Haber fotoğrafı: Sanatçı Dale Chihuly'nin eseri

Hem kırılgan hem dayanıklı hem soğuk hem ateş hem şeffaf hem renkli hem çok değerli hem kullanışlı… Tezat mı tezat bir o kadar sebatkâr… Pencereden baktığımız zaman ilk gördüğümüz, boynumuza kolye diye taktığımız, içinden kana kana su içtiğimiz cam… Hakkında sayfalar yazılsa da gerçekliğine varmak zor… Bu yazımda sizlere camın tarihçesinden dem vurarak, Murano nam-ı diğer Cam Adasından, cam sanatçılarından ve dünyanın dört bir yanındaki camları ile ünlü sanat eserlerinden söz etmek isterim.

Cam Sanatçısı Dilara Egeli zarafetle ve sanatla dolu yaşam öyküsünde camı, “ateşle oynamak” olarak nitelendiriyor. Murano’daki cam mücevher tasarımcısı Davide Penso ile çalıştıktan sonra kendini cam ile daha çok özdeşleştirdiğine inanıyor.
Davide Penso

“Cam kırılgan, ben de öyleyim; cam uyumlu ben de uyumlu bir insanım. Cam, sevgi ile yaklaşırsan şekilden şekle girer. Ama erirken başına buyruktur özgürdür” diyor. Kısaca, ‘uyumlu ol, özgür ol, şeffaf ol, kimseyi kırma ama özgür ol’ mesajını iletiyor.

Sonsuz kez geri dönüştürülebilir
Camdan söz ederken bilmemiz gereken en önemli bilgilerden biri camın tamamen geri dönüştürülebilir bir madde olmasıdır. Cam, doğada kendiliğinden oluşabilir. Camın ana maddesi kumdur. Soda külü ve kireç ile karıştırılıp çok yüksek derecede ısıtıldıktan sonra, eriyik soğuyunca cam ortaya çıkar. Cam sonsuz kez geri dönüştürülebilir bir malzemedir. Böylece cam, kalitesinden ödün vermeden ekonomiye defalarca katkı sağlar. M.Ö. 3000 yılında Mezopotamya’da ilk cam örneklerine rastlansa da camın, Mısırlılar ve Fenikeliler tarafından M.Ö. 2000 yılında ilk kez üretildiği düşünülüyor. Romalı tarihçi Pliny, Fenikeli denizcilerin camı kullandıklarına işaret eder. Söylentilere göre Suriye’nin çöl bölgesinde kamp kuran denizciler ateş yakarak kaplarını soda blokları üzerine koymuşlar. Sabah uyandıklarında kum ve sodanın camı oluşturduğunu gözlemlemişiler.

M.Ö. 2000 yıllarında Doğu Karadeniz bölgesinde batmış bir ticaret gemisinin kargo bölümünde mavi cam külçelerinin bulunduğunu biliyoruz. Mezopotamya’da üretilen cam nesneler ticaret yolu ile Akdeniz’in çeşitli bölgelerine yayılmış. Mısır'ın İskenderiye şehri 7. yüzyıldan itibaren cam yapım merkezi olmuş ve cam üfleme teknikleri bu dönemde bulunmuş. 1903 yılında Michael Owens ilk cam üretim makinesini icat etmiş.

Cam sanatçıları
Sanat ve camın çok iyi bir ikili olduğunu, tarih boyunca yaratılan eserlerden görebiliyoruz. Cam sanatçıları bazen sınırları zorluyorlar. Renkler, biçimler betimlemeler izleyenleri şaşkına çevirebiliyor. Cam üfleme alanında Dale Chihuly önemli bir isim. Eserlerini kayda değer rakamlara satıyor.

