Kapak fotoğrafı: Broker filmi
29. Altın Koza Film Festivali’ni izlemek için davet edildiğim Adana’da ilginç bir hafta geçirdim. Festivalin Uluslararası film seçkisinin ağır topları, prömiyerlerini Cannes’da yapan, 8’i ödüllü 11 filmdi. Yazımda bu filmlerin 6’sından bahsedeceğim.
Yerimin müsaadesi nispetinde, kısa birer özetini ve eleştirisini bulacağınız, 5’i ödüllü bu 6 filmlik seçkiye, 75. Cannes Film Festivali’nin, kanımca en iyi filmi olan “Broker” ile başlamak istiyorum.
BROKER
Cannes jürisi bu yıl Song Kang-ho’ya En İyi Erkek Oyuncu Ödülünü verince, özgün ve zengin bir senaryo yazıp kusursuz bir mizansenle hayranlığımızı kazanan Hirokazu Kore-eda’yı devre dışı bıraktı. Ailede kan bağları dışında başka bağların, alışkanlık yaratmanın, birbirine sarılmanın, kader birliği etmenin önemini vurgulayan Kore-eda, “Broker”de yine beş benzemezden 5 kişiyi bir araya getirip bir “karma aile” öyküsü anlatıyor. Aynı filmde türler arasında dolaşmada, dramdan komediye geçmedeki ustalığıyla bilinen G. Koreli yönetmen, insanların doğduğu ailede değil, kendi seçtikleri ailede daha mutlu olduğu gerçeğini “Broker”de doğrulamayı sürdürüyor. Filmde, içinde bebek olan bir kutunun şans eseri bir araya getirdiği 5 kişinin beklenmedik ve sıra dışı serüveni anlatılıyor.
Çamaşırhane işleten Sang-hyun (Song Kang-ho) borçtan başını kaldıramamaktadır. Dong-soo kutuların içine terk edilen bebeklere bakılan bir kurumda çalışmaktadır. İkili yine kutu içinde terk edilen bir bebeği satmak amacıyla gizlice kaçırır. Ancak ertesi gün bebeğin hayat kadını olan annesi oğlunu geri almak için onlara ulaşır. Genç anne bebeğine yeni ebeveynler bulma yolculuğunda ikiliye katılır. Kore-eda filmi hakkında “Aile, tek sözcükle tanımlanamayacak denli karmaşık bir şey. Filmler çekmeye devam ettiğim şu anda bile sürekli sorguladığım bir konu bu” diyor.
TORİ VE LOKİTA
Toplumsal sorunlara eğilen, proletaryanın hakkını koruyan, özgün, yalın, gerçekçi politik filmleriyle tanınan Jean-Pierre ve Luc Dardenne kardeşler, Cannes’da 75. Yıl Özel Ödülünü kazanan “Tori Et Lokita”da iki genç göçmenin dokunaklı öyküsünü anlatıyorlar. Çifte Altın Palmiyeli ve ödül rekortmeni kardeşler, göçmen konulu dördüncü filmlerinde, derli toplu, gereksiz ayrıntılardan arınmış, yaratıcı, duru, olgun üsluplarıyla insancıl mesajlar vermeyi sürdürüyorlar. Belçika’da işçi sınıfının yaşamına dair çektikleri natüralist, sosyal gerçekçi ve çarpıcı filmlerle bilinen Dardenne’lerin sinemasının kökleri, çocukluklarını geçirdikleri yerlerden beslenir. Filmlerinde adaletsizlik, göçmenlik, kaçakçılık, anlaşmalı evlilikler ve depresyon gibi dramatik toplumsal temalar yer alır.
Liége yakınlarındaki Condoz’da geçen öyküdeki olaylar, her ikisi de Batı Afrikalı olan, geldikleri Belçika’da başka kimseleri bulunmayan, 12 yaşındaki Tori ile ergen Lokita’nın etrafında dönüyor. Yalnız başlarına seyahat ettikten sonra geçinmek ve biraz para biriktirmek için birbirlerine ihtiyaçları vardır. Herkese kardeş olduklarını söylemeye başlarlar. Lokita’nın oturma izni alması tehlikeye girince ve tefeciler, uyuşturucu satıcıları hayatlarına karışınca, onu Tori’den ayıracak radikal bir karar almak zorunda kalır. Profesyonel olmayan iki baş oyuncusunun parlak performanslarıyla, bu yüreklere hitap eden film, ekonomik adaletsizliğe ve toplumsal kayıtsızlığa yakıcı bir bakış sunuyor.
