Eurovision’u ne kadar çok izlerdik eskiden. Ne çok heyecanlanırdık puanlar verilirken. Ne güzel gruplar kazandırmıştı müzik dünyasına. Eurovision’un meşhur ettiği en önemli gruplardan biri İsveçli ABBA idi. Ben bir zamanlar hayranıydım. Bir sürü şarkılarını ezbere bilirdim. Grup, ismini dört üyenin isimlerinden alıyordu: Agnetha, Björn, Benny ve Anni-Frid. İki evli çifttiler.

Agnetha ve Björn 1980’de boşandı, arkasından Anni-Frid ve Benny de 1981’de boşandı. Şaşırtıcı olmayan bir şekilde, boşanmalar grupta büyük gerilimlere yol açtı ve ABBA, ayrılıklardan kısa bir süre sonra dağıldı. 1982’de dağıldıktan sonra bile listelerde olmaya devam ettiler. Money Money Money, Knowing me Knowing you, Dancing Queen, Take a Chance on me, SOS, Fernando, Chiquitita, The Winner Takes It All gibi şarkıları kim unutabilirdi ki?


ABBA’nın müziği 1999’da “Mamma Mia!” adlı müzikalle yeniden popüler oldu. Birçok ülkede, 65 milyondan fazla izleyicinin izlediği bir müzikaldi bu. İngilizce dışında Almanca, Rusça, İspanyolca, Japonca ve İskandinav dillerinde, her yerde kapalı gişe oynadı. 2020 itibariyle hâlâ Londra’da sahneleniyordu. Bu arada müzikalden sonra iki film de çekildi. (2008 ve 2018) ABBA biraz da bu sayede hâlâ listeleri sallamaya devam ediyor. Hatta üçüncü bir film yoldaymış.

Şimdi hepsi yetmişlerindeler. Popülerliklerinin zirvesindeyken, başka bir meşhur İsveç markası olan Volvo’dan (otomobil markası) daha fazla para kazanırlarmış. Önümüzdeki yıl, grubun “Waterloo” isimli şarkısıyla Eurovision’u kazanmasının 50’nci yılı olacak. İsveç, ABBA’nın 1974’teki başarısının ardından bu yıl da dahil olmak üzere yarışmayı altı kez daha kazandı. Ama ABBA çoktan dağıldı, gelecek yıl ülkelerinde yapılacak Eurovision Şarkı Yarışması için bile tekrar bir araya gelmeyecekler. Artık bir gece için bile olsa aynı sahneyi paylaşmak istemiyorlar.


Himmler ve kızı


Her şey 1935’te Himmler’in “parlak” fikirleriyle başladı…
Bir ABBA hayranı değilseniz bile, herhalde bazı şarkılarını duymuşsunuzdur. Peki aralarından birinin aslında İsveç asıllı olmadığını bilir miydiniz? Ben bilmezdim. Anni-Frid Lyngstad, tam da II. Dünya Savaşı bittikten sonra Norveç’te doğmuş. O bir Lebensborn’muş.

Lebensborn, Almanca “yaşam pınarı” demekmiş. Her şey 1935’te Himmler’in “parlak” fikirleriyle başladı. SS’leri evlenmeleri ve en az dört çocuk sahibi olmaları için teşvik ediyordu. Ne kadar çok çocuk; mülk edinme ve vergi verme açısından o kadar avantaj. Ama öyle herkesle evlenemezlerdi. Evlenecekleri kadının muayene edilmesi ve İskandinav veya Cermen kökenli olduğuna dair Soy Ofisi’nden onay alınması gerekiyordu.


Lebensborn programına dahil olacak kadınlar özenle seçiliyordu


1935’lerin sonu geldiğinde ne kadar teşvik verilirse verilsin, istedikleri Aryan bebek nüfus patlamasının gerçekleşmeyeceği anlaşıldı. Himmler hem parlak hem sapık yeni bir fikir buldu. Bir sürü yakışıklı SS delikanlılar, birbirinden güzel kızlarla beraber oluyorlar, bu beraberlikler de bazen istenmeyen hamileliklerle sonuçlanıyordu. Sonrasında kürtajlar yaşanıyordu. Niçin bu kadar değerli bir hazine çöpe gidiyordu ki? Tersine, bu beraberlikleri teşvik etseler daha iyi olmaz mıydı? İlk Yaşam Pınarı Evi 1936’da Almanya’da açıldı. Irksal ve biyolojik açıdan değerli olması muhtemel bebeklere hamile kadınlar bu eve yerleştirildi.


