Fotoğraflar: Teri Erbeş

Çok değerli bir proje insanı olan fotoğrafçı, araştırmacı yazar, bugüne kadar pek çok sergi ve belgesel filme imza atmış Alberto Modiano, şimdi de “100 YAHUDİ YÜZ” adlı yeni kitabı ile Türk Yahudi toplumuna fevkalade değerli bir armağan sunuyor. Toplumsal hafıza niteliğinde olan ve 11 Mayıs’ta Schneidertempel Sanat Merkezi’nde, kitabın içinden görsellerin ve videoların yer aldığı, çok renkli kişiliklerin davetli olarak katıldığı sergi açılışında, Modiano’nun yaptığı konuşma büyük alkış topladı. “100 YAHUDİ YÜZ” kitabı ile Alberto Modiano, bizden sonraki nesillerin, büyüklerine ait değerli portrelerini kütüphanelerine taşıyor.

Şalom DERGİ okurlarımız için kendisiyle yaptığımız söyleşiye geçmeden, halen, 500. Yıl Vakfı Türk Musevileri Müzesi’nde Görsel ve Belgesel Film Danışmanı ve Arşiv Koordinatörü olarak görev alan, profesyonel fotoğrafçılığının yanı sıra belgesel filmler çeken, fotoğraflı edebiyat öyküleri yazan ve eş zamanlı olarak fotoğraf eğitmeni olarak da çalışmalarına devam eden Alberto Modiano’yu biraz daha yakından tanıtmak istiyoruz.



Modiano, 1960 İstanbul doğumlu. Askerliğini tamamladıktan sonra annesi ona, “Oğlum iş hayatı önemlidir ancak kendine bir de ilgi alanı seçmelisin; bu, gelecekte senin yaşamını değiştirebilir” demiş. İtalyan marka fotoğraf makineleri fabrikasının Türkiye temsilciliğini yapan babasının da armağan ettiği bir fotoğraf makinesi ile birlikte genç Modiano yolunu seçmiş ve Fotoğraf Sanatı Derneği’ne üye olmuş. Toplumumuzun dernek etkinliklerinde de varlık gösteren, 17 yıl boyunca bu sanatını amatörce yürüten Modiano için fotoğrafçılık zamanla profesyonel yaşam şekline dönüşmüş. Kendini sürekli eğitimlerle geliştirmiş, çalışmalarına belgesel sinemayı da katmış. İstanbul Ayvansaray Üniversitesi Plato Meslek Yüksek Okulu, Fotoğraf ve Sinema bölümünden mezun olmuş. 1987’de İFSAK Yayın Biriminde üç yıl kadar yayın ve araştırma çalışmalarında bulunmuş. Muhtelif sergilere ev sahipliği yapmış; saydam gösteriler düzenlemiş. 1992’den itibaren birçok sempozyum, panel ve söyleşilere katılmış. Farklı sanat dergilerinde fotoğraf üzerine eleştiri, araştırma ve tanıtım yazıları yayınlamış. 1995-1997 yılları arasında, İFSAK Yönetim Kurulu Başkan yardımcılığı görevini üstlenmiş.

Bu arada ödüller de almış. 1996’da TRUVA Kültür ve Sanat Derneği tarafından “Yılın Fotoğraf Ödülü”ne layık görülmüş. 2014’de FKD “Kültür Ödülü”nü paylaşmış. Mayıs 2016’da Avrupa Birliği Parlamentosu dahilinde düzenlenen “A Europe of Diasporas” yarışmasında ikincilik ödülü de Modiano’ya ait. BASAF üyesi olarak, iki kez Balıkesir Ulusal Fotoğraf Müzesi ve M. Emin Tan Fotoğraf Kitaplığı’nın İstanbul temsilciliğini sürdürmüş. 2018’de İstanbul Bilgi Üniversitesi bünyesinde düzenlenen “İstanbul Kültürleri” Sertifika programında “KULA 930 Tarihten Yüzler” belgeseli ile Araştırmacı Sertifika Programı’nı tamamlamış; aynı yıl Belgesel Sinema çalışmalarına başlamış. Yirmi yıllık çalışması sonunda oluşturduğu Türkçe Fotoğraf Yayınları Kütüphanesi, Adana B.Şehir Belediyesi, Altın Koza Vakfı tarafından sahiplenilerek “Adana Sinema Müzesi”nde sergilenmektedir. Alberto Modiano, BASAF ve İFSAK onur üyesidir. Bugüne kadar yayınlanmış özel projeleri içeren on fotoğraf, iki biyografi, bir şiir ve bir öykü kitaplarının yanı sıra bir de özel fotoğraf albümü çalışması var.