CENNETTEN GELEN ÇOCUK
Stokholm doğumlu, Mısır asıllı yönetmen Tarık Saleh (50) “Cennetten Gelen Çocuk / Boy From Heaven” ile Cannes’da En İyi Senaryo Ödülünün sahibi oldu. Dinî ağırlıklı konulara odaklanan filmleriyle tanınan Saleh, bu kez Kahire’de Büyük İmam seçimi arifesinde yaşanan kanlı nüfuz savaşını anlatıyor. Bu cesur film derin devletin, yozlaşmış politikacıların, istihbarat örgütlerinin ipliğini pazara çıkarıyor. Gazeteci kökenli olmanın avantajıyla, Saleh senaryosunda, şaşırtıcı ama inandırıcı detaylar eşliğinde bir manipülasyon öyküsü anlatıyor. Bu cüretkâr film teolojik tartışmaları da beraberinde getirdi.
Fakir bir balıkçının oğlu olan Adem’e Sünni İslam’ın kalesi kabul edilen Kahire’deki El-Ezher Üniversitesi’nde öğretim görme imkânı sunulur. Kısa bir süre sonra üniversitenin baş imamı, öğretim yılının hoş geldin konuşmasını yaparken yere yığılır. Amansız bir veraset savaşını tetikleyecek ani bir ölümdür bu. Köylü çocuğu Adem, kısa süre sonra Mısır’ın dinî ve siyasi elitleri arasındaki amansız güç mücadelesinde piyona dönüşür. Derin devletin seçilmesini arzuladığı favori aday, Adem’in ortaya çıkardığı bir skandal ile çekilmek zorunda kalır, politik çevrelerin adayının önü açılır.
A İ / E O (BİR EŞEĞİN GÖZÜNDEN)
75. Cannes Festivali’nin en yaşlı yarışmacı yönetmeni Jerzy Skolimowski’nin (84) “A İ / E O” adlı filmi Jüri Ödülüne ortak oldu. Veteran Polonyalı yönetmenin filmi ana yarışmanın 21 filminin en yenilikçi olanıydı. Ustaca yazılmış senaryosu ve alegorik yaklaşımıyla bu yol filmi, Robert Bresson’un unutulmaz başyapıtı, Venedik Festivali ödüllü “Rastgele Balthazar / Au Hasard Balthazar”ın çağdaş bir yorumu. Filmin odağındaki gri eşek, dünyayı melankolik ve hayalperest gözlerle izler. Bu eşeğin yolu bir sirkten, bir sığınaktan, bir bayram yerinden, bir tilki yetiştirme çiftliğinden ve bir İtalyan saraydan geçiyor. Bir hayvanın gözünden bakıldığında dünya gizemli bir yerdir. A İ’nin yaşam yolu, iyi ve kötü birçok insanla çakışır, sevinçler ve acılar yaşar, talihini felakete ya da çaresizliğini umulmadık bir sevince rastgele dönüştüren feleğin çarkına takılır. Ama masumiyetini bir an bile kaybetmez. “A İ”nin tek ünlü oyuncusu Isabelle Huppert son sekansta bir İtalyan kontesi olarak karşımıza çıkıp filme renk katıyor. Jerzy Skolimowski teşekkür konuşmasında başroldeki 4 Sardunya eşeğine (Taco, Mola, Ola, Rocco olarak adlarını sayarak) teşekkür etti.
