi’nin müdürlük görevini üstlendi. 2014 yılından bu yana, Müze müdürlüğünün yanı sıra küratör olarak da görev yapıyor. 2016-2018 yılları arasında Anadolu Üniversitesi Kültürel Miras ve Turizm Programı’nı tamamlayan İşman Allovi, aralarında Avrupa Yahudi Müzeler Birliği (AEJM), Avrupa Yahudi Araştırmaları Enstitüsü – Paideia ve Koç Üniversitesi’nin de bulunduğu, yurt içi ve yurt dışı pek çok kurumun, küratörlük, arkeolojik varlıkların korunması vb. alanlardaki eğitim/seminerlerini tamamladı. İşman Allovi evli ve iki kız evlât annesi.

Dipnotlar:
1)       Şekerlik
2)       Tevrat'ın okunması için geniş bir kürsünün üzerine yayılan örtü
3)       Klasik Türk Müziği makamlarında okunan paralitürjik ilahiler
4)       Doğacak bebeğe kıyafet için kumaş kesilmesi
5)       Bebeğe doğduğu anda giydirilen gömlek
6)       Şabat ekmeği
7)       Mezmurlar’ın yorumu
8)       İbrani alfabesiyle Ladino el yazısı
9)       Sefer Tora’ların muhafaza edildiği “Aron Akodeş”in kapılarını örten perde