Miryam Şulam ve Alberto Modiano (Foto: Sibel Razzon)

Öncelikle, bunca yoğun çalışma, bu kadar çok projeyi bir arada yürütmeyi başarmanızın sırrını bizlerle de paylaşır mısınız lütfen?
Doğrusu bu işin bir sırrı yok; hepsi bir disiplin meselesi. Gündelik programıma uymaya çalışıyorum. Hayatımda gerçekleştirmek istediğim çok sayıda proje var. Onlar için sık sık kayıt tuttuğum özel bir defterim var. Not tutmak ve defterle çalışmak benim askerliğimden beri edindiğim bir alışkanlık ya da buna disiplin de diyebiliriz. Özellikle yazı atölyesine katıldıktan sonra kitap okumanın insan için ne kadar da önemli olduğunu anladım. Her gün en aşağı 30-50 sayfa kitap okumayı kendime bir alışkanlık ettim. Bunu kamu araçlarında seyahat ederken bile yapıyorum. Televizyon izlememeyi seçiyorum.
İlk sergimi açtığım yıl fotoğraf dünyası tarafından eleştirilmiştim. Olumsuz gazete kupürleri, işlerimi en iyi şekle getirmem için itici güç oldu diyebilirim. O zamandan beri, eleştirileri hep dikkate alıp avantaja dönüştürdüm.

“100 YAHUDİ YÜZ” projenizle ilgili kendi düşüncelerinizi bize aktarırken, bunu hayata geçirmek için sizi motive eden en önemli faktörlerden de bahseder misiniz?
Fotoğrafa yıllarımı verdim, çok inceledim. Onlarca öğrenciye fotoğraf tarihi dersini aktardım. Atölyelerimde arkadaşlarla pek çok proje gerçekleştirdim. Öğrencilerime de aktardığım dikkate değer bir sözüm vardır: “İyi bir fotoğrafçı olmak için çok fotoğraf tüketin!” Tüketmek, fotoğrafı görmek ve incelemekle olur. Ustaların işleri boşuna beğeni almadı. Herkes bakar, ancak görmek farklıdır.
Bu proje için de pek çok Türk ve yabancı fotoğrafçının eserlerini inceledim. “Zaman ve Mekân İçinde Musevilik” projem tamamlandıktan sonra, yine Yahudi toplumu üzerine bir proje yapmaya niyet ettim. 1970’de Almanya’ya çalışma amaçlı göç eden arkadaşım Mehmet Ünal, 2000’de pasaport fotoğraflarından yola çıkarak çok anlamlı bir çalışma yaptı. İşte bu çalışma benim çıkış noktam oldu. Danışmanlığını yaptığım bir öğrencim tezini akademiye sunarken, bana da Ara Güler’in “100 Portre” kitabını armağan etmişti. Benim projem de böylece adını aldı. Toplumumuzun her bir sanatçı, müzisyen, düşünürü çok önemliydi; bu sebeple portre sayısı 100’ü aştı. İsim sembolik ama yelpaze çok büyük. Dilerim gelecekte bu bayrağı bir başka fotoğrafçı devralarak gerçekleştirir.



Kitabınız için yüz ve üstü Yahudi sanatçı, yazar ve renkli kişilikle bir araya geldiniz. Onlarla iletişim içine girdiğinizde yaşadığınız karşılıklı etkileşim nasıldı?
Bu konuda daha önce Robert Zilberman’ın kurduğu “JUDART” adlı internet sitesi benim için çok yararlı oldu. Ayrıca, iletişim bilgilerini bilmediklerime dostlarım aracılığı ile ulaştım. Benim için bu projedeki kıstas, kişinin sanatını ya da mesleğini uzun yıllar yapmış olması ve nitelikli işleri ile öne çıkması; bir de geleceğe yönelik projeleri ile devamlılık sağlaması idi. Başta genç kuşak hakkında soru işaretlerim vardı. Ancak kitabın ilk sayfalarında yer alan isimlerin ne kadar yetenekli ve umut dolu olduklarını görebilirsiniz. Projeme katmak istediğim fakat kendi özel sebeplerinden ötürü katılmayan değerli kişilere de saygı duydum. Yine de, onların atölyeleri veya evlerinde 40 yıllık hatır kahvesi eşiğinde paylaştıklarım yanıma kâr kaldı.

