Fotoğraflar: Gila Erbeş

Sevgili İzel, son kitabın “Talihsiz Anjel Hala ve Edirne Kuşatması Günleri” isimli grafik romanını bir çırpıda okuyup bitirdim. Edirne tarihine tanıklık etmiş büyük halanla ilgili paylaştığın anıları çok ilginç buldum…
Belgesel grafik roman nedir? Senin de ilk kez böyle bir kitabın çıktı. Bizleri bu konuda biraz aydınlatabilir misin?
Teşekkür ederim! Ne yalan söyleyeyim, Angèle Guéron’un büyük halam olduğunu öğrendiğimde ben de bu anıları bir çırpıda okumuştum! Oysa anılar çok daha önce Rıfat Bali tarafından Tarih ve Toplum Dergisinde Türkçe ve Isis Yayınları tarafından da kitapçık olarak orijinal dilinde, yani Fransızca yayımlanmıştı.

Grafik romana gelince; bu tarz, editoryal karikatürle birlikte en büyük tutkumdur diyebilirim. Benim kuşağım, Tommiks - Teksas gibi çizgi romanlarla büyüdü. Bense orta okuldan itibaren Fransızcamı Red Kit, Tenten, Asteriks, Spirou gibi Belçika ekolünün önemli çizgi romanlarıyla geliştirdim diyebilirim. Yaş aldıkça insan değişse dahi bazı alışkanlıkları değişmiyor fakat gelişiyor. Fransızların kısaca ‘BD’ (bande dessinée) diye adlandırdıkları çizgi romandan vaz geçemesem bile grafik romana başlamam, sanırım Art Spiegelman’ın 1980’lerde yazdığı “MAUS” ile gerçekleşti. Ardından Will Eisner’in kitaplarını okudum ve Amerikalıların “graphic novel” dedikleri bir tarzın varlığını fark ettim.


İzel Rozental

Buradan hareketle, sanırım artık sorunu yanıtlayabilirim. Çizgi roman, çizim ağırlıklıdır. Açıklama gerektiren yerlerde bile söze çok az yer verilir. Belgesel grafik romanda ise görsel yine ön planda olmakla birlikte, yazıya da aynı oranda, hatta bazen daha fazla yer verilebilir. Fakat daha önemlisi, gerçek hayattan esinlenilerek hayata geçirilen öykünün kurgusal bir dille anlatılması ve çeşitli görsellerle (çizim, fotoğraf, karikatür, kroki) bezenmiş olmasıdır. Buna belki de en güzel örnek, Michel Kichka’nın Gözlem Yayınevinden çıkan ve Türkçe çevirisini benim yaptığım “İkinci Kuşak - Babama Söylemediklerim” kitabıdır. Bu grafik roman, Kichka’nın bir Holokost kurtulanı olan babasıyla olan ilişkisini sorguladığı otobiyografik bir anlatıdır. Yine de grafik roman tanımına çok fazla sınırlamadan, kurgu ve kurgu dışı olarak, çok daha geniş bir yelpazenin içinde bakmalıyız.

Sefarad kökenlerini pek tanımıyoruz. Bir Sefarad ve Osmanlı Yahudisi Angèle Guéronun büyük halan olduğunu tesadüf sonucu öğrendiğini yazmışsın (30 Ekim Şalom Gazetesi). Bu nasıl oldu?
Bildiğin gibi, aslında kitabımdaki öykü tam da böyle başlıyor. Harvard Üniversitesi’nde öğretim görevlisi olan yengem (kardeşimin eşi), oğlunun ev ödevi olarak oluşturduğu aile ağacına bakarken Angèle Guéron’un adını görüyor. Kimdir bu Angèle diye merak ediyor ve Isis Yayınevi (Les éditions Isis) tarafından 2002 yılında Türkiye’de çıkan “Journal du siège d’Andrinople” adlı kitaba ulaşıyor. Bunun üzerine hemen zoom üzerinden beni arıyor ve bu kişiyi tanıyıp tanımadığımı soruyor. Aile içinde hep “la pauvre Angèle” (zavallı Anjel) diye anılan bir akrabamızın varlığını biliyordum, hatta oğlu Raul’u da tanımıştım, fakat bu ‘zavallı Anjel’in Angèle Guéron olduğu hakkında en ufak bir fikrim yoktu. Ertesi gün annemi ziyaret edip sordum, o da hemen teyit etti ve bana bazı fotoğraflar gösterdi. Bundan sonrasını biliyorsun…



