Giriş fotoğrafı: Monaco Prensi III. Rainier ve Grace Kelly
Saraylarda aşk başkadır derken, sıradan, halktan gelen insanların aşklarını, duygularını yok saymak, küçümsemek değil maksadım. Ama tarihe bir göz atarsınız eğer, yüzyıllar boyunca sarayların ihtişamlı dekorların büyülü atmosferinde, debdebe içinde soyluların yaşadıkları kıskanılası aşkların, sadece iki insanın hayatına dokunmakla kalmadığını, bazen bütün bir ulusun kaderini değiştirdiğini görürsünüz. Tarihteki bu tutkulu bir o kadar sarsıcı politik olaylara sahne olan aşklara bir göz atalım isterseniz.
Antonius ve Kleopatra'nın Buluşması, Lawrence Alma-Tadema, 1885
Kleopatra ve Marcus Antonius
Çalkantılı bir hayatı olan güzel Mısır Kraliçesi Kleopatra'nın âşık olduğu Jül Sezar’ın ölümünden sonra, Roma İmparatorluğu Doğu - Batı olarak ikiye bölünür. İmparatorluğun doğu tarafı Romalı komutan Marcus Antonius’un olur. Mısır’ı ziyareti esnasında Marcus, Kleopatra ile tanışır. Birbirlerini görür görmez âşık olan bu çiftin M.Ö 40 yılında ikiz çocukları olur ve 4 yıl sonra evlenirler. Kleopatra’yı Mısır, Kıbrıs, Girit ve Suriye valisi tayin eden Antonius, Roma Senatosu tarafından hain ilan edilir. Bu olaydan sonra M.Ö 31 yılında, Marcus ve Kleopatra Mısır’a kaçmak zorunda kalırlar. Hayatlarında, siyaset, savaş ve iktidarın egemen olduğu bu tutkulu çiftin aşkı, Kleopatra’nın intiharı ile acı bir şekilde son bulur. Bu acıya dayanamayan Antonius da kendini bıçaklayarak öldürür.
Ester ve Kral Ahaşveroş
Pers Kralı Ahaşveroş ve Kraliçe Ester
M.Ö 5. yüzyılın başlarında Pers Kralı olan Ahaşveroş, genç kızlar arasında güzeller güzeli Yahudi Ester’i Kraliçe olarak seçer. Kraliçe Ester cesareti sayesinde İsrail halkının, düşmanlarının tasarladığı büyük bir katliamdan kurtulmasına önayak olur. Kral’ın danışmanı Aman’ın, Ahaşveroş’u, ülkedeki tüm Yahudileri öldürmek hususunda ikna etmesi üzerine, Kralın sevgisini ve gücünü kullanarak bu korkunç olaya müdahale etmiştir. Ardından akrabası Mordehay Kral’ın başbakanı olur. Purim adlı bayramda Yahudiler bu kurtuluş gününü coşkuyla kutlarlar, çocuklarla birlikte kostüm giyinerek karnavallara, festivallere katılırlar. Kostüm geleneği, Ester’in Ahaşveroş tarafından kraliçe olmak üzere seçildiği baloya bir gönderme niteliğini taşır.
Kral Davut ve Batcheva
Kral Davut sarayının balkonundan Batcheva’nın banyo yaptığını izler ve güzelliğine âşık olur. Kendi askerlerinden Uriah ile evli olduğunu öğrenmesine rağmen onunla ilişkiye girmekten çekinmez. Çekim karşılıklıdır ve Batcheva hamile kalır. Kral, hamileliği örtbas etmek için, karısıyla zaman geçireceğini umarak Uriah’ı evine yollar. Olaydan haberdar olan Davut’un karısı Michal, Uriah’ın evine gitmediğini ve kışlada uyuduğunu söyleyince, hayal kırıklığına uğrayan Davut, Uriah’ın savaşta cephenin ön saflarına yerleştirilmesini ve birliklerin onu ölüme terk etmesini emreder. Uriah öldükten sonra Davut’la Batcheva evlenirler. Peygamber Natan, Davut’a Tanrı’nın günahından hoşnut olmadığını söyler. Yasanın gerektirdiği gibi ölmeyecek, ancak ailesindeki bir talihsizlikle cezalandırılacaktır. Davut’un işlediği günahtan ötürü İsrail’de kuraklık başlar ve bebekleri ölür. Batcheva Kral Davut’un en ünlü eşi olur ve sonradan kral olan oğulları Süleyman’ı doğurur.