Dale Chihuly

William Morris bir sanat okulunda kamyon sürücüsü iken antik uygarlıklardan ilham alıyor. Cama ahşap kemik ve kumaş görünümü vermeyi öğrendi. Jack Storms küçük yaşlarda başlayan sanat sevgisini cam ile çalışarak pekiştirdi. Küçücük bir eser için bazen 6 ay çalıştığını söylüyor. Storms’un prensibi eserlerinde doğalı yakalamak. Üniversite eğitimini yarım bırakarak bir lamba ustasında çıraklığa başlayan Robert Mickelsen yarattığı eserleri fuarlarda satmayarak değerlendiriyor. Mickelsen kullandığı teknikler hakkında makaleler yazarak sanata ışık tutuyor. Rick Satava’nın yarattığı denizanası formundaki eserler camın gerçekliği ile örtüşüyor. Carol Milne yumuşacık yünlerin cam formunu da alabileceğini ispatladı. Solo sergiler düzenledi ve prestijli ödüller kazandı. Karen LaMonte “Vestige” (Kalıntı) adlı eserini insan boyutunda üretti.

Karen LaMonte “Vestige” (Kalıntı)

Bir yıla yakın bir sürede gerçekleştirdiği eseriyle sükse yapınca giysiler üzerinde çalışmaya devam etti ve farklı 9 ödülün sahibi oldu. Henüz sekiz yaşında iken cam üflemeye başlayan Shayna Leib eserlerinde camın yanı sıra seramik, taş ve kumaş gibi materyaller de kullanıyor. Ancak hareketliliği ve akışkanlığı en iyi ifade eden malzemenin cam olduğunu söylüyor. Bir deniz aşığı olan sanatçının Akvaryum ve Su isimli sergileri dünyada tanınıyor. Marta Klonowska, cam kırıkları ile yaptığı hayvan figürleri ile tanınıyor. Metal kullanarak başlayan serüven renkli cam çubukları ile sona eriyor.

Marta Klonowska

Murano Adası
Murano Adası, gondollar diyarına yakındır. Murano, manzarasının yanı sıra dünyaya mal olmuş bir cam markasıdır da. Cam ustaları yıllarca yaptıkları işin sırrını sakladılar. Murano Adası’nda yapılan her türlü cam, sosyetenin ve aristokratların evlerini, diğer bir deyiş ile malikâneleri süslerdi. Adanın tarihçesi 1292 yılına kadar dayanır. Venedik Dükü şehirdeki ateş ocaklarının yangın tehlikesi yarattığını düşünerek cam ocaklarını bu adaya taşır. Kimine göre asıl amacı hayranlık uyandıran bu camların sırrının dünyaya yayılmasını önlemektir. Ancak bilinen bir başka bilgi ise ustaların, cam üfleme tekniğini Mısırlı, Fenikeli ve Suriyeli ustalardan öğrendikleridir. Murano Adası ustaları, estetik açıdan cam üfleme sanatına çok şey katarak eserleriyle saraylara konuk oldular.

Murano camlarından örnek

Bol mineli işlemeli camlar, lattimo denilen saydam süslü camlar, reticello denen dantel gibi camlar adanın en ünlü cam modelleridir. Burayı gezdiğinizde, adeta bir masal adasında hissedersiniz ve kendinizi muhtemelen bir cam atölyesinde boncuk yaparken bulursunuz.

Vitraylar ve şaheserler
Vitray zarif olur, dikkat çeker, ışığı yansıtır. Kısaca estetiktir. Gotik katedrallerin yanı sıra, camilerde ve modern yapılarda da vitraylara rastlamak mümkün. Dünyanın dört bir yanında göz kamaştıran vitraylara göz atalım. Fransa’daki Sainte-Chapelle Kilisesi 13. yüzyıla ait. Gotik dönemin adeta mihenk taşı niteliğindeki bu şapel Kral IX. Louis zamanında yapıldı. 15 devasa penceresinin her birinden, değerli taşları andıran renk tonlarıyla ışık huzmeleri sızıyor. 13. Yüzyıla ait bir diğer şaheser Chartes Katedrali. Paris’in 80 km uzaklığındaki bu katedral aslında yanan bir diğer katedralin yerine yapıldı. Restorasyon sırasında eklenen 167 vitray göz kamaştırıcı niteliğinde. 15. Yüzyılın İngiltere’sine ait York Minster’ın inşaatı 1472 yılında tamamlandı. Büyük Doğu Penceresi olarak adlandırılan vitray John Thornton tarafından tasarlanmış, kutsal kitaptaki sayfaları sembolize eder.