Elda Sasun ve İzel Rozental

Alyans Okulu efsane müdiresi, Edirneye bağlı bir Osmanlı vatanseveri Angèle nasıl bir kişilikti?
Tereddütsüz çok güçlü bir kişiliği vardı diyebiliriz. Yalnız anılarından değil, gerek Alyans’a gerekse çeşitli kurumlara yazmış olduğu mektuplarından onun bu güçlü kişiliği ve ne kadar kültürlü olduğu kolayca açığa çıkıyor. En zor koşullarda bile kendisine bağlı öğretmenlerini ve çalışanlarını kollamaktan geri durmuyor. Öğrencileri arasında ayırım yapmamaya büyük özen gösteriyor. Torpil nereden gelirse gelsin sırt çeviriyor, karşı çıkıyor. İnanmadığı, doğru bulmadığı hiçbir kararı uygulamıyor, itiraz ediyor, gerekirse üstlerine kafa tutmaktan çekinmiyor. Otoriteye saygısı tam, fakat adaletsizliğe, riyakârlığa, yalana, sahtekârlığa kesinlikle tahammülü yok. Bunu her fırsatta kalemini sivrilterek dile getiriyor. Henüz yirmi bir yaşında olmasına karşın çok bilgili ve deneyimli, zira daha önce Alyans’ın Kuzey Afrika’daki okullarında görev yapmış. Bu nedenle kendine olan güveni tam, hatta genç yaşına kıyasla kendinden biraz fazla emin bile diyebiliriz… Gerçek bir savaş karşıtı, fakat vatanı için savaşanları destekliyor, onları savunuyor. Aynı zamanda iyi bir eş ve anne olmak için çabalıyor. Yoğun ve karanlık savaş ortamında, bir yandan sıkça hasta olan, henüz bir yaşındaki bebeğine bakarken, eşini ve işini hiç ihmal etmiyor. Öte yandan, altını çizmemiz gereken bir diğer özelliği de mizah yapma yetisi. Bu zor koşullarda yaşamından mizahı eksik etmiyor. Sokaktan topladığı şarapnel parçalarından vazo yapıp içine çiçekler koyuyor, üzerine ironik şiirler yazıp yapıştırıyor.

Sunay Akın, notlarını Fransızca kaleme alan Angèle Guéron ile Anne Frank’ın anı defteri arasında bir benzetme kurmuş. Bu benzetme hakkında fikrin nedir?
Kitabın başına, kendisinin izniyle aldığım, Sunay Akın’ın 2013 tarihli “Ormanda Gemi Görmek” başlıklı yazısında yer alıyor bu sözler. Sunay Akın, bambaşka bir bağlamda kuruyor bu benzetmeyi. Daha doğrusu bir kıyaslama yapıyor. Bugün herkes Anne Frank’ı bilip tanırken, “Bütün dünyaya insanlık ve vatanseverlik dersi verecek güzellikteki Angèle Guéron’un hatıra defterinin varlığından haberimiz dahi yoktur” diye topluma sitem ediyor.

Bana göre Anne Frank ile Angèle Guéron arasında birer anı defteri dışında herhangi bir benzerlik bulunmuyor. Kaldı ki Guéron’unki anı defteri bile değil, Alyans’ın başkanına hitaben yazılmış fakat gönderilememiş bir mektuplar dizisi. Koşullar ise çok farklı. Anne Frank’ın yürekleri paralayan trajik öyküsünü hepimiz biliyoruz. O, Amsterdam’da Nazilerden saklanırken yazmıştı anılarını. Guéron ise kimseden saklanmadı. Savaş ortamında, beş ay boyunca düşman tarafından kuşatılarak bombalanan bir kentte yaşadıklarını, tanıklıklarını yazdı. Sefaleti ve açlığı, savaşın kötülüklerini, insanların hırslarını nakletti.

Kapak pek güzel olmuş, sanırım bu da kızının tasarımı?
Tekrar teşekkür ederim. Evet, bildin… kitabın kapağını kızım Melis tasarladı. Fakat çizim bana ait. Angèle Guéron’un Edirne sokaklarından topladığı çeşitli mermi, şarapnel parçaları ve sair savaş malzemeleriyle fotoğraflardan oluşturduğu anı köşesini resmetmek istedim. Melis’e bu ve bunun gibi birkaç çizim teslim ettim. O da alternatifli olarak birkaç kapak örneği hazırlayıp verdi. Kitabın yayın yönetmeni ile editörü bu kapakta karar kıldılar, benim söz hakkım olmadı. Doğrusunu söylemem gerekirse Melis bu karardan pek hoşnut kalmadı, ona göre diğerleri daha iyiymiş! Bana sorarsan, kapağımdan çok memnunum!

Böyle bilgili ve keyifle okunan belgesel grafik romanına bir yenisi eklenecek mi? Gelecek projelerin nelerdir?
İlk başladığım andan itibaren, kitabın basılı olarak elime geçmesi arasında tam beş yıl geçti! Arada iki başka kitabım yayımlandı: “Ergenlik Sivilceleri” ile “Benim Karikatürlü Evrenim”. Tabii bütün bunları biraz da, 65 yaş üstündekilerin Covid nedeniyle aylar boyunca evde hapis kalmalarına borçluyum. Fakat bir grafik romanı hayata geçirmek oldukça zahmetli ve emek isteyen bir uğraşmış, kitap yazmaya veya karikatür çizmeye benzemiyor, bunu öğrendim.

Öte yandan, çok da keyifli bir uğraş olduğunu itiraf etmeliyim. Bir kere virüsü kapınca arkası gelecektir sanırım. Ancak öncelikle bu kitaba gösterilecek ilgi de bana yön verecektir herhalde, o heyecanı ve şevki yeniden yakalamalıyım. Bir de, henüz çok yeni çıkmış olmasına karşın, kitabın İngilizce ve Fransızca versiyonları sorulmaya başladı ki, bu da bambaşka bir uğraş olabilir, kim bilir?

Merakla bekliyoruz Sevgili İzel…