Lebensborn programıyla bebek sahibi olmuş kadınlar, 1937

1930’larda Avrupa’nın pek çok ülkesinde evlilik dışı bebek sahibi olan annelere kötü gözle bakılır, hem bebek hem de anne damgalanırdı. Almanya’da işler tersine dönmüştü. Toplumun bakış açısını değiştirmek için çalışmalar yapıldı. Sadece istenmeyen gebelikler yaşayan anne adaylarına yuva ve imkân açmakla sınırlı kalınmadı. Onun yerine en güzel, en istenen özelliklere sahip kızlar özenle seçilmeye ve “çiftleştirilmek” üzere bu evlere yerleştirilmeye başlandı. Aryan genlere sahip kadınlar, özellikle en çok hemşirelerden seçiliyor ve çeşitli boy, kilo ve kafatası boyutları ölçümlerinden geçiyorlardı. Hamile kalabilecekleri zamanlar takip edildi. Seçilmiş yakışıklı, uzun boylu, güçlü kuvvetli SS erkeklerle beraber oldular: Nazi anlayışına uygun bir çeşit “Damızlık” projesi! Kızlar hamilelik tespit edildiği anda isterlerse evlerine dönüyorlar, isterlerse bir çeşit doğum evinde yaşamayı seçiyorlardı. Bebekler doğduktan sonra kısa bir müddet anneleriyle kalıyor, sonra yetiştirilmek üzere SS yetkililerine teslim ediliyordu. Onlar da bebekleri kayıtlı uygun ailelere veriyor ve bebekler evlat ediniliyordu. Şanslı bebekler şefkatli aileler buldular, bazıları ise zalimlerin eline düştüler.

Değerli Aryan ırkının kürtajla kaybolmasını önlemek amacında olan Naziler hiçbir şekilde hümanist değillerdi. Buralarda doğan engelli çocuklar öldürülmek üzere başka kurumlara gönderiliyor, anneleri ise kapının önüne konuyordu.


Sarışın doğmayan çocuklar UV ışınlarının altında tutularak daha fazla Aryan görüntüsü veriliyor, 1941


II. Dünya Savaşı çıkınca proje ivme kazandı
1940 yılında Naziler Hollanda, Belçika, Fransa, Norveç, Danimarka ve Lüksemburg’u işgal etti. 1941’den itibaren bu ülkelerde de Lebensborn merkezleri kuruldu, en çok da Norveç’te. İskandinav kadınları kıstasları fazlasıyla karşılıyordu. Himmler onları “tanrıça” olarak niteliyordu. Bunları, işgal edilen yeni yerlerde kurulan merkezler izledi.

Sadece Nazi erkeklerin çocukları buralarda büyümüyordu; Rusya, Ukrayna, Polonya, Çekoslovakya, Yugoslavya gibi ülkelerden uygun görülen çocuklar da kaçırılıp programa dahil ediliyorlardı. Bir nevi Yeniçeri Ocağına getirilip devşirilir gibi... Kaçırılan çocuk sayısını bilmenin imkânı yok. Zira savaşın son aşamalarında, program için kaçırılan tüm çocukların dosyaları yok edilmişti. Örneğin Polonya hükümeti yaklaşık on bin çocuğun kaçırıldığını, bunların bin beş yüz kadarının sonradan ailelerine kavuştuğunu söylemiş, ama gerçek rakam muhtemelen katbekat fazla. Buna karşılık, “Damızlık Programı” ile doğan çocuk sayısı biliniyor: Almanya’da yaklaşık sekiz bin, Norveç’te on iki bin çocuk bu ilişkilerle doğmuş.

Savaştan sonra Lebensborn anneleri ve bebekleri dışlandı
Almanya, Mayıs 1945’te Sovyet güçlerine teslim oldu. 8 Mayıs 1945, Avrupa’da Zafer Günü ilan edildi. Almanya savaşı kaybettikten sonra hem Almanya hem de Almanya dışındaki Lebensborn anneleri ve bebekleri dışlandı. Kaderleri bir anda tersine dönmüştü, özellikle de Almanya dışında olanların.