Kral Süleyman ve Saba Melikesi
Saba Krallığı’nın (bugünkü Yemen) Kraliçesi Belkıs ile İsrail Kralı Süleyman aynı dönemde memleketlerini yönetiyorlardı. Kraliçe, Kral Süleyman’ın şanını ve bilgeliğini duyar ve onu Kudüs’te ziyaret etmeye karar verir. Belkıs, Süleyman’ın bilgeliğinden ve şaşaalı zenginliğinden çok etkilenir. Kraliçe’nin ülkesindekiler yıldızlara ve Güneş’e tapmaktadır. Süleyman onlara, tek Tanrı inancına geçmelerini önerdiği bir mektup iletir. Güçlü bir adalet anlayışıyla da bilinen Belkıs bu mektubu halkına okur ve fikirlerini almak ister. Halk da gücüne güvendiği Belkıs’a bırakır son kararı. Cesareti, bilgeliği ve güzelliğiyle Süleyman’ı bu şekilde kendine hayran bırakan Belkıs, bir müddet sonra ülkesine dönmek zorunda kalır. Kraliçe, Kral’ın çocuğuna hamiledir. Ülkesine döndüğünde çocuğu doğurur, Menelik ismini verir ve onu tek başına büyütür. Bazı anlatılara göre Menelik yeterince büyüdüğünde Kudüs’e gidip babası Süleyman’ı bulmuş ve onunla yaşamaya başlamıştır. Daha sonra Menelik de güçlü bir hükümdar olur. Etiyopya bölgesindeki tüm hanedanlıkların kurucusudur ve ilk Habeş Kralı olarak bilinir. Etiyopya’daki Yahudiler de köklerinin Menelik’e dayandığını söylerler. Bazı tarihî figürler kolay unutulmazlar, hatta onlara gönderme olarak kullanılan deyişler bile türemiştir. Örneğin İngiltere’de çok şık giyinmiş ya da kendini beğenmiş birisiyle dalga geçmek amacıyla söylenen “Kim olduğunu sanıyor, Saba Kraliçesi mi?” şeklinde bir halk deyişi vardır.
Büyük İskender ve Roxane
İskender, Kral Philip II. ve kraliçe Olympias’ın oğlu olarak M.Ö 356 yılında Makedonya’nın başkenti Pella’da dünyaya gelir. Tarihte birçok kaynakta, Büyük İskender’in çocukluk ve gençlik döneminde erkeklere ilgi duyduğu yazılıdır. Avrupa’dan İran’ın içlerine kadar ilerleyip, Özbekistan’da bir kaleyi ele geçirmesi, Büyük İskender’in cinsel tercihlerinin kadınlara doğru kaymasına neden olur. İskender kalede 17 yaşındaki esire Roxane’ı görünce ona delicesine âşık olur. Roxane ile evlenen İskender ölene kadar onun yanında kalır, savaşlara bile onunla gider. Hayatına başka kadınlar girse bile, Roxane onun yanında kalan tek kadın olarak tarihe geçer. Büyük İskender, Roxane ile evliliği sonrasında 30 bin Makedon erkeği ile 30 bin İranlı kızı evlendirir. Bu düğünler tarihe, Susa Düğünleri olarak geçer. Bu olayın ardından Roxane, doğu ülkeleri ile batı ülkelerini kaynaştırarak, yeni bir çağın başlamasının simgesi olur.
