Haber fotoğrafı: Sibiu
Romanya’nın Braşov kenti yakınlarında bulunan Bran Kalesi, Romanya sınırlarını aşan dünya çapında bir şöhrete sahip. Aslında bu şöhreti Bram Stoker’ın birçok kez beyazperdeye de uyarlanan romanı Drakula’ya borçlu. Yazarın meşhur romanı zamanla Romanya’nın simgesi haline gelmiş. 15. Yüzyılda bölgede hüküm süren Vlad Tepeş, nam- ı diğer Kazıklı Voyvoda, romanın baş kahramanı olan Kont Drakula için yazara ilham kaynağı olmuş. Bunun nedeni ise, hem bölge halkına hem Osmanlı askerlerine uyguladığı korkunç işkenceler. Peki, Drakula ismi nereden gelmiş? Vlad Tepeş’in babasının adı Vlad Drakula; yani ejderin ya da şeytanın soyu anlamına geliyor ve romanda anlatılan Drakula’nın esin kaynağı tarihte yaşamış gerçek bir insan.
Sadistliği ile meşhur Kazıklı Voyvoda
1431-1476 yılları arasında yaşayan Romanyalı prens Vlad Tepeş, 20.000 Osmanlı askerini kazığa oturtarak öldüren, Fatih Sultan Mehmet’e kafa tutan, sadistliği ile meşhur Kazıklı Voyvoda. İnsanları oturttuğu kazıkların altına fıçı koydurup biriken kanları içtiği yönünde rivayetler çıktığı için vampir olduğu da düşünülmüş.
Drakula Şatosu - Bran
Romanya’da gezilecek yerler listesinde mutlaka bulunması gereken Bran Kalesi, Transilvanya turunda ilk ziyaret edilecek yer olmalıdır. Kale etrafındaki doğanın güzelliğiyle adeta masallardan fırlamışçasına bir güzelliği barındırıyor. Ancak tarihsel açıdan bakıldığında durum pek de öyle iç açıcı değil. Bu kaleden bahsederken Osmanlı İmparatorluğu’ndan bahsetmeden geçmek olmaz. Kale, 1438-1442 yılları arasında Osmanlı İmparatorluğu’na karşı savunulmuş. Bu dönemde III. Vlad yani Drakula’nın babasının Osmanlılara karşı bir savaşta yenilmesi, olayların akışını değiştirmiş. Osmanlılar, babasını esir alınca onunla birlikte esir hayatı yaşamaya başlayan ve altı yılını Edirne Sarayı’nda geçiren III. Vlad, bizim tarihçilerimize göre, Molla Gürani’nin verdiği derslere dahi katılmış. Aynı dönemi Romen kaynaklar ise, Vlad’ın Osmanlı’nın eline esir düştüğü ve bu dönemde Osmanlı sistemini, askeri teknikleri ve hatta dilini bile öğrendiği yönünde yazar. Ancak Osmanlı’da çocukluğunun bir dönemini geçiren Vlad, büyüdüğünde tam bir Osmanlı düşmanı olmuştur. Sultan II. Mehmet tahta geldiğinde, o dönemde Eflak prensi olmaya çalışan III. Vlad’a destek vermiş ve büyük bir tarihî hataya düşerek, geleceğin celladına hiç bilmeden yardım etmiş.
Zaman geçtikçe içindeki canavarı ortaya çıkaran Vlad, tam anlamıyla bir caniye dönüşmüş. Bin bir türlü işkencelerle, döneminde insanlara çok acılar çektiren Vlad’ın “Kazıklı Voyvoda” lakabı da yine yaptığı işkencelerin bir türü olan Tepeş Yöntemiyle gelmiştir. İşkence uygularken sadece kazıklara bağlı kalmayan Vlad, akla hayale sığmayan yöntemleriyle tarihe, en kanlı liderlerin ismi arasında adını yazdırmıştır.