Savaştan sonra Nazi erkeklerle beraber olan kadınların kafaları tıraş edildi ve dövüldüler 


Haziran 1945’te Norveç Sosyal İşler Bakanlığından bir yetkili, Lebensborn bebekler ve çocuklar için, Bu çocukların düzgün insanlar olacağını beklemek, kilerdeki farelerin iyi ev hayvanları olacağını beklemekle eşdeğerdir dedi. Kadınlara “Alman fahişeleri” deniyordu. Kafaları tıraş edildi, yüzlerine tükürüldü, dövüldüler, tecavüze uğradılar. Toplum hayatından dışlandılar, işlerinden atıldılar. Çocuklara “SS piçi”, “Nazi dölü” gibi takma isimler verildi. Pek çoğu çeşitli zorluklar yaşadı, istismara uğradı. Çocuklar seneler boyunca okullarda dayak yedi, aşağılandı, tecavüze uğradı, üstlerinde ilaç deneyleri yapıldı, pek çoğu “kötü gen” taşıdıkları bahanesiyle akıl hastanelerine tıkıldı. Norveç hükümeti onları önce Almanya’ya, olmayınca İsveç’e, ve hatta Avustralya’ya sınır dışı etmeye bile kalktı. Lebensborn çocuklardan birçoğunun ölüm nedeni intihar veya suça karışmak olmuştur. Onlar pırıl pırıl çocuklardı. Bir kabahatleri yoktu. Herhangi bir çocuğa doğumundan itibaren, “Sen kötüsün, sen aşağılıksın” denirse, ne beklenebilir ki?


ABBA üyesi Anni-Frid Lyngstad’ın babasıyla buluşması gazete ve dergilere konu olmuştu


Seneler sonra, artık koca insanlar olan bu çocukların 157 tanesi birleşip, bütün Lebensborn çocuklar adına Norveç’i Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne şikâyet etti, aralarında Norveç’te yaşamamasına rağmen Anni-Frid Lyngstad da vardı, ancak artık talepleri zaman aşımına uğramıştı. Strazburg’dan elleri boş, hayal kırıklığına uğramış vaziyette döndüler. Yine de Norveç hükümeti tespit edilen Lebensborn vatandaşlarından özür diledi ve yarı sembolik bir tazminat ödedi. 2018’de Norveç’in kadın Başbakanı Erna Solberg, Birleşmiş Milletler Evrensel İnsan Hakları Beyannamesi’nin 70. yıl dönümünde yaptığı konuşmada, hükümeti adına Norveçli genç kızların ve kadınların başına gelenler için ne kadar üzgün olduklarını anlattı ve özür diledi.


Anni-Frid Lyngstad (Frida)

ABBA üyesi Anni-Frid Lyngstad hiç bu tür istismarlar yaşamadı
Annesi ve anneannesi, Norveçliler tarafından küçük düşürülmekten korktukları için, Anni-Frid’i alıp İsveç’e kaçmıştı. Yaşanacaklardan korkup kaçan daha pek çok kadın ve çocuk da vardı. 1947’de Anni-Frid’in annesi böbrek yetmezliğinden öldü (henüz sadece 21 yaşındaydı), onu anneannesi büyüttü. 1977’de bir Alman dergisinde hikâyesi basıldı. Anni-Frid, babası Alfred Haase’nin, savaş sırasında gemisinin batması sebebiyle öldüğünü sanıyordu. Röportajda da öyle söylemişti. Yarım kardeşi Almanya’da hikâyeyi okudu, babasına gösterdi ve yazıdaki şahsın o olup olmadığını sordu.  Anni-Frid’in babası savaştan sonra pastacı olmuş ve bir aile kurmuştu. Bir müddet sonra bir tanışma ayarlandı. Otuz küsur sene sonra, bu tanışma Anni-Frid için iyi mi oldu, kötü mü, tartışılır. Babasına karşı herhangi bir duygu hissetmemiş. Karşılaşmadan bir müddet sonra da depresyon yaşamış. Yine de, belki şanslı addedilebilir. Lebensborn çocukların yüzde seksen beşi, asla gerçek biyolojik ailelerinin kim olduğunu öğrenemediler…

Kaynaklar:
https://www.independent.co.uk/news/world/europe/the-chosen-ones-the-war-children-born-to-nazi-fathers-in-a-sinister-eugenics-scheme-speak-out-771017.html
https://en.wikipedia.org/wiki/Lebensborn
https://www.smithsonianmag.com/smart-news/norway-apologizes-persecuting-wwii-german-girls-180970592/
https://en.wikipedia.org/wiki/Mamma_Mia!_(musical)
https://en.wikipedia.org/wiki/ABBA
https://spartacus-educational.com/Lebensborn.htm
https://short-history.com/singer-from-music-band-abba-was-born-in-the-horrific-nazi-project-fe6f6ce9af5f
https://www.bbc.com/turkce/articles/cekdl93lmp4o
https://www.theguardian.com/world/2002/jun/30/kateconnolly.theobserver
https://medium.com/@storich/aryan-irk%C4%B1-olu%C5%9Fturmak-ef949e408e48
https://www.facebook.com/watch/?v=895490448425830