Napolyon Bonaparte ve Josephine
Napolyon Bonaparte ve Josephine
Yoksul bir Fransız çiftçinin kızı olarak dünyaya gelen Josephine, 17 yaşında Vikont Alexandre Beauharnais ile evlenir ve iki çocuk sahibi olur. Kocasının, Fransız İhtilali sırasında başı kesilerek idam edilmesi üzerine her şeyini kaybeder. Kendi başını giyotinden kurtarmak için, bir yol bulup, kocasının mallarına tekrar sahip olan Josephine, Napolyon ile ortak bir arkadaşlarının evinde tanışırlar. Napolyon bu güzel ve cilveli kadına delicesine âşık olur. Josephine de Napolyon’un gücüne hayrandır. 1796 yılında Napolyon ona evlenme teklifinde bulunur. 1804 yılında Napolyon ve Josephine Fransa İmparatoru ve İmparatoriçesi olarak tahta geçerler. Yıllar boyunca Avrupa’ya korku salan Fransa İmparatoru ve İtalya Kralı Napolyon Bonaparte, savaştığı cephelerden karısına aşk mektupları yağdırır. Napolyon, Josephine’e şöyle yazar bir mektubunda: “Seni sevmeden tek bir gün bile geçirmedim, bir tek gecem bile geçmedi seni kollarımla sarmadan; yaşamımın ruhundan beni uzak tutan zafer ve tutkuya lanet etmeden bir tek fincan çay bile içmedim. İşlerin arasında, orduların başında, savaş alanlarını aşarken benim tapılası Josephine’im hep kalbimde tek başına oturuyor, zihnimi meşgul ediyor, düşüncemi alıp götürüyor. Senden, Rhone’nin sel suları kadar hızla ayrılmamın nedeni daha çabuk yeniden görmektir.”
Napolyon’un büyük aşkına rağmen, Josephine, kocası seferdeyken subaylarla gönül eğlendirir. Bu evlilik ne yazık ki, Josephine’in çocuk sahibi olamayacağının anlaşılmasıyla bitmek zorunda kalır. Çift 1810 yılında boşanır ve Napolyon bir veliaht sahibi olabilmek için Avusturya Arşidüşesi Marie Louise ile evlenir. Bu olaydan sonra Josephine, Paris yakınlarındaki malikânesine çekilir. Napolyon’un, ölüm döşeğinde onun ismini sayıkladığı söylenir.
Abdülaziz ve Fransız Kraliçesi Eugenie
Sultan Abdülaziz Osmanlı Devleti’nde fetih ve savaş sebebi dışında Avrupa’ya ziyaret amacıyla giden ilk padişahtır. Bir Batı sanatı olan resim ve heykele merakı sebebiyle “yüzü Batı’ya dönük” olarak bilinen Abdülaziz, 1867 yılında, Fransa İmparatoru III. Napolyon’un Uluslararası Paris Sergisi’ne daveti üzerine bir aydan uzun süren bir Avrupa yolculuğuna çıkar. Sultan, Paris’te Gare de Lyon’da İmparator tarafından karşılanır. On gün süren Paris ziyareti boyunca Elysée Sarayı’nda ikamet eden Sultan Abdülaziz, Uluslararası Paris Sergisi’nin açılışına katılır, Napolyon ve eşi Eugenie tarafından ilgiyle ağırlanır. Rivayete göre Sultan, güzelliği ve zekâsı ile göz kamaştıran Kraliçe Eugenie’ye gönlünü kaptırmıştır. Kraliçe de Osmanlı Padişahı’ndan etkilenmişe benzer ki, bu geziden iki yıl sonra, Mısır’a Süveyş Kanalı’nın açılış törenine giderken İstanbul’a uğramaya karar verir. Çok heyecanlanan Sultan, hemen Beylerbeyi Sarayı’nı hazırlatır. Kraliçe İstanbul’a gelince onu denizde Saltanat Kayığı içinde karşılar ve onu hediyelere boğar. İlk gecesinde onun şerefine Dolmabahçe Sarayı’nda bir akşam ziyafeti verir ve Kraliçe Saray’a yaklaşınca top atışları ve bandonun çaldığı marşlarla karşılanır. 18 çeşit yemeğin yendiği ziyafette, bütün yemek takımları altındandır. Hatta bir rivayete göre o akşam için hazırlanan yemekleri beğenmeyen Sultan en sonunda “hünkâr beğendi” etli köz patlıcan yemeğini beğenir. Bu yemeğin tarifini Kraliçe memleketine götürür.