Vlad’ın, ‘Cani’ lakabını almasına sebep olan olaylardan bir tanesi de şu şekildedir: Hikâyeye göre bir gün Vlad’ın şatosuna İtalyan elçiler gelir ve huzuruna çıkmak isterler. Elçiler içeri kabul edilir ve saygı gereği diz çöküp şapkalarını çıkarırlar ve Vlad Drakula’nın önünde başlarını eğerler. Ama o zamanki gelenekler göre İtalyanlar şapkalarının altına küçük takkeler giymektedirler ve Vlad’ı selamlarken bunları çıkarmazlar. Drakula, başlarındakinin ne olduğunu ve niye çıkarmadıklarını sorar. Elçiler ise bunun bir gelenek olduğunu ve eğer Drakula bu geleneğe saygı gösterirse sonsuza dek onun hizmetinde olacakları ve gittikleri tüm ülkelerde Vlad’ın ne kadar iyi bir hükümdar olduğundan bahsedecekleri cevabını verirler. Bunun üzerine Drakula ayağa kalkar, onların bu geleneğini tanıyacağını ve daha da geliştireceğini söyler. Elçilerin yanına geldiğinde elindeki çivileri teker teker takkelerinin üstünden elçilerin kafalarına çakar.
Bran Kalesi
1388 yılında Bran şehrini Türk istilacılardan korumak için Saksonlar tarafından yapılan kale, daha sonraları Eflak ve Erdel Prensliği (Transilvanya) arasındaki Bran Geçidi’nde gümrük noktası olarak kullanılırmış. Aslında Macar Krallığı’na ait olan kale, bir takım borç harç meseleleriyle 1533 yılında Braşov kentine geçmiş. Kale, 20. yüzyıla kadar askeri olarak önemli bir nokta, daha sonra da 1920’de Romanya Krallığı’nın “Beyaz Sarayı” olmuş. 1947’de Komünist rejim kaleyi ele geçirip, monarşiyi devirdikten sonra 1957’de müze haline gelmiş. Son olarak 2009 yılında kale, çıkan yeni iade yasalarıyla asıl sahibine yani Prenses llenaa’nın oğlu ve mirasçısı Dominic von Habsburg’a geri iade edilmiş. Bram Stoker’ın Drakula’yı yazarken ilham aldığı düşünülen Eflak hükümdarı Vlad Ţepeş (Kazıklı Voyvoda) 1448-1476 yılları arasında Bran’dan geçerken gerçekten de birkaç kez burada konakladığı olmuş.
İrlandalı yazar Bram Stoker’ın ölümsüz karakteri Kont Drakula, Transilvanya’da içinden nehirlerin aktığı bir vadide, yüksek bir tepe üzerine tünemiş bir kalede yaşamaktadır. Bran Kalesi de kitaptaki hayali kale ile tıpatıp uyuşmaktadır. Doğal rengârenk şirin köy evlerinin arasından geçerken bir anda tüm heybetiyle karşımıza çıkan kale, akşamüzeri hafif hava kararmaya başladığı bir saatte geldiğimiz için dışarıdan tam da romanda anlatılan kasvetli ve mistik bir havayı yansıtıyordu. Tamamen bir Gotik abidesi olan kale 60 metre yüksekliğindeki duvarları ile hafif sisin arasından biraz da ürkütücü görünüyor gözümüze. Ancak içeri girdiğiniz zaman hava tamamen değişiyor. Şatonun içi dışarıya inat alabildiğine aydınlık ve iç açıcı. 1897 yılında bir korku klasiği haline gelen romanın yazarı Bram Stoker aslında Romanya’ya hiç gitmemiş. Sadece aristokrat bir vampirin hikâyesini yazmak istemiş. Eline tesadüfen geçen, Vlad Drakula adlı Transilvanyalı prensle ilgili bir kitap sonucu Transilvanya ile ilgili daha fazla bilgi edinmek amacıyla kütüphaneye kapanmış. Ve bu kütüphanede dünya edebiyatının en meşhur kitaplarından biri olan Drakula’yı yazmış. Yani anlayacağınız Transilvanya Drakula’yı, Drakula da Transilvanya’yı yaratmış. Ülkenin tüm şehirlerinde Drakula magnetleri, maskları, maketleri en çok satılan hediyelik eşyalar arasında.