Bu projeniz için Türkiye’de bir ilk diyebilir miyiz?
Biraz iddialı bir söz olabilir. Sanırım, Naim A. Güleryüz buna benzer bir çalışma yapmıştı. Ancak fotoğraf tabanlı bir çalışma olarak bu bir ilk denebilir. Fotoğraf tarihi ile ilgilendiğim yıllarda “Türk Fotoğrafında Çıplak” konulu kitap çalışmam ile bir ilk’e imza atmıştım. Hatta bundan feyz alan başka araştırmacı fotoğrafçılar Türk fotoğrafında sualtı fotoğrafçılığı konulu bir kitap hazırlamıştı.

Bu çalışmalarınız esnasında sizi en çok etkileyen olaylardan birini bize de anlatır mısınız?
Her imzanın dünyasına girmek benim için önemliydi; zira her birinin hayatı ayrı bir kitap konusu. Yaklaşık dört sene süren, pandemi döneminde de ara vermek zorunda kaldığım bu çalışmamın geçmişi aslında daha eskidir. Fotoğrafları özel bir yerde olup şu anda aramızda olmayan imzalar da var. Onların geçmişte benim objektifime takılmış olmaları da çok değerli. 56 yaşımda, hayatıma dokunan kişiler sayesinde belgesel sinema hayatımın bir parçası oldu. Fotoğrafa başladığım 1980’li yıllarda, bir fotoğraf makinesi ve ekipmanını almak için aylarca para biriktirmek zorunda kaldığım zamanlarım oldu. Oysa bugün kayıt cihazlarına sahip olmak ve gerçekleştirmek istediğiniz projeleri hayata geçirmek çok önemli. Bu yoksunluktan dolayı yaşanan kayıp zaman ve yiten yaşamları belgelemediğime üzgünüm. Yaşamımın son devresinde aldığım eğitimler ve çalıştığım müze ortamından şuna çok önem veriyorum. Maddi olmayan kaynaklar -dil, müzik, yaşanmışlıklar vs., küçülmekte olan toplumumuz için çok önemli. Gücüm yettiğince buna benzer projelere imza atmaya devam edeceğim.

Madem öyle, bundan sonra sırada yeni bir projeniz var mı?
Olmaz mı? Pandemi öncesinde başladığım “Heybeliada Ruhban Okulu” filmi, sergisi ve kitabı kasım ayında izleyicileri ve okurları ile buluşacak. Doğrusu bu çalışma Ortodoks dinine ve Yunan diline yeterince hâkim olmamam sebebiyle beni epey zorladı. Projenin çekimleri Heybeliada’da, bir bölümü de Atina’da çekildi ve tamamlandı.
Ek bir projem de şöyle gelişti: Eşimle pandemi günlerinde Ermeni Müziği üzerine bir belgesel film izlemiştik. Film bittiğinde birbirimizle bakıştık. Aynı anda, neden bir Sefarad Müziği belgeseli de olmasın ki, diye düşündük. Hali hazırda çekimleri bitti. Şimdi kurgu ve montajı üzerinde çalıyoruz.
Ayrıca, son bir yıldır çalıştığım 500. Yıl Vakfı Müzesi’nde bulunan, sahibi belli olmayan bir fotoğraf albümü üzerine yazdığım bir roman var.

Sizden son bir söz alalım mı?
Sohbetimizin başında belirttiğim o not defterim ya da bakkal defterimin sayfaları dolu. Dilerim, aklımda sırasını bekleyen tüm projeleri gerçekleştirmek nasip olur.
Ayrıca, Şalom DERGİ’ye ve size bu röportaj sayesinde çok sevdiğim toplum insanlarına beni daha yakından tanıma şansı verdiğiniz için teşekkür ediyorum.
Sefarad atasözünün dediği gibi: “Pujados i no amenguados”, yani “Azalmayalım, çoğalalım.”