Ancak bu hikâye mutlu sonla bitmez. Sultan Abdülaziz tahttan indirilir ve öldürülür. Kraliçe eşi ile birlikte sürgüne yollanır. 40 yıl sonra tekrar İstanbul’a gelen Kraliçe Eugenie, Abdülaziz’in oğlu Yusuf İzzettin Efendi’yi görmek ister.
Avusturya İmparatoru Franz Joseph ve İmparatoriçe Elizabeth (Sissi)
Sissi 1837 yılında Münih’te Bavaria Dükü Maximilian Joseph ve Prenses Ludovika’nın çocuğu olarak dünyaya gelir. 15 yaşındayken annesinin kız kardeşi Arşidüşes Sophia’nın davetiyle Viyana’ya (Habsburg Hanedanlığı) giderler. Çünkü Arşidüşes Sophia, oğlu Franz Joseph’i Sissi’nin ablasıyla evlendirmek istemektedir. Avusturya İmparatoru I. Franz Joseph, Sissi’nin ablasıyla evlenecekken vazgeçip Sissi’ye âşık olduğunu söyler ve onunla evlenmek ister. Sissi genç yaşında Viyana İmparatoriçesi olmuştur. Fakat saray kuralları Habsburg Hanedanlığı’nda çok katıdır ve Sissi halkla irtibata geçerek, sarayın kurallarına karşı çıkmıştır. Kızlarını istediği gibi büyütmesine karşı çıkan kayınvalidesi ile hiç anlaşamaz.
Kayınvalidesinden ve hanedanlığın otoritesinden uzaklaşmak için, seyahat etmesi Hanedanlık tarafından olumsuz karşılansa da, bilhassa Macaristan’a sık sık gitmeye başlar. Macarca öğrenmeye başlayan Sissi, Macar halkı tarafından çok sevilir. Bazı kaynaklara göre, dördüncü kez çocuk doğurmayı kabul etmiş ama bunun karşılığında Avusturya-Macaristan ikili monarşisinin kurulmasını istemiş. Bu isteği dördüncü hamileliğiyle gerçekleşmiştir. O artık Macaristan Kraliçesi Elizabeth olarak anılmaya başlar. Maalesef, 25 yaşındaki İtalyan anarşist Luigi Lucheni tarafından İsviçre’nin Cenevre kentinde yürüyüş yaparken suikast sonucu öldürülür.
İngiltere Kralı VIII. Edward ve Wallis Simpson
20. yüzyılın ünlü aşklarından biri de İngiltere Kralı VIII. Edward ile Amerikan asıllı Wallis Simpson’un dünyada büyük yankılar uyandıran hikâyesidir. Edward 1930 yılında Simpson’larla tanışır. Wallis ikinci evliliğini Ernest Simpson ile yapmıştır. Edward ile Bayan Simpson arasındaki dostluk zamanla aşka dönüşür. Kral V. George ölünce Edward onun yerini alır. 1936’da ilk yurt dışı ziyaretini Türkiye’ye yapan Edward, Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk ile görüşür. Yanında ona refakat eden Bayan Simpson vardır. Edward, Bayan Simpson’la evleneceğini ilan ettiği zaman, muhalefet birkaç yönden gelir. Edward’ın monarşiyi modernize etme ve onu daha erişilebilir kılma arzusu, halkın çoğunluğu tarafından takdir edilirken, İngiliz aristokrasisi ve Kilisesi, kabul edilen sosyal normları ve âdetleri yok saymasından rahatsız olur. Edward’ı destekleyen tek kişi Winston Churchill’dir. Başbakan Stanley Baldwin ise, bu ilişkinin Krallığın bütünlüğünü tehlikeye düşürdüğünü ileri sürerek, Edward’ı bu evlilikten vazgeçirmeye çalışır. O zamanlar, İngiliz üst sınıfının bazı üyeleri Amerikalıları küçümsüyorlardı ve onları sosyal olarak aşağıda görüyorlardı. Bunun aksine, Amerikan kamuoyu, Amerikan basının çoğu gibi bu evlilikten yanaydı.