R. M. N.
2007’de “4 Ay, 3 Hafta, 2 Gün” Cannes Film Festivali’nde kazandığı Altın Palmiye ile bu ödüle ulaşan ilk Rumen yönetmen olan Cristian Mungiu, aynı festivalde “Beyond The Hills” (2012) ile En İyi Senaryo, “Graduation” (2016) ile En İyi Yönetmen ödüllerini almıştı. Bu yıl yarıştığı “M R (MANYETK REZONANS) / R. M. N.” eski başarılarının seviyesinde bir film olmadığı için bende düş kırıklığı yarattı. Film günümüz Avrupası’ndaki toplumsal hayat ve göçmenlik sorunu üzerine ilginç tespitler yapıp ciddi eleştiriler getirse de, sarkan bölümleriyle bir bütünlüğe sahip olamıyor. Film, her ailede bir göçmen işçinin olduğu bir köyde, Sri Lankalı 3-5 göçmen işçiye tahammül göstermeyerek kendileriyle çelişen bencil halkı eleştiriyor.
Noel’den birkaç gün önce Matthias, Almanya’daki işinden ayrılıp Transilvanya’daki çok etnikli köyüne döner. Babası Otto artık hasta ve yalnız olduğundan, onu görmeden büyüyen oğlu Rudi için endişe duymaktadır ve eski sevgilisi Csilla ile tekrar görüşmek ister. Çok uzun süre annesi Ana’nın bakımında kalan oğlunun eğitimine daha fazla dahil olmaya çalışır ve ormanda gördüğü bir şeyden beri konuşmayan çocuğunun temelsiz endişelerini yenmesine yardımcı olmak ister. Csilla’nın işlettiği fırın, Sri Lankalı birkaç göçmen işçi almaya karar verdiğinde küçük toplumun huzuru kaçar ve kaygılar yetişkinlere kadar yayılır. Hüsranlar, çatışmalar ve tutkular yeniden su yüzüne çıkarak toplumdaki huzur görüntüsünü bozar.
İŞE YARAMAZLAR
Bu yıl Cannes Film Festivali’nin, Emin Alper’in de “Kurak Günler” ile yarıştığı, Belirli Bir Bakış bölümünde En İyi Film Ödülünü ilk uzun metrajlı filmlerini gerçekleştiren 2 genç Fransız kadın yönetmenin filmi kazandı. Lise Akoka ve Romane Gueret’nin filmi “İşe Yaramazlar / Les Pires” adını taşıyordu. Psikoloji eğitimi alan Akoka ve Sorbonne’da sinema eğitimi alan Gueret, “Les Pires”de çevirecekleri film için amatör genç oyuncular arasında seçme yaparak yolculuklarına başlıyorlar. Projeleri Fransa’nın kuzeyindeki Boulogne-Sur-Mer’de Picasso’nun alıntılandığı bir film çekimi yapmaktır. Oyuncu seçimi sırasında 4 genç Lily, Ryan, Maylis ve Jessy filmde oynamak için seçilir.
Flaman yönetmen Gabriel tarafından yapılan seçmede mahallenin “en kötüleri” olarak bilinen 4 çocuğun seçimi şaşkınlık yaratır. Toplu konutlarda oturan mahalle sakinleri, filmin sokak serserisi ve kara koyun olarak gördükleri çocuklarla dolduğundan, muhitlerinin olumlu yönlerini gösteremeyeceğini, basmakalıp bir bakış açısı sunacağını düşünür. Bu “film içinde film” öyküsü gerçekçiliğiyle, özgünlüğüyle, yönetmenlerin amatör oyunculardan üstün verim almadaki becerisiyle izlenmeyi hak ediyor. Gerçekçi yaklaşımı, hareketli kamerasıyla Lise Akoka ve Romane Gueret, Dardenne Kardeşlerin sineması gibi sosyal sinemanın kodlarını benimsiyorlar. Bazen neşeli, bazen dramatik sahneleriyle “İşe Yaramazlar” hayat dolu bir film.
SON SÖZ: 29. Uluslararası Adana Altın Koza Film Festivali seçkisinde bulunan, Mario Martone’nin, doğduğu Napoli şehrine saygı duruşunda bulunduğu “Nostalgia”sından geçen sayımızda bahsetmiştim. Bu yazıya sığmayan kaliteli filmler arasında, Claire Denis’nin Cannes Büyük Ödül sahibi “Öğle Güneşinde Yıldızlar / Stars At Noon”u, Cannes Belirli Bir Bakış bölümünden ödüllü, Marie Kreutzer’in “Korsaj / Corsage”i, çizgi dışı Norveç filmi “İlgi Manyağı / Sick Of Myself”i var.