Can Karakaş atalarının kökenini ileri yaşlarında keşfettikten sonra geçmişin izdüşümlerinin peşine düştü. Selanikli “Dönmeler” ile yaptığım kitap çalışması “Baba bize neden dönme diyorlar?” kapsamında danıştığım Can Karakaş’tan aidiyetlerine yönelik sık sık bilgi almıştım.
Can’ın bu değerli çalışmasında, ser verip sır vermeyen Selanikli Karakaş toplumu hakkında içtenlikli paylaşımlarını okuyacaksınız. 2 ağaç arasında okurunu ufuk açıcı bir yolculuğa çıkarıyor.
Can, “Bu git-gelli ikilemde üyesi olduğum toplumun yaşadığı zorlukları, acıları, sevinçleri, heyecanları, çelişkileri, tezatları tamamen kendi…” penceresinden anlatıyor.

Can Karakaş kimdir?
1966 Ankara doğumlu olan Karakaş, Marmara Üniversitesi İşletme Fakültesi’nde okuduktan sonra İngiltere ve ABD’de İngilizce eğitimi aldı. Ferhan Şensoy tarafından kurulan (1980) Ortaoyuncular’da on yıl boyunca tiyatro yaptı. Yirmi beş yıldan bu yana etkinlik - organizasyon şirketi var. Evli ve bir kız evlat sahibi. 


Can Karakaş

Çocukluk, gençlik döneminden kişisel deneyimlerinizden, çelişkilerden, heyecanlarınızdan söz açarak söyleşimize başlayabilir miyiz?
Lise günlerimden birinde, bir arkadaşımın evinde sanırım bir yerlere gitmek için akşam buluşmuştuk. Salonda otururken çıkmadan önce kendisinin ince bir kitap açıp, içinde çoğunlukla ADONAY isminin geçtiği yüksek sesle birtakım sözler söylediğine şahit oldum. Okuduklarının, o günün anlam ve önemine uygun bir dua kitabından olduğunu algıladım. Başını örtecek bir şey bulamadığı için salondaki büfede duran peçetelerden birini alıp kafasına koydu. Hatta bir tane de bana verip, benim de bu şekilde örtmemi istedi ve kitabı okurken 9 kollu şamdanda bulunan 9 mumu yaktı. Aradan 40 yıldan fazla geçti, şimdi hatırlamıyorum. Daha sonra o evde o arkadaşın yaptığının bir HANUKA ritüeli olduğunu algıladım.
17 yaşındaydım o güne kadar kakara-kikiri yaptığımız bu arkadaşın ve diğer arkadaşların aidiyet hissederek gönül rahatlığı ile bilinçli veya bilinçsiz bir şekilde ama azami ciddiyetle ve içtenlikle uyguladıkları kendilerine ait ritüellere olan saygılarına ilk kez şahit olmuştum. Kimse o çocuğu evin içinde o Hanukiya’yı yaksın, kafasına kipa niyetine peçete koyup, kitaptan dua okusun diye zorlamamaktaydı. Her şey tamamen içtenlikle ve doğallıkla gerçekleşmekteydi. Açıkçası Yahudi, Hristiyan, Müslüman, kendi kimliğini açıkça sergileyen, aidiyetini gösterebilen O arkadaşlara hep imrendim.
Peki ama biz Selanikliler, genel anlamda dönmeler diye tanımlanan toplumun üyeleri ne yapardı? Yapılanlar neden gizli gizli, fısır-fısır ya da bizlerden farklı ortamlarda kendi küçük alanlarında gerçekleşirdi? Tamam, Ramazan’da oruç da tutanımız vardı, cenaze namazında en temiz duygularla saf tutanımız da vardı. Ama işin içinde farklı bir bakış, farklı bir inanış olduğu da ayan beyan ortadaydı. Biz neye ve nereye aittik? Sünnet edilmeden Eyüp Sultan’a götürülüp hocayla el açan çocuk, eve döndüğünde Eliyahu’nun koltuğuna neden 3 kez secde ettirilir ve Ladino dualar eşliğinde sünneti gerçekleşirdi?
Etrafına bir şeyler sormaya kalksan; “Biz şimdi yılın belli bir günü bu patlıcanlı kıymalı börekle, küçücük bir lokma çiroz balığını neden aynı anda çiğnemeliyiz?”, “Bugün neden tıraş olamayız, akşam hava kararınca yılın o günü bitkileri neden göremeyeceğimiz bir yerlere koymalıyız?” gibisinden… Kimseden doğru dürüst bir cevap alamazdık. Daha da derin sorulara girersek; “Önce evlenmen lazım…” şeklinde geçiştirmeler başlardı… Bir de belli bir yaştan sonra erkek ve kız çocuklara yapılan “aman sakın ha yabancıyla evlenme, onlara gönül koyma, onlar acı soğan, bu dünyada ve öbür dünyada acı çekersin, neşemanı* karartma mobingleri…” ile günler gelip geçti işte…
Neşema: Bir tür rafine ruh. Bugüne kadar duymamış, bilmemiş olanlar için kitabımın (“2 ağaç arasında”) 80. sayfasında yazılı olanlar yardımcı olabilir. Ufak bir Google araştırması da içinde her ne kadar yalan ve yanlış bilgiler de olsa sizlere fikir verebilir.