Edward, Parlamento’ya sunduğu belgede Bayan Simpson’la evlenmek istediğini ve eğer bu evliliği Kral olarak gerçekleştiremeyecek olursa, tahtan çekilmeye hazır olduğunu bildirerek aynı gün İngiltere’yi terk eder. Kardeşi VI. George taç giyerek Edward’ı Windsor Dükü ilan eder. Kocasından boşanan Bayan Simpson ve Edward, 3 Haziran 1937’de Fransa’da İngiltere Kilisesi’ne bağlı bir papaz tarafından evlendirilir. İngiliz Kabinesi yalnızca, Dük’e Altes unvanını verir, Düşes’i bu onur unvanından yoksun bırakır. 1945’ten sonra çoğunlukla Paris’te yaşayan Edward, ilk kez 1967’de Düşesle birlikte, Kraliyet ailesinin diğer üyelerinin de katıldığı resmî bir törene davet edilir. Dük ve Düşes, öldükten sonra Windsor Şatosu topraklarındaki Frogmore’da yan yana gömülürler.
Monaco Prensi III. Rainier ve Grace Kelly
1997 yılında Grimaldi Hanedanlığı’nın 700 yıllık saltanatını kutlayan Monaco Prensliği, ilk olarak 1297 yılında François Grimaldi’nin bir keşiş gibi giyinerek Monaco kalesini fethetmesiyle başlar. Vatikan’dan sonra en küçük devlet olan bu Monaco Devleti, kumar turizmi ve 1929 yılında ilki gerçekleşen “Monaco Grand Prix- Formula 1” ile dünyaya ismini duyurdu.
Prens III. Rainier 1949’da tahta çıkar. Gözde bekâr Rainier 1955 yılında Cannes Festivali’nde Paris Match Dergisi’nin aracılığıyla Amerikalı aktris Grace Kelly ile bir araya gelir. İlk görüşte âşık olan Prens Rainier prensesini bulmuştur. Uzun bir süre mektuplaşırlar ve 1956 yılında muhteşem bir düğünle Monaco Katedrali’nde evlenirler. Oscar ödüllü Hollywood’lu güzel aktris, aşkı uğruna muhteşem kariyerini geride bırakır. Zira Prens, onun filmlerde oynamasını istemez. Prenses muhteşem hayatına rağmen sinemayı özler. Kendini 3 çocuğuna ve hayır işlerine adayan Prenses sinemaya bir daha dönmez.
Maalesef bu peri masalı hüzünlü bir şekilde son bulur. 1982 yılında henüz 52 yaşında, bir araba kazasında hayatını kaybeden Prenses hem ailesini hem onu çok seven Monaco halkını çok üzer. Bir daha evlenmeyen Prens, 2005 yılında vefat eder ve çok sevdiği eşinin yanına gömülür.
2002 yılında Fransa ve Monaco arasında yapılan anlaşmaya göre, eğer bir gün Grimaldi Ailesinin varisi olmazsa, ülkenin yönetimi tamamen Fransa’nın kontrolü altına geçecek ancak ülkenin bağımsız halk statüsü devam edecek. Çağımızda artık, soylu aileden gelenlerin halkın arasına karıştığını görüyoruz. 2008 yazında tesadüfen Prenses Caroline’i Bebek’te mütevazi bir lokantada yemek yerken karşı masada gördüğümde çok şaşırmıştım.
Kraliyet ailelerinde evlilikler, bazen geleneksel kaygılarla bazen de ulusal çıkarlar için stratejik diplomasinin bir parçası olarak, geçmişte daha yaygın olarak yapılıyordu. Ancak, bu yukarıdaki örneklerde söz konusu olan gerçek aşk duygularıdır.
Bu hikâyelerde adı geçen aşkların kahramanları, defalarca ünlü ressamlar tarafından tuvallere aktarıldılar ve o kadar çok edebi eserlere, operalara ve filmlere konu oldular ki, adeta ölümsüz oldular. Hangimiz seyrettiğimiz o kahramanlık ve görkemli aşk hikâyelerinin yarattığı sarhoşlukla sinema salonlarından ayrılmadık? Cleopatra, Sissi, Saba Melikesi, bu güçlü kadınların hayallerini, aşklarını, acılarını paylaşmadık mı, o kadın - erkek film kahramanlarına âşık olmadık mı?