İran’daki Nasir Al-Mülk Camii

İran’daki Nasir Al-Mülk Camii 19. yüzyılın güzel bir örneği. İran’ın Şiraz kentinde bulunan bu cami dekoratif vitraylarından dolayı “Pembe Cami” unvanına sahip. Bitmeyen veya bitirilmek istenmeyen ünlü “La Sagrada Familia” 19. yüzyılın İspanya’sının ünlü eserlerinden biridir. Gaudi’nin eksantrik düşünce tarzı, büyüleyici mozaikler ve vitraylarla birleşince eşsiz bir görüntü ortaya çıkıyor.

İsviçre’ye geçiyoruz bu kez. 11. Yüzyıla ait bir Protestan kilisesine göz atıyoruz. The Grossmunster romanesk tarzında bir yapı. Vitraylar ünlü pop art ikonu Sigmar Polke’nin imzası ile 20 ve 21. yüzyılda eklendi. Vitraylardan söz ettiğimizde Marc Chagall’ı anmamak mümkün değil. Kudüs’teki Hadassah Hastanesi Sinagogu için tasarlanan, 12 kabileyi sembolize eden 12 vitrayı Chagall’in sanatının en güzel örneklerinden biridir.

Çeşm-i Bülbül
Camdan söz ederken Çeşm-i Bülbül’den söz etmeden yazımı tamamlamak mümkün değildi. Bülbülün gözü anlamına gelen çeşm-i bülbül, Sultan 3. Selim zamanında Mevlevi dervişi Mehmet Dede’nin Venedik’e gitmesi ile başlayan hikâyeden doğar. Sesi ve güzelliği ile dillere destan olan bu kuş çok becerikli olan Osmanlı zanaatkârlarının cama şekil ve renk vermeleri ile zenginliğin ve ihtişamın sembolü oldu. Mehmet Dede öğrendikleriyle önce Beykoz’da bir atölye açar. Bu yüzden ilk ürettiği eserlere “Beykoz İşi” adı verilir. Daha sonra cama yepyeni bir şekil verilir. Bu şekilde üretilen cam eşya ışığa tutulduğu zaman, üzerinde bülbülün gözüne benzeyen hareler görülür.

Başka bir söylemde ise cam çubukların birleşim noktaları bülbülün gözüne benzemektedir. Çok ince işçilik ve yaratıcılık isteyen bu teknikte, cam çubuklar yüksek ısıda eritilir, su gibi olmuş camın içine yerleştirilir. Tam bir sabır, dikkat ve maharet işi…

Beykoz Cam ve Billur Müzesi
Yolunuz Beykoz’a doğru düşerse Beykoz Cam ve Billur Müzesi’ni gezmenizi tavsiye ederim. Müzenin tarihî binası Sultan Abdülaziz tarafından vezir ünvanını almış İbrahim Paşa tarafından inşa edildi. 19. Yüzyılda Beykoz’da bulunan araziye köşkler, havuzlar ve ahır yaptırıldı. Bu binalardan günümüze kadar sağlam bir şekilde ulaşan ahır binası, Milli Saraylar tarafından restore edilerek müze haline getirildi. Taş bina, görkemli yapısı ve olağanüstü ışıklandırması ile geçmişten günümüze camın Osmanlı’da yolculuğunu gözler önüne seriyor. 360 dönümlük arazi 117 tür ağacı ve rengârenk bitki türü ile adeta bir botanik bahçesi. Türk cam sanatının gelişim evrelerinin gözler önüne serildiği müzede, Avrupa’da Osmanlı sarayları için üretilmiş 1.500’e yakın eser yer alıyor. Kısaca vakit ayırmaya değer…

Kaynakça:
https://www.vetroli.com
https://ravcibasi.vixsite.com
https://avys.omu.edu.tr
https://www.ortakcicam.com.tr. 
https://www.haberturk.com
https://oggito.com
https://yedikita.com
https://www.millisaraylar.gov.tr