Kitabınızın adı “2 ağaç arasında” ile ilgili kısaca bir bilgi alabilir miyiz? Neden bu adı seçtiniz?
Kitabıma adını veren o 2 ağacın öncelikle mistik anlamıyla “iyi ve kötüyü bilme ağacı” ile “hayat ağacı” olduğunu belirtmeliyim. Anlatmak istediğim; kaos dünyamızda, bağlantısı kopmuş bu 2 ağacın arasında kalan varlığımızı tanımlamaktı… Bu git-gelli ikilemde üyesi olduğum toplumun yaşadığı zorlukları, acıları, sevinçleri, heyecanları, çelişkileri, tezatları tamamen kendi penceremden anlatmak için “2 ağaç arasında” adı biçilmiş kaftandı.
Kim bilir? Belki birilerine göre bu ağaçlardan biri; bugüne kadar kendi kendini gayet tecrit etmiş şekilde yaşamış, ser verip sır vermemiş Selanikli Karakaş* toplumunun bizzat kendisi olarak tanımlanacaktır. Diğer ağaç ise; bu toplumun dışındaki herkes ve dahi bir zamanlar içinde olup sonrasında türlü nedenlerle dışlanmışlar olarak tanımlanabilir.
*Selanikli Karakaş toplumu: Bugüne kadar duymamış, bilmemiş olanlar için kitabımın 112. sayfasında yazılı olanlar yardımcı olabilir. Ufak bir Google araştırması da içinde her ne kadar yalan ve yanlış bilgiler de olsa sizlere fikir verebilir.


Bu 2 ağacın anlamlarını bir diğer şekilde de yorumlayabilirsiniz. Dışarıdan bakan gözlere göre Yahudilik ve Müslümanlık ağaçları arasında kendine bir yer edinmeye çalışan, biz Selanikli Dönmelerin bir anlatısı olarak da görenler olabilir.
Nasıl yorumlanırsa yorumlansın; ağaçlar benim için huzurun, dinginliğin, uluhiyetin ve saf güzelliğin belirgin bir simgesidir. Betona her zaman tercih ederim ağaçları…

Yazım süreci nasıl başladı? Bu kitabı yazmaya karar verirken sizi en çok etkileyen motivasyon neydi? Hangi olaylar veya kişiler bu süreci başlatmanıza sebep oldu?
Öncelikle C. M. Kösemen’in benimle yaptığı röportaj-kitap çalışması fitili ilk ateşleyen kıvılcımı oluşturdu. Bu kitapta adım BAY E şeklinde gizli tutularak soru-cevap şeklinde hazırlanmıştı. Libra Yayınları tarafından İngilizce olarak basılan “A Karakash Speaks” kitabı akıllardaki birçok soruyu cevaplar nitelikte olduysa da ilerleyen günlerde daha derin bir bilgi alışverişinde bulunmak gerekliliği kafamı kurcalamaya başladı.
Bu arada, özellikle görsel ve yazılı medyada bugüne kadar maruz kaldığım yalan yanlış bilgiler, iftiralar, komplo teorileri, best-seller kitaplar, sözüm ona akademik araştırmalar… Kendilerine karşı argüman sunulmayacağının rahatlığı ve bilinci içerisinde kendini bilir-kişi olarak ilan etmiş aslen kendini bilmez-kişilerin ortalığa dökülüp, saçılıp gevrek gevrek kamuya sundukları beyanatları, kin ve nefretlerini her daim kusmaları…
Bir de bunların yanında bir de içimizdeki bazı işgüzar ve şantaj sever Karakaş teyzeler…Tüm bu motivasyon kaynaklarımı, ilgilenenler için kitabımda layıkıyla gözler önüne seriyorum.
Kitap yazma kararını almak ve uygulamaya geçmek, nereden bakılırsa bakılsın bu çetrefilli konu için bir hayli zorlu ve yorucu bir sürece yayıldı. Konumuzla ilgili bilgi ve belge toplamak, dijital ortamdaki her türden görüşe açık makalelerden, akademik tezlerden, basılı yayınlardan ve elimdeki tamamen bize özel kaynaklardan, el yazmalarından, fotokopilerden, teksirlerden bir öze ulaşmak upuzun günlere, aylara ve yıllara yayıldı.
Bir de üstüne üstlük benim bir türlü doyuma ulaştıramadığım mükemmeliyetçi huysuz huyum! sayesinde kitabı 6 kez temize çektim. Bana göre, halen tam temize çekilmediği düşünülse de özellikle eşimin yoğun baskıları ve çabaları sonucu… kitapla helalleşerek baskıya verilmek üzere gözyaşlarıyla kendisini yayıncıya yolcu ettim.

Yazdıklarınızdan sonra gelecek için farklı bir beklentiniz var mı? Karakaş toplumunun geleceğini nasıl görmektesiniz?
Öncelikle şunu belirteyim; Karakaş soyadımdan dolayı sakın ola ki, beni Karakaş toplumunun bet-din’i, önderi, uleması, rabbi’si falan olarak düşünmeyin. Annemin, babamın ve tüm üst soylarımın bu toplumdan gelişlerinden başka herhangi bir özelliğim yoktur.
Kitabı okuyanlar umarım ön yargılarını bir kenara bırakıp, bu toplumun sıradan bir insanının deneyimlediklerini, kültürlerini, tarihsel ve teolojik en gerçek bilgilerini bularak bu insanlarla aralarında bir empati kurabilir.
Belki de 2 Ağaç bu şekilde bağlanacak, iyilik, güzellik ve aydınlığa böylelikle kavuşulacaktır. / Bu çok iddialı oldu sanırım…
Yazılanları objektif bir bakışla okuyacak, kendi dağarcığında süzecek ve yorumlayabilen herkese benden kucak dolusu selam ve sevgiyle…