Segeşvar
1431’de Vlad Tepeş’in doğduğu ve dört yaşına kadar yaşadığı Segeşvar (Sighişoara) şehri, kendinizi orta çağ da hissedeceğiniz çok keyifli bir yer. Taş sokaklar, sıra sıra evler, merdivenler ve kiliseleri ile tam bir orta çağ kale şehri gibi. 12. Yüzyıl’da, Transilvanya’ya Macarların hâkim olduğu bir dönemde, Osmanlı’yı tehdit olan gören Macar Kralı, hakimiyetini kuvvetlendirmek için Saksonlar’a yani Almanlar’a toprak vaat ederek onları bu bölgeye yerleştirmiş. Buraya yerleşen tüccar ve zanaatkârlar, kenti sıradan bir yerleşim yeri olmaktan çıkarıp harika bir şehir haline dönüştürmüşler. 14. Yüzyıldan kalma meslek localarına ait bazı kuleler halen duruyor. Masal şehri andıran sokaklarda, bu dönemden kalma değişik kavramları temsil eden ahşaptan hareketli kuklalarla dikkat çeken saat kulesi enfes. Tam bir Alman etkisi görülen şehir UNESCO Dünya Mirası listesinde yer alıyor. Günümüzde Vlad Tepeş’in doğduğu ev olduğu düşünülen bina, restoran olarak hizmet veriyor. Yemeğinizi yedikten sonra dilerseniz üst katta Drakula’yı anlatan korku müzesini gezebilirsiniz. Önceden uyaralım öyle hayal ettiğiniz gibi bir korku müzesi değil, birkaç korku hikâyesini canlandırmaya çalışan mizansenler daha çok tebessüm etmenize yol açıyor.
Drakula Şatosu - Bran
Avrupa’nın en şiirsel 8. yeri Sibiu
Romanya’ya gelmişken Sibiu’ya uğramadan geçmek olmaz. Sibiu, Transilvanyalı Saksonlar tarafından inşa edilen yedi kale şehirden en büyük ve en zengin olanı. Buraya kültür ve sanatın Romanya’daki en büyük kalesi deniyor. 2007’de de Lüksemburg ile beraber Avrupa Kültür Başkenti seçilmiş. Forbes dergisi tarafından da yaşamak için Avrupa’nın en şiirsel 8. yeri seçilmiş. Sibiu yürüyerek çok rahat gezebileceğiniz bir şehir. Kenti, neredeyse görülecek bütün tarihi binaları içinde barındıran üst şehir, ve rengârenk evleri, taşlı sokakları ve kale duvarlarıyla alt şehir olarak ayırmak mümkün. Üst şehir ticaretin sürdüğü şehrin zengin bölümüyken alt şehir daha çok imalatın yer aldığı bölümmüş. Eski şehir için “meydanlar şehri” demek de mümkün çünkü daracık sokaklarla, avlularla birbirine bağlanan meydanlarla dolu.
Burada turistlerin gidip de görmeden dönmedikleri ve dönmemeleri de gereken birkaç yer var: Demir Köprü, Büyük Meydan, Konsey Kulesi ve Brukenthal Sarayı.
Ayrıca kaçırılmaması gereken bir şey daha var: çatılardaki gözler. Çatılardaki göze benzeyen bu minik pencereler “Eyes of Sibiu” olarak adlandırılıyor. Zaman zaman izlendiğiniz hissi uyandıran bu gözler Sibiu’nun önemli simgelerinden.